Maden üzerine “16 Ton” isimli bir belgeseli olan belgesel sinemacı Ümit Kıvanç, “İnsanlar infiale kapılıyor Soma’da çok kişi öldü diye. Ölmezlerse sorun yok mu? İnfiale kapılmamız gereken; yüzlerce insanın orada çalışmaya mecbur olması” dedi.
Milliyet gazetesinden Güliz Arslan’a konuşan Ümit Kıvanç, maden işçiliği için, "Madencilik kapitalizmin ne olduğunu en iyi anlatan şey. Hiçbir insan mecbur kalmadığı sürece orada çalışmaz. Sabah helalleşerek evden çıkıyorsun, akşam mesain bitince 'Geçmiş olsun' deniyor sana. Böyle bir işte insan isteyerek çalışır mı?" ifadelerini kullandı.
Güliz Arslan'ın Ümit Kıvanç söyleşisi şöyle:
Ne soracağımı da pek bilmiyorum aslında. Röportaj yapmaktan ziyade dertleşmek için buluştum galiba sizinle...
Dünden beri arayan çok oldu zaten. Niye? Çünkü bunca zamandır bu kadar madencilik yapılan, maden kazaları yaşanan bir ülkede bu konuyla ilgili bu belgeselden başka bir şey pek yok.
Soma’da yaşanan bu facianın en kötü taraflarından biri de böyle bir şey yaşanmasına sanki gerektiği kadar şaşırmamış olmamız olabilir mi?
Bu olayda birtakım tuhaflıklar var ama... Bir kere ölü sayısı. Olacak şey mi? Grizu patlaması olur, anlarız. Daha ilk gün yazdım; trafo patlamasından maden kazası olmaz. Trafo patlar, tam yanında falansa hadi üç kişi ölür. Maden deyince millet kuyu zannediyor. Halbuki çok büyük bir alan orası. Sonra... “Koruma yerleri yaptık” demişlerdi, nerede onlar? Kömür yangını bir anda her yeri sarmaz. Nasıl bu kadar büyüdü bu yangın? Hiçbir madende yüzlerce işçi bir arada olmaz. İki vardiya değişiyormuş, o sırada olmuş... İki vardiya aynı anda nasıl aşağıdaydı ya? Kazanın üstünden 6,5 saat geçmişti, hâlâ trafo diyorlardı. Aşağıda kaç kişi olduğunu söyleyemiyorlardı. Nasıl oldu bu kaza? Hâlâ bilmiyoruz.
Neden gerekli önlemler alınmıyor? Neden yeterince yaşam odası yaptırılmıyor mesela? Masraflı diye mi? “Bize bir şey olmaz” diye mi?
Bu kadarıyla olurken neden daha fazlasına yatırım yapasın? Kimsenin ölmeyeceği bir maden tabii ki kurulabilir ama 10 kat fazla maliyeti olur.
Kazanın yol açtığı maliyeti geçer mi mesela?
500 işçi alınacak, sınava 40 bin işçi başvuruyor. İşçiden ucuz bir şey yok. Bu madende üretim biraz durdu şimdi, bir de madencilere tazminat verilecek. Hesaplarsın, sonuç çok büyük ihtimalle “kazanın yol açtığı kayıpla madencilerin hayatını kurtaracak yatırım yapılabilirdi” çıkar. Ama mantık şu; “E bunlar ölürler zaten. Ölünce de bir şey olmaz ki?”
Ve “Bu işin doğasında ölüm var...”
“Nasıl olsa orada çalışmak zorunda bırakacağımız insanlar var. Kaza da olabiliyor, bunların bir kısmı ölecekler tabii”. Doğasında var demek bu işte. Doğasında ölüm varsa o işi yaptırmazsın.
Başbakan’ın çıkıp böyle demesi ne hissettirir oradakilere?
Onu bırak, Tokat meselesi konuşuluyor bugün. “Artık bu kadarı olmaz” diyorsun, bir şey daha oluyor.
Tokatlar, tekmeler... Nasıl bir ruh halinin sonucu bunlar?
Benim en çok merak ettiğim şey de şu; dindarlıkla bu nasıl bağdaşıyor?
Kriz sonrası kimsenin istifa etmesini beklemiyoruz artık tabii ama...
