Dicle Baştürk Özarslan*
Kanal İstanbul Projesi sadece İstanbulluları değil yaklaşık 310 milyon insanı etkileyebilecek uluslararası bir mesele olarak duruyor karşımızda. Marmara Denizi ile Karadeniz’i birleştirecek olan kanalın çevresel etkisi Türkiye sınırlarının ötesine taşıyor. Uzmanlara göre bu kanal, Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler için ve Ege Denizi’ni de etkilemesiyle gündeme gelebilir. Deniz ekosistemini ve canlılarını olumsuz yönde etkileyeceği belirtilen proje, soluduğumuz havadan ve içtiğimiz suya kadar birçok konuda birçok risk barındırıyor. Yani 310 milyon insanın sağlığı tehdit altında.
Marmara Denizi ile Karadeniz’i birleştiren İstanbul Boğazı’nı düşünün. Yaklaşık yedi bin yıl önce, dördüncü jeolojik dönemde vadi arazisinin çökmesi sonucu oluşmuş. Tamamen doğal ve jeolojik bir sürecin sonucu. Aynı zamanda jeopolitik bir öneme de sahip. Karadeniz ülkelerinin Akdeniz’e ve diğer açık denizlere ulaşabilmesi için tek yol. Bu sebeple Boğaz’dan yılda yaklaşık olarak 40 bin gemi geçiyor. Boğaz’daki bu gemi trafiğini azaltmak ve ülke ekonomisine katkı sağlamak iddiasıyla AK Parti Hükümeti tarafından İstanbul Boğazı’na paralel yapay bir su kanalı inşa edilmek isteniyor. İstanbul Boğazı’ndan tam 16 kilometre daha uzun. İki denizi birleştirecek olan bu kanalla, Karadeniz’e ikinci bir musluk açılacak. İşte bilim insanları bu musluk problemini çözmeye çalışıyor. Projeyle ilgili şeffaf bir süreç yürütülmüyor. Bu yüzden uzmanlar kısıtlı imkânlarla ikinci musluğun açılmasıyla neler olabileceğini ortaya koymaya çalışıyor. Onlara göre söz konusu kanal, İstanbul Boğazı’nda yüzyıllardır devam eden doğal akıntı rejiminin bozulmasına neden olacak.
Kanal İstanbul Projesi, Türkiye’nin gündemine 2011 yılında girdi. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “çılgın proje” olarak duyurduğu kanala aradan geçen yaklaşık yedi yıla rağmen henüz başlanılmış değil. Küçükçekmece, Sazlıdere ve Durusu, kanalın geçeceği rota olarak belirlendi. 45 kilometre uzunluğunda, 100 metre genişliğinde ve 25 metre derinliğinde planlanan kanal projesi, halen Çevresel Etki Değerlendirme (ÇED) sürecinde. AK Parti Hükümeti’nin, 24 Haziran seçimi öncesi ısrarla “yapılacak” diye vurguladığı proje için 2018’in sonunda ihale sürecinin başlatılacağı belirtiliyordu. Hükümetin seçim sonrası açıkladığı 100 günlük eylem planında da Kanal İstanbul’un yap işlet devret veya kamu ortaklığıyla hayata geçirileceği ifade edilmişti. Ancak Türkiye’nin içerisinde bulunduğu ve uzmanların “daha da derinleşeceğini” belirttiği ekonomik kriz nedeniyle en az 65 milyar TL’ye mal olacağı belirtilen projenin nasıl yapılacağı şu ana kadar cevaplandırılmış bir soru değil. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın açıkladığı Yeni Ekonomi Paketi ile de Kanal İstanbul’un yapılması tartışmalı hale geldi. Çünkü kamuda tasarruf kapsamında ihalesi yapılmayan kamu projelerinin erteleneceği belirtiliyor. HDP Milletvekili ve ekonomi profesörü Erol Katırcıoğlu da bugünkü koşullarda böyle bir projenin yapımının sürdürülemez olduğunu belirtiyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bu projeden vazgeçtiğini düşünmediğini de söyleyen Katırcıoğlu, “Devlet kaynaklarını kullanma konusunda pek imkânları olmaz ama sermayesi olan inşaatçılara bu projeyi yap-işlet-devret modeliyle verebilirler. Sonuçta bu parayı da belli bir süre sonra devletten alacaklar. Ama bütün kamu projelerinde iptaller söz konusuyken bunun iptalini gündeme getirmemeleri de kolay kolay savunacakları bir şey olmaz. Hükümetin ne yapacağıyla ilgili çok büyük bir belirsizlik var” diyor.
