Bugüne kadar Türkçede 100 baskı yapan, farklı dillere de çevrilen ‘Stratejik Derinlik’ için Başbakan Ahmet Davutoğlu sık sık, “Dışişleri Bakanı ve Başbakan olarak, kitapta yazdıklarımı uygulama fırsatı buluyorum” diyor. Ümit Kıvanç, kitabında ‘Stratejik Derinlik’in yanı sıra Başbakan Davutoğlu’nun son günlerde yaptığı bazı konuşmalara da dikkat çekiyor. Jeopolitik ve strateji kavramlarını da tartıştığı kitabında Kıvanç, Davutoğlu’nun bakış açısını “Osmanlı romantizmiyle, Pan-İslamist milliyetçiliği kanatlandıran tehlikeli bir jeopolitik anlayış” olarak değerlendirdi.
Agos gazetesinden Ferda Balancar’a konuşan Ümit Kıvanç, “İşçilerin sabahları patronlarla beraber ibadet edip, ondan sonra çalışmaya başlayacağı bir düzen hayal eden birileri faşisttir. Eğer birileri din adına birtakım doğruları dayatıp da topluma şekil verecekse orada demokrasi olmaz. Davutoğlu’nun ‘stratejici’, ‘jeopolitikçi’ bakışına göre, her şey birtakım güçler anlamına geliyor. Mesela kültür yerine jeokültür demeyi tercih ediyor. Bu güçlerin hemen hepsi ‘milli güç’ denilen ana gücün unsuru. ‘Milli güç’ ise devlet tarafından kullanılacak. Burada bir verimlilik anlayışı söz konusu. Demokrasi, verimsizliği göze alırsanız demokrasi olur” dedi.
Ferda Balancar’ın Ümit Kıvanç’la yaptığı söyleşi şöyle:
Kitabın adından başlayalım. Pan-İslamcı’yı nasıl tanımlıyorsunuz?
Yaptığım tanım beni bağlar. Türkiye’de Pan-İslamcı denince ilk akla gelen II. Abdülhamit’tir. Onun yapmak istediği, ‘İslam birliği’ fikri ve ruhu etrafında Osmanlı ülkesinin sınırlarını taşan bir siyasi etkinlik sağlamaktır. Pan-İslamizm, İslam’ı bir çeşit küresel, yani bölgeler ötesi etkinliğin aracı haline getirme çabasıdır.
Türk-İslam sentezinden farkı ne?
Her Türk-İslam sentezcisi Pan-İslamcı olmayabilir. Pan-İslamizm’de dünya etkinliği söz konusu. Türk-İslam sentezinin ufku ise genellikle ‘Türk dünyası’yla sınırlıdır. Bu çağda Kuzey Afrika’yı fethedemeyeceğimize göre, oralarda farklı yollardan bir etkinlik sağlayacağız. O ülkeler bizi dinleyecek. Birkaç ülkeden oluşan bir bloğun üyesi, hatta lideri olacağız. Bu bloğa bir şemsiye oluşturacağız. Bu şemsiyenin ana maddesi de İslam olacak. Davutoğlu’nun Pan-İslamcılığını böyle anlıyorum açıkçası. Bu kavramı kullanmayabilirdim de.
Neden bu kavramı tercih ettiniz?
Herkesin kolaylıkla Osmanlıcı dediği Davutoğlu’nun, bizim bildiğimiz manada bir Osmanlıcı olmadığını vurgulamak istediğim için Pan-İslamcı kavramını kullandım. Bir de, Behlül Özkan’ın Davutoğlu’nun makaleleri üstüne çalışması oldu. Özkan, Davutoğlu’nun öğrencisi olduğu için onu iyi tanıyor. Onun Davutoğlu’na “Pan-İslamisttir” demesi önemli.
İslamcılıkla Türk milliyetçiliği arasında oldukça ince bir sınır olduğunu, bu sınırın da sık sık ‘ihlal edildiğini’ biliyoruz. Davutoğlu’nun Pan-İslamcılığını Türk milliyetçiliğinden ayıran nedir?
