*P24
Alışılmadık şekilde canlı yayımlanan Tahran Zirvesi kapanışında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın “sonuç bildirisine ateşkesi de koysaydık” önerisine, “radikal cihatçı gruplar adına taahhüde girmeseniz” mealinde karşılık vermişti. Şimdi Ankara, “adına taahhüde girme” aşamasını da geride bırakıp, silahlı ve kararlı cihatçıların davranışlarına hakim olma iddiasını üstlendi. Bir yandan onların hâmisi, öbür yandan sivrilerin törpüleyicisi olmayı kabullendi. Ya törpülenmeyi kabul etmeyecek olanlar? Onlardan da Türkiye sorumlu. Soçi’de dört buçuk saat süren Putin-Erdoğan toplantısından çıktıktan sonra Rusya Devlet Başkanı, “gerilimli, ama yapıcı ve verimli geçti” dedi. Putin beklenen diplomatik jargonla konuştu ve “terörizmle savaş” konusunda Ankara ile aralarında ayrılık olmadığını vurguladı: “Rusya ve Türkiye Suriye’de bütün biçimleri ve tezahürleriyle terörizm ile savaşma konusundaki kararlılıklarını tekrar teyit ettiler. Ortak fikrimize göre, planlanan adımların pratik olarak atılması, Suriye çatışmasının siyasî yoldan çözülmesi sürecini hızlandıracak, Cenevre platformundaki çalışmaları güçlendirecek ve Suriye toprağına barışın geri gelmesine katkıda bulunacak.” Putin muhatabına göre daha rahat ve huzurlu olmalıydı, çünkü üzerine düşen, sadece, zaten kendi desteği olmaksızın iş göremeyecek Suriye ordusunun İdlib’e topyekûn saldırısını -şimdilik- durdurmak. ABD Dışişleri’nin açıklaması da, Putin’in tutumu gibi, olağan, sıradan bir diplomatik temas üzerine fikir ve temenni teatisinde bulunuluyor izlenimi yaratıyordu: “Şiddeti azaltacak her girişimi memnuniyetle karşılıyoruz,” dedi ABD Dışişleri. “Umarız çatışmasızlık kalıcı olur.” Öte yandan, ABD’nin bu işin neresinde yeraldığına dair rivayet muhtelif. Hattâ Ankara’nın İdlib’e büyük harekâtı durdurma girişimlerinde Washington’la bir tür iletişim içinde hareket ettiğini ileri süren de bol. Geride ABD var veya yok, fark etmez, Erdoğan Putin’inkine göre çok daha zor vazifelerle çıktı toplantıdan. Varılan anlaşmanın “büyük bir insanî krizi önleyeceğini” söyledi. Kabaca İdlib diye tarif edilen, silahlı cihatçı ve muhalif grupların elindeki bölge ile, burayı kuşatmış Suriye ordusu ve İranlı milislerin cephe hatları arasında, 15-20 km derinliğinde “silahtan arındırılmış bölge” kurma kararını şöyle sundu: “Muhalefet, şu anda bulunduğu bölgede kalmaya devam edecek. Bu arada biz bu bölgede radikal grupların eylem yapmamasını garanti altına alacağız. Rusya da İdlib çatışmasızlık bölgesinin saldırıya uğramamasını garantileyecek tedbirleri alacak.” “Radikal grupların eylem yapmamasını garanti altına almak”!? “Muhalefetin bulunduğu yerde kalacağı” bir durumda?! Bahsedilen bölgenin yüzde altmışı “radikal gruplar”ın en güçlüsünün elindeyken? Yerel idaresiyle bilmemnesiyle… Soçi’de Ankara’nın üstlendiği, taahhüt ettiği şey, İdlib’in yarıdan fazlasını elinde tutan Heyet Tahrir el-Şam’ın tasfiyesi, yani. Verilen garantinin yerine getirildiğinin Rusya tarafından da kabul edilmesi için süre, 15 Ekim’e kadar. Genel olarak Suriye, özel olarak İdlib’te olan biteni izlemeye çalışan herkesin duygularını Financial Times’a konuşan akademisyen Kerim Has dile getirdi; anlaşmanın Türkiye açısından “çok riskli” olduğunu söyledi: “Türkiye fiilen İdlib’teki radikal grupların silahsızlandırılmasının garantörü oldu.” Ya Ekim’in 15’ine kadar Türkiye bu hedefe ulaşamazsa ne olacak? Has da aynı soruyu sordu: “Ekim’in 15’ine kadar Türkiye bu hedefe ulaşamazsa ne olacak peki?” HTŞ’den El-Gazi: Bizi katlederler Soçi toplantısının hemen ardından, Sputnik’te, dişe dokunur hiçbir laf içermeyen bir haber yeraldı. Rusya Uluslararası Araştırmalar Enstitüsü Küresel Problemler Merkezi Direktörü Viktor Sergeyev’den iki cümle alınmış, haber belli ki şu başlığı atabilmek için yapılmıştı: “İdlib’e operasyon kararı geçici olarak ertelendi”. Bu “geçici olarak” sopasının 15 Ekim’e kadar sık sık sallanacağı belli. Ne diyecekleri şu anda