Projenin istikbali şimdilik belirsiz ama yapılması durumunda 45 kilometre uzunluğundaki bu kanal, İstanbulluların yaşam alanlarının ortasından geçecek. Kuzey Ormanları Savunması ve Hiking İstanbul tarafından kanal rotasında üç etaplık yürüyüş organize edildi. Projenin etkilerinin anlatıldığı bu yürüyüşte Küçükçekmece’nin Altınşehir bölgesinde içerisinden geçtiğimiz tarlaların, ormanlık alanların ve köylerin bir kısmının sular altında kalacağını gördük. Hatta köylülerin evleri yıkılarak “kanal manzaralı” lüks konutlara dönüştürülecek. Peki buradaki tarlaların, köylerin sular altında kalmasına neden olacak bu projenin ucu nasıl oluyor da Romanya, Bulgaristan, Gürcistan, Ukrayna, Rusya ve Yunanistan’daki vatandaşları ilgilendiren bir çevre sorununa dönüşüyor? Bu ülkeler Kanal İstanbul’un söz konusu çevresel etkisinden ne kadar haberdar? Türkiye kendi sınırlarını aşan böylesine büyük bir proje için etki alanındaki ülkelerle nasıl bir diyalog içerisinde? Türkiye’nin uluslararası çevre yükümlülükleri neler ve Ankara bunların ne kadarını yerine getiriyor? Hepsinin cevabını bu dosyada derlemeye çalıştım.
Uzmanlara göre her şey Karadeniz’e ikinci bir musluğun daha açılmasıyla başlıyor. Tuna, Dinyeper, Dinyester nehirlerinden gelen sular nedeniyle Karadeniz, Marmara Denizi, Ege Denizi ve Akdeniz’e göre yaklaşık 30 cm daha yüksek. Akıntı yüksekten daha alçak yöne doğru olduğu için daha yüksekte olan Karadeniz, Marmara’ya doğru bir akıntı yaratıyor. Ancak bu aktıntı tek yönlü değil. Çünkü Akdeniz’den gelen tuzlu su da Marmara’nın derinlerinden Karadeniz’e doğru gidiyor. Uzmanlar Karadeniz’i ilk 100 metresi dışında “ölü bir deniz” olarak tanımlıyor. Yani, denizin dibinde canlı yaşamı yok. Akdeniz ise canlı yaşamının bol olduğu bir deniz olarak tarif ediliyor. Marmara Denizi’ne gelince “O da ölmekte olan bir deniz.”
İTÜ Öğretim Üyesi Prof. Dr. Naci Görür, Marmara Denizi için bu ifadeleri kullanıyor Marmara Denizi için: “Çünkü içeriğinde oksijenin bulunmadığı Karadeniz suyu ona doğru akıyor. Bu yüzden de aslında Karadeniz, akıntıyla beraber Marmara Denizi’ne ölüm taşıyor. Marmara Denizi’nde oksijen giderek tükeniyor.”
Marmara Denizi’nde oksijenin tükenmesiyle zehirli bir gaz olan hidrojen sülfürün artacağı yönünde uyarılarda bulunuyor uzmanlar. “Çürük yumurta kokusu”na benzetilen bu hidrojen sülfürün zamanla tüm İstanbul’u kaplayabileceğinden endişe ediliyor. Bir dönemin meşhur Haliç kokusu, İzmit Körfezi kokusu nasıl ki çevredeki yaşamı zorlaştırdıysa bütün İstanbul’u saracak benzer bir kokuyla sokakta yürüyemeyecek, evlerimizde pencerelerimizi dahi açmak istemeyeceğiz. Ne yazık ki bu sadece basit bir kötü kokudan ibaret değil. Bu aynı zamanda “zehirli bir koku”.
İstanbul Üniversitesi Kentleşme ve Çevre Sorunları Öğretim Üyesi Doç. Dr. Sevim Budak “O kokuyu içinize çektiğinizde -ki bu metan gazıdır-, o nefesi aldığınızda zehirli bir atmosferi solumuş oluyorsunuz, bu yüzden de orada yaşayamazsınız. Devasa göçler meydana gelebilir. Bu şehir boşalır” diyor.
Oşinograf Prof. Dr. Cemal Saydam, “havadan tozdan” adlı web sitesindeki Kanal İstanbul projesinin neden yapılmaması gerektiğini anlattığı bir yazısında, denizdeki bozulmanın sadece Marmara’yla sınırlı kalmayacağı görüşünü ortaya koyuyor.