Bir Türk milliyetçisi, herhangi bir tarihi dönemdeki bir Türk devletini sahipleniyor. Davutoğlu’nun sahiplenmesi için o devletin İslam devleti olması yeterlidir. Onun için Osmanlı’nın önemi, İslami idealleri birkaç yüzyıl gerçekleştirebilmiş olmasından ileri gelir. Ama sadece Osmanlı’yla sınırlı bir vizyonu yok.
İşçilerin sabahları patronlarla beraber ibadet edip, ondan sonra çalışmaya başlayacağı bir düzen hayal eden birileri faşisttir. Eğer birileri din adına birtakım doğruları dayatıp da topluma şekil verecekse orada demokrasi olmaz.
Günümüzdeki İslamcı akımlardan söz edilirken zaman zaman ‘İslamofaşizm’ kavramı da kullanılıyor. Kitabınızdaki bazı yorumlarınız bu kavramı çağrıştıryor. Davutoğlu’nun İslamcılık algısıyla faşizm arasında nasıl bir ilişki var?
Buna cevap vermek için ‘Stratejik Derinlik’ üzerine yapılan bir çalışma yeterli olmaz. Faşizm öncelikle bir toplum biçimi, bir devlet-toplum ilişkisi biçiminin adıdır. Türkiye’de ise her türlü baskıya faşizm deme alışkanlığı var: Faşizm kabaca, en güçlülerin en tepede yer aldığı bir mülk sahipleri piramidinin örgütlenme biçimidir. Her askeri rejim faşizm değildir. Bu açıdan bakıldığında İslamcılık zaten faşizme yol açmaması çok zor olan bir şeydir. İşçilerin sabahları patronlarla beraber ibadet edip, ondan sonra çalışmaya başlayacağı bir düzen hayal eden birileri faşisttir. Eğer birileri din adına birtakım doğruları dayatıp da topluma şekil verecekse orada demokrasi olmaz. Davutoğlu’nun ‘stratejici’, ‘jeopolitikçi’ bakışına göre, her şey birtakım güçler anlamına geliyor. Mesela kültür yerine jeokültür demeyi tercih ediyor. Bu güçlerin hemen hepsi ‘milli güç’ denilen ana gücün unsuru. ‘Milli güç’ ise devlet tarafından kullanılacak. Burada bir verimlilik anlayışı söz konusu. Demokrasi, verimsizliği göze alırsanız demokrasi olur. Toplumun, bütün örgütlenmelerini derleyip toplayıp devletin eline veren bir bakıştan demokrasi çıkmaz. Bunun bir çeşit faşizme yol açabileceği de açıktır. Gezi olayları sırasında Tayyip Erdoğan’ın “Yüzde 50’yi evde zor tutuyorum”, “Esnaf gerektiğinde polis olur” gibi sözleri bunun örnekleridir. AKP Gençlik Kolları’nın bir toplantısında Davutoğlu’nun yaptığı bir konuşma var; adeta bir faşist önder konuşması.
Davutoğlu’nun 28 Şubat döneminde Harp Akademileri’nde ders vermesi ne anlama geliyor?
Türkiye’deki temel kavga olarak karşımıza getirilen ‘cami-kışla kavgası’nın hiç de temel bir kavga olmadığını gösteriyor. Devletin temel çizgileri söz konusu olduğunda, bu iki kesim ne zaman farklı oldular ki? Mesela, derin devlet ya da ordu katliamlar düzenlerken, bu katliamlara şu anda AKP’li olan kitleler katıldı. Kitapta ulusalcı yazarlardan da örnekler verdim. Bir fark var arada: ulusalcılar daha pısırık. Pan-İslamcılar daha cüretkâr çıktılar. Ama total olarak baktığınızda ulusalcılarla temel bir fark yok.
Kürt sorununda Davutoğlu ne yapar?
Bu, toplumsal bir mesele. Bizdeki ‘millet-i hâkime’ kimseyle eşit olmak istemiyor. Şu anda herkes anladı ki Kürtler diye toplumsal varlık var. Toplumda “Tamam, hadi biz bakmıyoruz, ne yapacaksanız yapın!” gibi bir tavır ağır basıyor. Öte yandan Türkiye’nin dört yanında Kürtlere saldırı oluyor. AKP Kürtleri savaşmaz halde tutacak bir oyalama taktiği benimsedi. Kürtler de haklı olarak “Peki, anladık, hadi şimdi ne olacak” diyorlar.