Tipik kriz sonrası durumu söz konusu değil ama bu kez. İnanılmaz bir pişkinlik hali var. En ufak bir üzüntü ifadesi görülmüyor. İnsanın bir sesi titrer ya... Başbakan gider oraya, öyle bir konuşur ki biz de “Rol yapıyor” falan deriz. Böyle bir konuşma yok. Üstüne herkesi azarladılar bir de... 1860’tan örnek veriyor. Daha yakın tarihlerden örnekler de var aslında; Çin’de 1000’den az ölüm yok her sene. Ama gidip Google’dan ilk bulduklarını dayıyorlar önümüze. Ama bunun bir önemi yok ki... O şöyle kalıyor akıllarda: “Bak başka yerlerde de oluyormuş, bak Başbakan söyledi”. Demirel olsaydı mesela, çıkar ağlamaklı, dini motiflerle süslü bir konuşma yapardı. Birtakım yetkililer “Sorumlusu kimse onu mahvedeceğiz” falan derdi. Sonra da bir şey olmazdı ama bu bile bir şeydi.
Ne olacak peki şimdi? Bir işçi hareketi bekliyor musunuz?
Bu iş maden meselesinden çıkacak, büyüyecek bence. Gezi’nin yıldönümü de geliyor zaten.
Ne yapmak lazım?
Örgütlenmek. Sosyalistler sosyalizmin içine edince insanların başka seçeneği kalmadı. İnsanlar haklı olarak Stalin’i üretmiş bir şeyi niye beğenelim dediler. Her şeye rağmen Sovyetler Birliği “Tamam çok kötü ama bu kapitalistlerin dışında da bir şey var” dedirtiyordu. Bu maden meselesinde de insanlar infiale kapılıyor çok kişi öldü diye. Normalde infiale kapılmamız gereken; yüzlerce insanın orada çalışmaya mecbur olması. Ölmezlerse sorun yok mu? Adamı her gün canlı canlı mezara sokuyorsun, ayda da bin lira para veriyorsun. Bunda infiale kapılacak bir şey yok mu? İnsanlar örgütlenmek zorunda. İşçiyi sendika dışında koruyacak bir şey hiçbir zaman olmadı. Diyorlar ki; “Kapitalist Batı’yı beğenmiyorsunuz ama orada madende insanlar ölmüyor”. İyi de orada insanlar bunun için hayatlarını ortaya koyup mücadele ettiler.
Siz “16 Ton”u hazırlamaya nasıl karar vermiştiniz?
Maden meselesi benim için özel bir meseledir. Gazeteciyken çektiğim fotoğraflar duruyordu bir kenarda. Tek tek pek çarpıcı gelmiyordu, bir kolaj film yapayım dedim. Sonra küçük metin de mi yazsam derken “Kardeşim madencilik diye bir şey olur mu ya?” noktasına geldim.
Neden madencilik sizin için özel bir mesele?
Madencilik kapitalizmin ne olduğunu en iyi anlatan şey. Hiçbir insan mecbur kalmadığı sürece orada çalışmaz. Sabah helalleşerek evden çıkıyorsun, akşam mesain bitince “Geçmiş olsun” deniyor sana. Böyle bir işte insan isteyerek çalışır mı? Neden zamanında esirler, deliler, mahkumlar indirilmiş madene? Çünkü başkası inmek istememiş. Şimdi de maden havzası denen yerlerde başka iş bırakmıyorlar. İnsanlar mecbur kalıyor. En kolay ayaklananlar hep madenciler olmuştur. Çünkü orada bir işçinin kendini kandırabileceği hiçbir şey yok. Çıplak bir hakikat var; birileri seni madene inmek zorunda bırakıyor.
Siz de madene indiniz gazetecilik yaptığınız dönemde. Ne hissediyor insan ilk kez bir madene girerken?
Aşağıda gayet ne yaptıklarını bilerek iş yapan insanlar var. Madencilerin çalışırken insana güven veren
bir hali oluyor. Onlarla beraberken korkmazsın mesela. Sana da normal geliyor her şey. Ama vardiya çıkışını izlediğinde çok kötü oluyorsun. Kapkara oluyorlar fotoğraflarda gördüğün gibi. Yorgunluktan gözlerinin feri kaçmış oluyor. Sekiz saat karanlıktan sonra aydınlığa çıkıyorlar bir de...Yüzlerinde tuhaf bir ifade oluyor. İşte o çok etkileyici.