Karadeniz’in ekolojisinin zamanla etkileneceğini belirten Saydam, tam da bu noktada uluslararası bir soruna dikkat çekiyor: “Rus ve Ukraynalı bilim insanları bu nedenle projeye karşı çıkacaklar.”
Şimdiye kadar Rus ve Ukraynalı bilim insanlarından projeye ilişkin gelen herhangi bir açıklama yok. Karadeniz’e kıyıdaş Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan’daki uzmanlar ise “projeyle ilgili Türkiye’nin tek başına karar veremeyeceği” görüşünde. O ülkelerden biri de Romanya...
Romanya, Batı Karadeniz’de yer alan bir ülke. Bulunduğu konum itibarıyla projeden en çok etkilenebileceği belirtilen ülkelerden. Çünkü tam da kanalın Karadeniz’e çıkışının bulunduğu bir havzada yer alıyor. Ancak Türkiye’den Romanya’ya projeye ilişkin şu ana kadar ulaştırılan herhangi bir bilgi yok. Romanya ise projeden kaygılı. Romanya Su ve Orman Bakanlığı projenin büyüklüğü göz önüne alındığında “büyük bir çevresel etkinin önemli bir ihtimal olabileceği” görüşünde. Bakanlık, projenin sınır ötesi risklerin dahil olduğu bir çevresel etki değerlendirme süreci yürütmesi konusunda ise “Türkiye’nin yükümlülükleri olduğunu” hatırlatıyor ve Ankara’nın projeyi uygulamadan önce Karadeniz’e kıyıdaş ülkelere danışmasını bekliyor. Romanya kendi özelinde ise projeyle ilgili “Türkiye ile yakın ilişki kurmak için hazır olduklarını” belirtiyor. Karadeniz’e kıyıdaş diğer ülkelerin resmi makamlarının bu konudaki görüşleri ise halen belirsiz. Keza, söz konusu ülkelerin ilgili bakanlıklarına yaptığım başvurulara bir yanıt alamadım. Türkiye’nin bu iddialar karşısındaki görüşünü sorduğum Çevre ve Şehir Bakanlığı da sessizliğini koruyor.
Romanya, Ankara ile işbirliği için hazır ama Türkiye’nin bu konudaki politikası ne olacak henüz belirsiz. Uluslararası çevre diplomasisi konusunda uzman Prof. Dr. Aykut Çoban, Türkiye’nin Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerle işbirliği için bir inisiyatif başlatmasını “uzak bir ihtimal,” olarak görüyor. Peki Karadeniz’e kıyıdaş ülkeler Türkiye’nin bu projesine karşı neler yapabilir? “Bu devletler, Türkiye’nin Karadeniz’i kirletecek, biyoçeşitliliğine zarar verecek ve peyzajını bozacak Kanal İstanbul projesinin Karadeniz’in Kirliliğe Karşı Korunması (Bükreş) Sözleşmesi ve eki protokollerine aykırı olduğunu vurgulayabilir, Türkiye’nin kabul ettiği yükümlülüklerini yerine getirmesini isteyebilir, işbirliği içinde birlikte bir çözüm üretmeyi önerebilirler. Biyolojik Çeşitliliğin Korunması Sözleşmesi de, sözleşmeye taraf devletlerin işbirliği ilkesini getirmiştir.”
Romanya’da deniz ve çevre araştırmaları yapmak için genç bilim insanlarının kurduğu ONG Mare Nostrum Derneği’nden Mihaela Candea Mirea kanalın “büyük çevresel etkilerinin hafife alınmaması gerektiğini” belirtiyor. Bu yüzden de kanalın getirebileceği ekonomik kazancın bu çevresel risklerin önüne geçmemesi gerektiğini düşünüyor. Mirea da kanalın Karadeniz’in ekosistemini etkileyeceğini belirten uzman görüşlerine katılıyor: “Nüfus dağılımı ve düzeni değişecek, deniz, istilacı türler için daha yüksek risk altında olacak.” Mirea, Karadeniz’e kıyısı olan ülkelerin kanal projesini kendi aralarında tartışması için harekete geçmeleri çağrısını da yapıyor.
