Ümit Kıvanç: Alın işte, gitti araba, hamamlarda kına yakın kıçınıza!

Ümit Kıvanç: Alın işte, gitti araba, hamamlarda kına yakın kıçınıza!

Ümit Kıvanç*

Diyanet'ten tokat gibi cevap!

 

Bu darbenin tahribatını giderebilir miyiz, bilmiyorum. Bu şok atlatılır mı? Bu utancın altından kalkılabilir mi? Kalkılsa ayakta durulabilir mi? Diyanet İşleri, resmî Twitter hesabından gürledi, esti, köpürdü, savurdu, yumruğu vurdu, noktayı koydu! Dedi ki Cumhuriyet'in bu en büyük haksız kazanç kurumu adına birileri: O araba geri gidecek! Zengin, aristokrat ailede dünyaya gelme dışında şahsî günahı bulunmayan Mercedes'in, Başkan Görmez'in ardından mahzun mahzun baktığı bazı fotoğraflar eşliğinde, Diyanet'in salvosu, şamarı, aparkatı, dizi, dirseği, volesi... sanal âlemi dolaştı, kimbilir, o arada belki cumhurbaşkanının siyasî rakiplerince pisletildiğini iddia ettiği cami duvarlarına dahi sürünüp geçti. Açıklama kılığına girmiş bir had bildirme manifestosu, evlerinde bulunanlarımızı kanepeye, koltuğa, mazallah açıktakileri en yakın kapı aralığı veya telefon kulübesine sığınmak zorunda bıraktı. Gürlüyordu Diyanet, yedi yerle yedi gökle birlikte; tertemiz sarıkların altından süzülen gözyaşlarıyla ıslanmış yumruklar, haklı bir isyanın öfkesiyle, klavyelere, laptop kapaklarına, tablet ekranlarına iniyordu. "İftira" diyordu Diyanet, "itibarsızlaştırma" diyordu; mazallah, dilimiz varmaz, "yalan" diyordu, "yalan"! Bunlar yüzünden, ne doğmamış güneşler batıyor, arka koltuklarda ne oyunlar yarım kalıyordu. "Araç alımı üzerinden yapılan bu kadar yalan, iftira, itibarsızlaştırmadan dolayı araç iade edilecektir. İbreti alem olsun diye iade edilecektir." Böyle dedi Diyanet. Ve çıktı. Vakarıyla, onuruyla, ağırlığı, temizliğiyle... Aynı sıralarda Diyanet İşleri Başkanı, "Yapamam," diye inliyordu, "söyleyemem!.." Yalanlar, iftiralar, boğazına sarılmış sıkıyorlardı, başkan üzülüyordu, sarık kirleniyordu... Aktarıldığına göre, diyalog şöyle geçmiş: Başkan - Evime alındığı söylenen o şeyin adını telaffuz etmeme ahlâkım izin vermez. Sunucu - Jakuzi mi? Başkan - Evet. Ben söyleyemem. Allah müstahakınızı versin, başkan, niye söyleyemezsiniz? Jakuzi deyince aklınıza söylenmesi ahlâken sakıncalı bir şey geliyorsa durumunuz pek vahim değil mi? "Duş teknesi" veya "küvet" demenizde herhangi bir sakınca var mı? Gerçi ben de meselâ ahlâken, çay karıştırırken kullanılan şeyin adını söyleyemem. Ayrıca bozulmasın diye yiyecekleri sakladığımız, elektrikli dolabın adını söylememi de doktor yasakladı. Biliyor musunuz, Amazon yerlileri, fiyort ve buzul diyemezler, yasaktır! Fakat tabiî zihin durmuyor ki! İhtimal: Başkan jakuzinin ne olduğunu bilmiyor. Bilmiyorsa, ahlâken mahlâken meselelerini nasıl işe karıştırabiliyor? İçinde suyla köpükle seks âlemleri yapmaya yarayan bir düzenek olarak mı kulağına çalınmış meselâ? Jakuzinin "fena maksatla" kullanılmış olabileceği herhangi bir filmi izlediğini varsayamayız herhalde. Ahlâken! Peki kim, koskoca kurum başkanına, kendisini bu şekilde cehalete sürükleyecek bir yanlış bilgiyi zerk etmiş? Fakat sonra birileri jakuzide fantezi yaparsa karışmam, orası ayrı!.. Bir de, sevsinler, der, severim, Mercedes'le sıfır, jakuziyle bol ahlâkî problemi olanı. Toparlamam, sonuç çıkarmam lazım. Fakat ne? Nasıl? Şu mu meselâ: Madem Diyanet arabayı geri veriyor, daha da jakuziye girmem!  Belki şu: Alın işte, gitti araba, hamamlarda kına yakın kıçınıza! Ha? Hayır, bir şey değil, biz zaten, ayıptır söylemesi, azıcık geniş bir toplumuz, fakat "ibret-i âlem" demişler; âlem!; yine birkaç gariban Japon intihar edecek utancından.

*Bu yazı riyatabirleri.blogspot.com.tr blogundan alınmıştır