Davutoğlu belirleyici olsa bir şeyler değişir mi?
Davutoğlu’nun da AKP yönetiminin de şöyle bir anlayışı var. Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ve KDP, AKP’nin müttefiki oldu. “Türkiye’de PKK değil de dindar Kürtler öne çıksa, onlar o kadar da çok şey istemez.” Ben böyle bir kafa olduğunu düşünüyorum.
Davutoğlu ile Tayyip Erdoğan arasında zihniyet farkı var mı?
Tayyip Erdoğan, pratik ve pragmatik bir siyasi lider. Herkesi ve her şeyi kullanıyor. Uygun adamı uygun yere koyuyor. Erdoğan, hayatına önyargılarıyla, arzuları ve hırslarıyla yön veren bir insan. Biz şimdi anladık ki 10 yıldır dış politikada Davutoğlu’nun sözü geçiyormuş. Şu anda Davutoğlu’nun içini doldurduğu dış siyaset anlayışı, Erdoğan’ın isteklerine uygun düşüyor. Yarın başka bir şey yapmak gerekirse Erdoğan başka birini bulur. Yani bu yapıda harcanabilecek kişi Davutoğlu’dur ama şimdilik böyle bir şeye gerek duyulmuyor. Erdoğan için Davutoğlu çok ideal bir partner, çünkü yapı olarak onun yerinde gözü olabilecek bir lider adayı değil. Davutoğlu ‘saygı duyulan bir hoca’ ama asıl lider Erdoğan.
Ermeni Soykırımı’nın 100. yıldönümünde Davutoğlu’ndan nasıl bir pratik bekleyebiliriz?
Tam Türk usulü olacak. Soykırım gibi bir olayın ağırlığıyla bağdaşmayan hafiflikte bir tutumla karşılaşacağız. Erdoğan’ın ‘taziye’si önemli bir adım. Birkaç yıldır 24 Nisan’da Taksim’de anma yapılabiliyor. Bu sene de birkaç sembolik adım atılır ama onun ötesinde fazla bir şey beklemiyorum. Öte yandan Doğu Perinçek’in AİHM’deki davasına sahip çıkılması gösteriyor ki bu fasıllar da bırakılmayacak. Ortada iyi niyet olmayınca böyle çelişkili tutumlar olabiliyor tabii.
Ermenistan’la imzalan protokoller Davutoğlu’nun eseriydi. Bunun anlamı neydi?
Protokoller, Kafkasya’da Türkiye’nin etkinliğini artırma arayışının bir ürünüydü. Türkiye’nin Azerbaycan ve Ermenistan’ı barıştırmaya çalışması bölgede etkinliğini artırma anlamına geliyordu ama başarılı olamadı. Rusya’nın hükümranlık sahasına girmek kolay değil.
Davutoğlu’nun AB’ye bakış açısı nasıl?
AB’ye tam üyelik onun hoşlandığı bir fikir değil. Ona göreAB’ye pazar olarak muhtaç değiliz; “Afrika var, Asya var” diyor. İslam’ı kullanarak oralarda büyük işler yapılabileceğini düşünüyor. Davutoğlu’nun kitabının bu kadar coşkuyla karşılanması da bundan. Bir elin Fas’ta, bir elin Özbekistan’da…
‘Stratejik Derinlik’ 2001’de yazılmış. 2015’te bunca deneyimden sonra Davutoğlu’nda bir değişim olmuş olamaz mı?
Kendisi “O zaman yazdığımı şimdi uyguluyorum” diyor. Eğer “2001’de yazdım ama revize edilmeye ihtiyacı var” demiş olsaydı o zaman bu tür yorumlara hakkımız olmazdı. Kitabımın çıktığı günlerde sekiz-dokuz yazarlı ‘Stratejik Zihniyet: Kuramdan Eyleme Ahmet Davutoğlu ve Stratejik Derinlik’ başlıklı bir kitap yayımlandı. ‘Stratejik Derinlik’, sadece bir akademik ders kitabı değil, bir eylem kılavuzu. İslamcı ve AKP’li çevrelerde adeta Lenin’in ‘Ne Yapmalı’sı gibi muamele görüyor. Bunu kitabı aşağılamak için söylemiyorum. Gerçek bu.