Kıbrıslı Türk sosyolog, yazar, çevirmen ve Orta Doğu Teknik Üniversitesi’nde (ODTÜ) öğretim üyesi olan Ulus Baker, on yıldır aramızda yok.
Psikiyatr olan Sedat Baker’in ve şair Pembe Marmara’nın oğlu Ulus Sedat Baker, 14 Temmuz 1960 tarihinde Leningrad’da (Sovyetler Birliği) dünyaya geldi.
ODTÜ Sosyoloji bölümünü bitiren Baker, Gilles Deleuze ve Baruch Spinoza çevirileri yaptı. Politik teori, medya ve sinema teorisi konuları üzerinde çalışan Baker, ODTÜ, İstanbul Bilgi Üniversitesi ve Özgür Üniversite’de sinema tarihi ve sosyoloji dersler verdi.
Dolaylı Eylem, Beyin Ekran, Kanaatlerden İmajlara, Duygular Sosyolojisine Doğru, Yüzeybilim Fragmanlar, Aşındırma Denemeleri, Kant Üzerine Dört Ders, Spinoza Üzerine On Bir Ders, Leibniz Üzerine Beş Ders, Siyasal Alanın Oluşumu Üzerine Bir Deneme gibi kitapları bulunan Baker, Birikim, Toplum ve bilim, Virgül, Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi dergilerinde yazdı.
Ulus Baker, 12 Temmuz 2007 tarihinde 46 yaşında böbrek ve kalp yetmezliğinden hayatını kaybetti.
Ölümü sonrasında, Körotonomedya topluluğu tarafından; 2008 yılında 11 - 14 Temmuz tarihleri arasında, Ankara'da "Ulus Baker buluşması" adlı bir konferans düzenlendi.
Baker okuyucuları ve sevenleri tarafından en çok bilinen özellikleri arasında, tek tarafının bantla çevrilen gözlüğünün tek camının olmaması ve boş olan bölümden gözünü kaşırken kendisi ile ilgili şaka yapmasıydı.
Ulus Baker’in özellikle sosyal medyada en çok paylaşılan sözleri bir tanesi şöyle:
"Televizyon olmadığı için pencereden bulut seyretmeye başladım. Oradaki yayın çok iyi, haberleri daha güvenilir, gelip geçen bir iki uçak dışında pek reklam almıyorlar, ve asıl önemlisi akşamları gökgürültülü sürpriz programlar var. filmler genellikle kırlangıçların hayatı üzerine ve belki biraz monoton, ancak oldukça realist."
Yazar Tanıl Bora, arkadaşı Ulus Baker’in ölümü sonrasında Birikim dergisinde, “Ulus, her neredeysen…” başlığı ile yazı kaleme almıştı.
Tanıl Bora’nın Baker hakkındaki yazısı şöyle:
"Ulus Baker hakkında, ardından konuşuyor olmanın kederli idrakiyle konuşmak, onun kaybını kabullenmek, ne zor. Oysa beklemiyor olamazdık bunu, pekâlâ bekliyor olmamız gerektiğini itiraf etmeliyiz kendimize. Az değil, şöyle böyle bir on yıldır durumu adım adım vahimleşiyordu. Vahim kelimesini sever, anlamını genişleterek, bazen de evcilleştirerek kullanırdı Ulus. Sıradan bir kötülüğe vahim diyebilirdi, kikirdeyerek. Onun vahameti evcilleştiren diline kandık, koşullarının aşama aşama ağırlaşan normallerine alıştık, alışmaya rıza gösterdik.
"Onun iradesiz, neredeyse tümüyle kendisiz görünen şeytan tüylü yumuşaklığının ardında, herkesi, hepimizi boyun eğdiren böyle acayip bir irade saklıydı. Sanki mahremi gibi olan varoluşsal bir alana müdahaleye izin vermeyen, acayip bir irade.
"Hele sahiden vahimleşmeye başladığı yaklaşık on yıl evveline kadar, gerçekten tamamen kendisiz gibiydi Ulus; selbstlos gibiydi. O da Almancasıyla söylerdi muhtemelen. Bir kendilik hangi dildeyse, o dilde söylerdi... Kendi fizikî varlığını hesaba katmayan, bahse konu etmeyen, sâfî Intellect gibiydi. Kendisinin, fizikî varlığının sorumluluğunu almamasının görünüşü idi bu. Bekasının temel ve ama süflî, süflî ve ama temel gereksinimlerini zımnen etrafına havale ediyordu. (Gereksinimlerin tanımlanmasına ise asla izin vermeden.) Sonraları, bir Intellect'ten ibaret olmadığını dillendirmeye başlamıştı aslında, bir bakıma yardım sinyali veriyordu; ama yardımlara yine tam geçit vermeden. Uzattığı eli tutmaya kalktığınızda, kayıp gidercesine avcunuzdan...
