Ümit Kıvanç*
Basılı gazete, televizyon, internet fark etmez, gazetecilik denen faaliyetin gerekçesi, zemini, çerçevesi şu soruya bağlı olarak şekillenir: Civarda ve ülkede ve dünyada neler oluyor? Olan biten ve kahramanları dışındaki insanları da ilgilendirebilecek her şey izlenmeye çalışılır, seçilir, ayıklanır, derlenen veriler sunulabilecek olgunluğa getirilir ve yayımlanır. Her işin başı, “Neler oluyor?” sorusudur. Demeç gazeteciliği, çoğu zaman bu temel ilkenin inkârıdır. Gazeteciliğin bu çarpıtılmış uygulaması, aynı zamanda bir tür “faaliyet raporu” gazeteciliği diye adlandırılmayı hak eder. Basitçe propaganda denip geçiştirilemeyecek özellikleriyle, pekâlâ bir halkla ilişkiler gazeteciliğine de dönüşebilir. Meslek için pek çok yönden yıkıcıdır. Bizimki gibi, olguya, veriye, gerçeğe, fikre, muhakeme ve ona dayalı tesbit ve yargıya değer verilmeyen, infial ve tezahürat toplumlarında demeç-faaliyet raporu gazeteciliği hayli zararlı toplumsal faaliyet türlerindendir. Demeç gazeteciliğinden ne anlıyoruz? Olan biten yerine söylenen sözün “olay” yerine geçirilmesini. “Ulaştırma bakanı: Bin kilometrelik tünel yapılacak” diye bir haber, sadece bakanın niyet ve temennisini yansıtıyorsa, haber maber sayılmaz meselâ. Veya, “Turizm bakanı, ‘Plajlarımız mükemmel’ dedi” diye, “İçişleri bakanı, ‘Bunlar hainlerdir’ dedi” diye haber olmaz. Sanayi bakanının gelecek yıl yapılacaklara dair vaatleri, eğer somut anlaşmalara, temel atmalara vs. dayanmıyorsa, en fazla, “bakanın dilekleri” başlığı altında köşeye konabilir; ille de yayımlanacaksa. Ana muhalefet liderinin, “Bu rezalettir”demesi de gerçekte haber değildir. Onun herhangi bir iktidar uygulamasını lafla eleştirmesi, alınan tavır beklenmedik ise ya da birtakım somut sonuçlar doğuracaksa sahici haberdir. “Muhalefet bilmemneyi protesto için miting düzenleme kararı aldı” ise ortada bir haber vardır. Türkiye’nin yerleşik -hem toplumsal hem de gazetecilik alanına ait- alışkanlıkları nedeniyle, söylediklerimin kimilerine pek tuhaf görüneceğini biliyorum. Çünkü bizde gazeteciliğin büyük kısmı demeççilikten, faaliyet raporculuğundan ibaret.
