Ulucanlar katliamının 15. yılında Meclis araştırması talebi

Ulucanlar katliamının 15. yılında Meclis araştırması talebi

HDP Hakkari Milletvekili Adil Zozani, 15. Yılında Ulucanlar Katliamı için Meclis Araştırması istedi. Gerekçede, “1990'lı yılların başından itibaren cezaevlerinde artan baskı ve F tipi cezaevlerine geçiş süreciyle birlikte, cezaevlerindeki direnişe dönük Ulucanlar ile başlayıp, Burdur ile prova edilen ve en son ‘Hayata Dönüş’ adı altında yaşanan kanlı operasyonların sorumlularının açığa çıkarılması, yaşanan etkilerin araştırılması ve devletin kendi geçmişiyle yüzleşmesini içermektedir” denildi. Zoza’nin TBMM  Başkanlığı’na  sunduğu  Meclis Araştırma  önergesi ve gerekçesi şöyle: Türkiye’de 80 Darbesi sonrasında başta Diyarbakır Cezaevi olmak üzere, cezaevlerinde uygulanan insanlık dışı uygulamalar ve şiddet, 90’lı yıllar ile birlikte devam etmiş ve özellikle 90’lı yılların sonuna doğru devlet; kendi varlığına tehdit olarak addettiği cezaevlerini, yeniden dizayn etme yoluna gitmiştir. Bu amacını gerçekleştirmek adına, cezaevlerindeki mahpusları birbirinden ayırma, tecrit etme ve en temel haklarından bile faydalanmasını engellemeye dönük F tipi cezaevleri sistemini inşa etmiştir.

 

‘26 Eylül 1999 Ulucanlar’da 10 mahpus  vuruldu’  

 

Bu geçiş sürecine, cezaevlerinden itiraz gelmiş ve F tipi cezaevlerine dönük Türkiye’nin birçok cezaevinde örgütlü direnişler başlamıştır. Bir başka deyişle, devletin cezaevlerinde daha iyi koşullar talep eden mahpusların örgütlü yapısını kırmak ve kendine biat eden mahpus profili yaratmak adına başlatmış olduğu F tipi süreci, ciddi bir direnişle karşılaşmış, bu direnişi bastırmak için ilk olarak 26 Eylül 1999 Ulucanlar Cezaevi’ne yapılan operasyon ile 10 mahpus vurularak katledilmiştir. Ulucanlar ile başlayan kanlı operasyonlar, Burdur Cezaevi’ndeki prova ile devam etmiştir.

2000 yılının sonuna doğru ise, cezaevlerinde F tipine geçişe karşı direniş, açlık grevleri ve ölüm oruçları ile başka bir hal almıştır. Cezaevlerinde hak temelli başlayan bu direnişin kamuoyu gündemine oturması üzerine, MGK’da alınan karar sonrası, 19 Aralık 2000 tarihinde, 20 cezaevine eş zamanlı baskın düzenlenmiş, 83 saat süren bu operasyon, kanlı bir şekilde sonuçlanmış ve 32 mahpus katledilmiş, yüzlercesi yaralanmıştır. Direnişi kırmak ve cezaevlerinde devletin mutlak hâkimiyetini kabul ettirmek adına yapılan bu operasyona, "Hayata Dönüş Operasyonu" ismi verilmiştir. Operasyon sonrası “Bizi diri diri yaktılar!" sözleriyle, Birsen Kars adlı mahpus operasyonun içeriğini tek cümlede özetlemiştir! Yıllar sonra ortaya çıkan belgelerde, MGK tarafından kararının alındığı; “Tereddütsüz, misliyle mukabelede bulunulacak, zor ve silah kullanılacak” şeklinde ibarelerin yer aldığı bu operasyona başlarken amacın, açlık grevleri ile ölüm oruçlarının bitirilmesi olarak açıklanmıştı. Ancak ölüm oruçları sona ermediği gibi katılımlarla artmış ve “Hayata Dönüş” ile birlikte toplamda 122 kişi yaşamını yitirmiş, yüzlerce kişi Wernicke-Korsakoff hastalığına yakalanmıştır. Bunun yanında; vahşetin izlerini, kalıcı bir hasar olarak hem fiziksel olarak vücutlarında, hem de psikolojik olarak bütün yaşamlarında hisseden, aileleriyle birlikte binlerce kişinin varlığına ayrıca vurgu yapmak gerekir.

 

‘Katledilenler kendi ölümlerinden sorumlu tutuldu’

 

Ancak Ulucanlar ile başlayıp Burdur ile provası yapılan ve Hayata Dönüş ile sonuçlanan kanlı cezaevi baskınlarının hiçbirinde, bu operasyonların sorumluları ve katilleri cezalandırılmamış, tam aksine; “Cezaevinde asayişin sağlanması amacıyla zorunlu hale gelen müdahale” ve “idarenin hizmet işleyişinde kusurlu davranmadığı” yönünde kararlar alınmıştır. Bu da yetmezmiş gibi, katledilenlerin kendi ölümlerinden “ölen şahsın kendi eyleminden ve kişisel kusurundan kaynaklanması” şeklinde gerekçelerle sorumlu tutulduğu bir hukuksuzluk yaşanmıştır.

 

Hiç bir sorumlu cezalandırılmadı

 

Sonuç olarak, cezaevlerindeki bu kanlı operasyonların karar verici pozisyonundaki birinci sorumluları devlet ve hükümet yetkilileri ile bu kararların uygulayıcıları açısından hiçbir sorumlu cezalandırılmamış, döneme ait hiçbir dava, katledilenler lehine sonuçlanmamıştır.

Bununla birlikte, yaşananlarda birinci derecede sorumlu olan devletin; bu vahşetten kalıcı zarar gören, yaşanılanlara rağmen hayata tutunmaya çalışan, geçmişe dair fiziksel ve psikolojik izler taşıyanlara ve ailelerine, yaşananları bir nebze de olsa tazmin edecek maddi ve manevi haklarını iade etmediği, tam aksine Veli Saçılık davasında olduğu gibi hakkın geri iadesini talep ettiği görülmüştür.

“Yeni Türkiye”nin; söylem ile değil, eylem ile inşa edileceği gerçeğini, önemle vurgulamak gerekir ki, bu eylem de, öncelikle geçmişle yüzleşmek ve hesaplaşmakta gizlidir. Bütün bu gerekçelerle, TBMM bünyesinde bir Araştırma Komisyonu kurulması oldukça önemlidir.