Rusya Uluslararası Araştırmalar bişeysinden daha büyük merakla beklenen kişiler, Moskova’da değil, İdlib’te. Heyet Tahrir el-Şam’dan (HTŞ) El-Zübeyir el-Gazi Soçi kararını şöyle [ ] değerlendirdi: “İsyancıların elindeki bölgeler savunmasız ve saldırıya açık kalacak. Askerî ve idarî denetim elden gidecek. Rejimin mevzilerine karşı isyancılara misilleme imkânı veren kilit yerler kaybedilecek.” Yani onlar da büyük harekâtın ancak geçici olarak durdurulduğunu düşünüyor. Daha önemlisi, kendileri de geçici olarak duruyorlar. Ve durmaya niyetlerinin olmadığını gizlemiyorlar. HTŞ başlıbaşına büyük -ve asıl- mesele, ama potansiyel sorun kaynakları onunla sınırlı değil. Anlaşmada, silahlı cihatçı ve muhalif örgütlerin elindeki bölgenin neredeyse ortasından geçen Halep-Hama ve daha da ortasından geçen Hama-Lazkiye karayollarının bu yıl sonuna kadar açılması var. Yani en iyi ihtimalle ağır silahlı muhalif örgütlerin tehdidi altında gidilip gelinecek. Daha büyük ihtimalse, örgütlerin bu yolun açılmasını birtakım koşullara bağlamaya çalışmaları. Karayolları, özellikle Halep-Hama yolu konusunda şimdilik sözü edilmeyen, ama pekâlâ gündeme gelebilecek bir çözüm de, radikal örgütlerin etkisi kırılabilirse “arındırılmış” bölgenin karayolunu da kapsayacak şekilde genişletilmesi olabilir. Her hâlükârda Suriye yönetimi bu yolu bir an önce almak isteyecektir. Ancak bu şartlarda “alması” da yolun TSK’nın denetiminde olması gibi bir anlama gelecek. Suriye’ninki gibi bir mutlak denetim rejimi, Soçi anlaşmasıyla doğacak böyle bir sallantı durumuna acaba ne kadar katlanır? İdlib’e topyekûn saldırmasın diye Şam’ı durdurmaya söz veren Moskova, üslerinin yanıbaşında, her an kendisine ve desteklediği rejime karşı dönmeye hazır, muazzam bir silahlı gücün, üstelik bir komşu devlet ordusunun bu defa resmen tanınmış, izin verilmiş destek ve takviyelerinden de yararlanarak varolmasına, yerleşmesine, bölgeyi idare etmesine ne kadar katlanır? Halep-Şam hattı güvenilir şekilde işlemezse Suriye’nin yeniden inşası, “işlemesi” nasıl mümkün olacak? İdlib’te “statükonun sürmesi”ni hedefleyen Ankara politikasının, giderek Türkiye’nin bölgeye bütünüyle yerleşmesine yolaçacağından endişe duymaz mı Şam’da -ve Moskova’da- kimse? Yoksa Moskova bir yere kadar buna alan açarak mı ilerler? Nereye? Öte yandan, sözkonusu karayolu bir şekilde açılsa bile, HTŞ’den kopmuş safkan El-Kaide’ciler ve vaziyetin eğretiliğinden huzursuz olacak, bir defa Rusya hava kuvvetlerince yok edilme tehdidinden sıyrıldıktan sonra, rejimin boyunduruğundan çıkıp Ankara’nın buyruğuna girmekten haz etmeyecek ezcümle silahlı cihatçı hiç mi saldırmayacak karayolundan geçenlere? Yoksa yol açıldığında bunlar çoktan “gitmiş” mi olacak? Nereye? Sahiden, Türkiye’nin sorumluluğundaki bölgede artık “eylem yapmaması sağlanacak” onca cihatçı nereye gidecek? Cisr el-Şuğur’daki Talibancı, El-Kaide’ci Uygur ve Orta Asyalı tayfa nereye gidecek? Hatay? Gaziantep? Silahsızlandırma operasyonu esnasında TSK radikal cihatçılarla çatışmak durumunda kalırsa, onların gerikalanları intikam eylemlerine girişmezler mi? HTŞ sorumlularından birinin söylediklerini yukarıda aktardım. Sözlerinin devamını da burada aktarayım. Sam Heller’a göre, El-Zübeyir el-Gazi, Bosna savaşı ve Dayton Anlaşması’ndan sözetti, anlaşmaya göre Bosnalılar silahsızlandırıldıktan hemen sonra Sırpların girip Uluslararası Barışgücü’nün gözü önünde silahsız Bosnalıları nasıl katlettiğini hatırlattı. Eski El-Kaide şubesi örgütün sorumlusuna “sıkıntı yok, o iş bende” mi denecek? HTŞ sorumlusunun beyanından, örgütün Ankara’yı nasıl bir konumda gördüğünü de anlamıyor muyuz? Evet, Soçi anlaşması ilk bakışta, Ankara’nın hesap kitabı (“oyunda kalma”) açısından başarılı bir adım gibi gözüküyor. Ama bu oyuna bu şekilde girilerek üstlenilen muazzam risk, sahiden göze alınabilir boyutta tehdit midir? Belki şunu da giderek daha sık, ısrarla sormak lazım: Bu kadar büyük risk ne uğruna göze alınıyor?