Romanya’da kanalın Karadeniz’in ekosistemini olumsuz yönde etkileyeceğine ilişkin görüşe katılmayan uzmanlar da var. Onlardan biri de Ovidius Constanta Üniversitesi Doğal Bilimler Fakültesi’nden Prof. Dr. Dan Cogalniceanu. Kanal İstanbul’un deniz ekosistemine zarar verebileceğini söyleyen bilim insanlarının görüşlerini “neye dayandırdıklarını” soran Cogalniceanu, belki de bu çevresel etkinin “Karadeniz için yararlı olabileceğini” belirtiyor: “Kanal su hacmi bakımından küçük. Karadeniz'in çok genç bir deniz olduğunu ve oksijen oranının 150-200 metrenin altına düştüğünü akıldan çıkarmayın. Belki de Marmara'dan biraz daha fazla su değişimi durumu iyileştirecektir.”
Bulgaristan da Romanya gibi bir Batı Karadeniz ülkesi olarak projenin öncelikli olarak etki alanındaki ülkelerden. Bulgaristan’ın eski Çevre Bakanı Julian Popov aynı zamanda bir çevre aktivisti. Popov, Kanal’ın Karadeniz ve Marmara Denizi arasındaki su dolaşımını artırabileceğini kabul ediyor, ancak bunun ne kadar büyük bir etkisinin olacağını ciddi çevresel etki analizleriyle öğrenilebileceğini ifade ediyor. Hatta Popov’a göre, böyle bir analiz muhtemel etkileri tamamıyla öngöremeyebilir de. Popov bu yüzden, böylesine iddialı bir projenin Karadeniz ülkelerinin temsilcilerinin de katıldığı bir uluslararası çevre ihtiyaç analiziyle incelenmesi gerektiğini savunuyor: “Avrupa Çevre Ajansı veya bir başka Avrupa Birliği organı da bu araştırmaya katılmalı.”
Kanal İstanbul projesi geçen şubat ayında ÇED sürecine girdi. Süreç henüz tamamlanmadı ancak uzmanlar bu boyuttaki bir projenin yapılmasına standart bir ÇED raporuyla karar verilemeyeceğini savunuyor. WWF Türkiye (Doğa Koruma Vakfı) de bu görüşe katılan kurumlarından ve projenin muhtemel sonuçlarının ilgili paydaşların ve uzmanların katılımıyla kamuoyu önünde tartışılması gerektiğini ifade ediyor.
Gürcistan’dan Karadeniz’i Kirliliğe Karşı Koruma Komisyonu İçin Entegre Kıyı Bölgesi Danışma Kurulu Üyesi Mamuka Gvilava, Kanal İstanbul’un “kuşku duyulmayacak bir şekilde büyük çevresel etkilere neden olacağını” söylüyor. Gvilava’ya göre sınır ötesi sonuçları olacak böyle bir proje için Stratejik Çevresel Değerlendirme (SEA) raporunun alınması gerek. Gvilava da uluslararası alandaki diğer uzmanlar gibi Türkiye’nin Karadeniz’e kıyıdaş ülkelerle iletişime geçmesi gerektiği görüşünü savunuyor: “Karadeniz için büyük çevresel sorunlar bekliyorum. Bu nedenle projeyle ilgili kıyıdaş devletlere danışılması gerekecek.”
Kanal İstanbul’un açılması halinde beklenen çevresel olumsuz etkiler Marmara ve Karadeniz’le sınırlı kalmayacak. Akdeniz Kıyı Vakfı Başkanı Prof. Dr. Erdal Özhan’ın Yunan bilim insanlarının Ege’ye akan Marmara suyunun etkileri üzerinde çalışmalar yaptığını belirtiyor. Bu aynı zamanda Karadeniz’den gelen su. Özhan “Verilen bilgilere göre Kuzey Ege'nin hidrografisi, hidro-dinamiği ve kirlenmesi açılarından etkiler önemsenecek düzeydeler,” diyor. Özhan, kanal projesi için ÇED sürecinin yeterli olmayacağını savunan uzmanlara da katılıyor: “Stratejik Çevresel Değerlendirme (SÇD) yapılması gerekir. Gerekli bilimsel çalışmalarla Kanal İstanbul'un Kuzey Ege’ye yapacağı etkilerin boyutları araştırılmazsa, bu araştırmaları Yunan bilim insanları yaparsa Türkiye'nin başını ağrıtabilirler.”