Demeç gazeteciliği, sadece mesleğin değerini düşüren, mesleği kalitesizleştiren bir tehlikeli yan-yol değil. Daha derin deforme edici tesirleri var. Siyasetçiden, yöneticiden, her alanın iktidar sahiplerinden “laf koparma”yı haber sayma çarpıklığını yerleştirdiği için, gazeteciyi güçlülerin, iktidar sahiplerinin yakınında bulunmaya sevk ediyor, öncelikle. Cumhurbaşkanının uçağı, başbakanın odası, holding patronunun yazlığı şu bu, gazetecinin, sadece “haber” çıkarma amacıyla bulunmak istediği yerler olmaktan çıkıyor. Güç sahibinin yakınında bulunabilmenin elbette bedeli var. Gazeteci bu bedeli ödüyor, çoğu zaman bağımsızlığından vazgeçiyor ki, o koparılacak lafları herkesten önce işitebilsin. Belirtmeye gerek yok: o lafların doğru olması, herhangi bir gerçeğe, olan veya olacak olaya işaret etmesi gerekmiyor. “Cumhurbaşkanı ‘Yumruğu vuracağız’ dedi” “haberini” yayımlamayacak yayın organı mı var? O sırada tam aksine, el sıkışmaya hazırlanılıyor olabilir, yumruk yenmiş olabilir, ortada sıkılı yumruk falan olmayabilir. Demeç gazeteciliği dikkatleri buradan alır, hop!, sözün kendi başına haber sayıldığı çarpık âleme bizi sokar. Bu çarpıklığın ulaştığı en üst seviye, televizyonlarda, adları çok yanlış şekilde “tartışma” diye konmuş programlardır. Buralarda fikrin, sahiden tartışmanın olması imkânsızdır ve neredeyse hiç görülmemiştir. Buralarda karşılıklı sözler söylenir. En etkilisinin, çarpıcısının söylenmesine çalışılır. Ertesi gün, buralarda söylenmiş sözler ayrıca “haber”leştirilir. Sözün başlıbaşına olay ve haber sayılması doğallaştırılmış, içselleştirilmiş olmasa, bu programlar izleyenlere pek anlamsız görünürdü. Demeç gazeteciliğinin yarattığı en büyük fiilî tehlike, mesleği, yukarıda da andım, faaliyet raporu aktarıcılığına dönüştürmesi. Gazeteci kimliğiyle bir “yetkili”ye yaklaştığınızda, sizden beklentisi, yaptıklarını ve yapacaklarını duyurmanızdır. Yaklaşabildiğiniz bir patronsa, ekonomiye katkılarından, projelerinden sözetmenizi ister. Bu yakınlıktan başka zaman başka haberler için faydalanmayı umarak böyle bir aktarıcılığa giriştiğinizde, bir süre sonra sözkonusu iktidar sahibinin faaliyet raporcusu gibi bir konumda olacaksınızdır. Yani onun için bir tür halkla ilişkiler (PR) çalışması yürüten, âdetâ gönüllü bir ajan olup çıkacaksınız. Aslına bakarsanız, demeç gazeteciliği esas olarak o demeçleri verenlerin toplumun gözünde önemlileştirilmesi işini görür. Bu doğrudan bir sonuçtur. “Şunu dedi” haber olabiliyorsa, şunu demesi “haber” olan bir kimseyle karşı karşıyayız demektir. O konum, bir şey dediğinde haber olanların konumudur. Böyle bir konum vardır, gazeteci oraya yakındır, orada bir şey denmesi olaydır, haberdir. Demeç gazeteciliği, başlıbaşına bir iktidar kurma-kabul ettirme organizasyonunun işlemlerinden sayılmalı.
Gazetecinin belki bütün bunların farkında olabileceği, “alma-verme” ilişkisinde dengeyi koruyabileceği, başka yerden alınamayacak bilgi uğruna kimi zaman muktedir muhataplar katında hoşa gidecek işler yapmayı göze alabileceği ileri sürülebilir. Ancak giderek sıkışan zamanda, giderek daha seri ve daha yoğunlaştırılmış, haplaştırılmış haber aktarıcılığı haline gelen mesleğimizde hassas dengelerin gözetilmesi de giderek zorlaştığı gibi, gazetecinin muktedirlerle yakınlaşmasının başka bir zararlı sonucu, demeç gazeteciliğinin kötü etkilerini artırır. Yakınlaştıkça, sözleri dinleyip, seçip ayıklayıp süsleyip bezeyip, yani olduğundan önemli ve işlevsel göstererek -çünkü bu “haber”in çarpıcılığını artırma gayretinin icabıdır- takdim ederken, gazeteci, kaçınılmaz olarak, kendini sözü söyleyenin yerine koymaya başlar. Bir bakış açısı kayması yaşar. Bu, P24’teki gazetecilik yazılarımda daha önce değindiğim, gazetecinin muktedirlerle aynı safa geçiş sürecini teşvik eden, tamamlayan bir eğilim. Gazetecinin sıradan insandan uzaklaşma sürecinde demeç/faaliyet raporu/PR gazeteciliğinin rolü önemlidir. Demeç gazeteciliğinin gazeteciyi bozması kaçınılmaz. Yükseldikçe yerleşik nizamın sözcüsü haline gelen acar ve muhalif muhabir, medya âleminin tipik karakterlerindendir. Devletin veya patronların kirli işlerini kurcalamakla başlayan gazetecilik macerasının “hoca, senin bilmediğin ne işler dönüyor” havaları eşliğinde asker-polis-gizli servis savunuculuğuna dönüştüğü örnekler ne yazık ki bol. Nâçizâne diyorum ki, elbette pek çok başka etkenin de devreye girdiği böyle yozlaşma süreçlerinde “mühiminsan”ların laflarını haber sayma yanlışlığının hiç de sıradan olmayan rolü var.