"Kamusal bir figür olarak Ulus Baker... Kâmilen bir efsaneydi, değil mi? Medya-aşırı, alternatif bir şöhreti vardı onun. Nâmını işitenler, uzaktan bilenler için, live bir deli-dâhî imgesiydi... Onun hikâyeleri, anektodları bire bin katılarak orada burada anlatılırdı. Zamanımızın (zamandışı) bir kahramanı...
"En yakınındakiler için de, efsane değil miydi biraz? Ulus'un aslında kim olduğunu, nereden gelip nereye gittiğini kim bilirdi, kim biliyor tam olarak? Sırlı biriydi Ulus. O esnadaki durumunun tam ne olduğuna dair rutin müphemliklerin berisinde, geçmişine dair, en yakınındakilere bile tastamam malûm olmayan muammaların brandası geriliydi. Bu-dünyada-olmamaklığının berisinde, o muammalar vardı muhakkak. Ama işte; oralar, herkese yasaktı.
"Çok insanı etkiledi, kendine hayran ve âşık bıraktı Ulus. Çok insan bağlandı ona. Çok insan kendini ondan sorumlu hissetti, onun sorumluluğunu hissetti. Etrafında her zaman halka hala genişleyen bir gönüllüler çemberi oldu. En yakınında durup, ona ciddi ciddi mesai adayanlardan, kulağı onun haberlerinde olup da bir ihtiyacını karşılamaya amâde bulunanlara, gıyâbında onun nâmına karalar bağlayanlara kadar. Kim inkâr eder; mihneti az değildi! Ama herkes cân-ı gönülden talip oldu bu mihnete. Kimi süreli, kimi fasılalı, kimi sokurdanarak, onun adına kahrolmanın ilenmesiyle, kimi dervişçe, ses etmeden... Ona muhterem bir kabile büyüğüne, bir ulu ihtiyara ve bir çelimsiz çocuğa siyanet eder gibi, rikkatle bakan bir cemaat bulutu vardı etrafında. Ulus'tan endişe etmeye angaje bir âcizler cemaati.
"Ne çok insana öğretmenlik etti. Derli toplu bilgi edevatından ziyade, büyüleyici köşe bucakları, göz kamaştırıcı ters açıları (son zamanlarda görsel bilgiye yoğunlaşmıştı) öğretti, yan bakmayı öğretti. Ulus Baker mitosunun vazgeçilmez bir unsuru, bildiği onca dildi; Ulus Baker muammasının unsurlarından biri de, bunların hangilerine tam teşekküllü hakim olduğu... Kadim Yahudi ilâhileri de dinledik onun sesinden, Afrika ninnileri de, Rus halk şarkıları da... Bilginin, düşünmenin, tefekkürün ummanına açılmanın şehvetini öğretti Ulus. Bir üniversite, akılla-fikirle-bilgiyle böyle sevişen bir adamı, sırf bu vasfı uğruna, kendi faunası içinde tutabilmeliydi aslında; ama yoktu ki öyle bir fauna...
"Yalnızca teknik anlamda öğrencilerden değil, onunla yârenlik eden herkesten, onun sohbet halkalarında bulunan herkesten bahsediyoruz. Ki, sohbetin kendisi kadar sohbet kelimesini de ne kadar sever, ne kadar sık kullanırdı; konu, mesele, söz, söylem... hepsi sohbetti onun dilinde.
"Belirli bir bağlama pek itibar etmeyen Ulus Baker müfredatından okurlar da istifade etti. Onun tarzına uygun bir başlık altında, Aşındırma Denemeleri adıyla kitaplaşan yazıları, yazabileceklerinin küçük bir küsuruydu. Aslında, yazdıklarının da. Muhtelif evlerde, muhtelif arkadaş bilgisayarlarında, muhtelif dillerde “bırakılmış” nice yazı başlangıçları, fragmanları, çeviri parçaları, yorum hamleleri duruyor Ulus'un! (Sanal âlemde gezinen ahkâmını saymıyorum.) Belki de zaten “yazı” kastı taşımayan sesli düşünceler, fikir sohbetleri... Ulus Baker'in şimdi mahrum kaldığımız sözü sohbeti...
"Kimselere benzemeyen birisiydi, melek gibi bir arkadaşımızdı. Hâlesi vardı onun. Altındaki adamı da görünmezleştiren bir hâle.
"Gittiği yer her neresiyse, hangi dinin cenneti, hangi hiçlik, hangi ebediyetse, orada kendine mahsus bir statüsü olacağı kesin. Anlayamadıklarımız, yapamadıklarımız, beceremediklerimiz için hakkımızı helâl etsin. Ama asıl, her neresi ise orası, ne olur artık kendine iyi baksın."