Özhan, kanalın açılmasıyla Boğaz’daki doğal akıntı rejiminin bozulacağı ve bunun sonucunda Marmara Denizi’nde hidrojen sülfür oranının artacağı yönündeki görüşlere ise katılmıyor: ”Eğer alt katmandaki Akdeniz suyu tutsaklanır ve Karadeniz’e akma gerçekleşmezse bu katmana boşaltılan arıtılmış atık suların organik maddeleri birikerek oksijensizlik sorunu yaratabilir. Mevcut iki doğal kanal ve Kanal İstanbul'un iki katmanlı akım düzeninin değişik hava koşullarında nasıl olacağının uzman bilim insanları tarafından ciddi bir bilimsel araştırmayla ortaya çıkartılması gerekir. Bu araştırmanın sonuçları gemi seyri açısından da büyük önem taşımaktadır.”
Kanal İstanbul’un yapılmasıyla birlikte öngörülen çevresel sorunlardan biri de kazı işlemleri sırasında çıkarılacak olan toprak ve zorunlu hafriyat miktarıyla ilgili. ÇED başvuru dosyasına göre, kazı sırasında çıkarılması öngörülen hafriyat miktarı 1,5 milyar metreküp. Aynı zamanda 115 milyon metreküp dip tarama malzemesinin çıkarılması bekleniyor. Bu, yaklaşık 2 milyar 550 milyon ton hafriyat demek. TMMOB’un (Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği) hesaplamaları bu yönde. Hatta TMMOB’a göre gerçek rakamlar dosyada gösterilen miktarın daha da üstünde olacak. ÇED dosyasında bu hafriyatın nasıl taşınacağına ilişkin ise hiçbir bilgi bulunmuyor. Sadece çıkarılan hafriyatın dolgu malzemesi olarak kullanılacağı ve Marmara Denizi’nin kuzeyinde üç yapay ada oluşturulacağı ifade ediliyor.
TMMOB Çevre Mühendisleri Odası Üyesi Sedat Durel, “İstanbul’u kuzeyden güneye kazacaksınız, burada çıkacak olan toz, partikül maddeler İstanbul’a yayılacak,” diyor. “O partikül maddeler de başka bir yere taşınacak. Beş yıl sürecek deniyor. Oradaki toprağın yoğunluğunu bilmiyoruz, en iyi ihtimalle her gün 1 ya da 1,5 km’lik kamyon konvoyu oluşacak İstanbul’da. Yani evde otururken siz ne olduğunu bilmeyeceksiniz ama kötü bir hava soluyacaksınız. Bu bölgelerde yaşayan insanların evi toz içinde kalacak. Bu partikülleri solumak uzun soluklu ölümcül hastalıklara sebep olabilir.”
İçme suyu ve yeraltı su kaynakları da projenin olumsuz olarak etkileyeceği diğer hayati sonuçlardan. İstanbul’un su ihtiyacının yüzde 70’i kent dışı kaynaklardan sağlanıyor. Hatta İstanbul’daki içme suyu sıkıntısı nedeniyle Büyük Melen Projesi çalışması yürütülüyor. İçme suyu kaynağındaki sıkıntılara rağmen Sazlıdere ve Terkos barajları gibi kaynakları riske sokacak bir güzergâhta kanal projesi yapılıyor. İlk etapta İstanbul’un su ihtiyacının yüzde 10,21’ini sağlayan Sazlıdere Barajı, proje kapsamında tamamen iptal edilecek. İstanbul’un yüzde 20’lik su ihtiyacını karşılayan Terkos’un da yeni yerleşim alanlarının açılmasıyla neden olabilecek kirlilik sonucu yok olma tehlikesi var. Sedat Durel, “Su kaynakları yok olacak. İçtiğimiz suyun kalitesi düşecek,” diyor. “Melen’den su pompalanacak. Sazlıdere Barajı kalmayacak. Terkos Barajı’nın etrafına evler yapılacak. Musluk sularının bile kalitesi düşecek.”
Proje alanında bulunan tatlı yeraltı suları da tuzlanma riski altında. İstanbul Üniversitesi Orman Fakültesi Toprak İlmi ve Ekoloji Anabilim Dalı Öğretim üyesi Prof. Dr. Doğanay Tolunay, proje bölgesindeki toprak yapısının geçirgen bir özelliğe sahip olduğuna işaret ediyor. Tolunay’a göre, yeraltı suyu havzalarına inşa edilecek kanaldan sızıntı olursa Avrupa yakasındaki yeraltı suları geri dönüşü olmayacak şekilde tuzlanacak.
Bu haber, Punto24 ve Guardian Vakfı’nın desteğiyle yürütülen Objective Araştırmacı Gazetecilik Eğitim Programı’nın burs desteğiyle hazırlandı.