Laf gazeteciliğinin katkıda bulunduğu bir başka çarpıklık, “nerede ne oluyor?” sorusuna cevap aradığımız yerin kısıtlanması, bütünüyle gazeteciliğe gündem empoze edilmesi. Yönetim katında konuşulanlar, parlamentoda söylenenler şüphesiz pek çok zaman haber değeri taşıyabilir; somut karşılıkları varsa. Ancak gazetecilik yerleşik nizamın “şurada konuşulanlar haberdir” dediği yerde konuşulanları aktarmakla kendini sınırlamaya başladığında, oralarda asla konuşulmayan binbir çeşit toplumsal sorun gazeteciliğin ilgi alanından uzakta kalıyor. Yani “Ankara gazeteciliği” şüphesiz önemli, ama bunun bedeli, farkındaysanız, bir Sivas veya Mersin gazeteciliğinin hiçbir zaman aynı ligde oynayabilecek kalite ve cesamette gelişemeyişi oluyor. Bu elbette, -hele internet öncesi dönem için- bir yere kadar meşru ve geçerli sebepleri de olan bir durum. Şimdilik kendimizi iki soruyla sınırlayalım: Eğer demeç gazeteciliği böylesine yerleşmiş olmasaydı, Ankara gazeteciliği ile başka meslek alanları arasındaki ilişki biraz daha dengeli olmaz mıydı? İkincisi de, Erzurum veya Malatya’da gelişemeyen gazeteciliğin Diyarbakır ve Hakkâri’de gelişmek için çok daha fazla atılım yapmasında “Ankara’ya uzaklığın” rolü yok mu? Burada da esas mesele, gazeteciliğin “başkentte olanları”, “Meclis’te olanları” aktaracağım derken, yönetenlerin gündemini esas gündem, bizim de gündemimiz kılması. Haber ölçütlerinin gevşetilmesi, bir kimsenin orada olmasının, o kimsenin o sözü söylemesinin bilmemiz gereken bir şey olarak önümüze konması. Önyargısız, art niyetsiz düşünelim: Burhan Kuzu’nun herhangi bir sözünün haber sayılması için geçerli sebep nedir? Cevap vereyim: Yoktur. Sözünü haberleştirdiğinizde, sözü de söyleyeni de önemlileştirmek dışında iş yapmış olmazsınız. Başkent gazeteciliği, bize devletin “kulisi”nden sızıntıları aktarırsa -başımıza gelecekleri kestirmemize yardımcı olacağı için- yararlı, “Türkiye ve dünyada neler oluyor?” sorusunun yerine “Orada neler konuşuluyor?” sorusunu geçirdiği için zararlı. Çünkü konuşulanları başlıbaşına haber saydığımızda her türlü faaliyet raporu ve halkla ilişkiler gazeteciliğine kapı açmış oluyoruz. “Konuşulanlar”dan kastımın açık olduğunu umuyorum (yine de, bu topraklardayız, tedbiri elden bırakmayayım): Sözden ibaret şeyin çoğu zaman haber olamayacağını söylemeye çabalıyorum.
*Bu yazı ilk olarak Bağımsız Gazetecilik Platformu P24'te yayımlanmıştır.