*P24
Önce haber kuruluşları ardarda duyurmaya başladılar:
“Kilis’e yine roketler düştü”
“Kilis’e üç roket düştü”
“Kilis’e düşen dört roket korku yarattı”
Sonra yerel kaynaklardan ayrıntılar gelmeye başladı:
“Roketler düştü, üç yaralı var”
Aldı beni bir düşünce: Nereden düşüyordu bu roketler? Nereden nereye giderken tam Kilis’in üzerinde birden düşecekleri tutuyordu? “Düştüklerine” göre, oraya “atılmış” olamazlardı.
Âdetâ utangaçça biryerlere sıkıştırılan “Suriye’den atılan” ibaresi gözünüzden kaçarsa, roketlerin öyle birden gökyüzünde belirdiğini, kimbilir nereye gitmekte olduklarını, sonra da, hay aksi şeytan!, yine Kilis’e düştüklerini hayal edebilirsiniz. ABD’li başsavcının Gezi isyanında parmağının olduğuna inanmaya hazır bir toplum üç-beş roketten gönlünce takılma hakkını mı esirgeyecek?
Nisan ayı roket bakımından bereketli. 7 Nisan’da iki Katyuşa roketi üç kişiyi yaraladıktan sonra 11 Nisan akşamı aynı cinsten beş roket on iki kişiyi, 12 Nisan sabahı da iki roket, ikisi ağır sekiz kişiyi yaraladı; bunlardan biri hastanede hayatını kaybetti. Böylece Kilis’te roketlerin öldürdüğü insan sayısı beşe çıktı. Çünkü bunlar Kilis’e düşen ilk roketler değil.
8 Mart günü 14:00 sularında sekiz Katyuşa roketi Kilis’e “düştü”. İkisi Ekrem Çetin Mahallesi’ne, Vali Konağı yakınına, üçü Kazım Karabekir Mahallesi’ne, biri Turgut Özal Mahallesi’ne, ikisi de Tibilevler Mahallesi’ne “düşen” ve 54 yaşındaki Sıdıka Mavzer ile dört yaşındaki Mert Özkan’ı öldüren roketlere dair resmî görüş (valinin açıklaması) şöyleydi:
“Suriye’den geldiği tahmin edilen 4 roket mermisi Kilis şehir merkezinin muhtelif yerlerine düşmüştür.” Nisan roketlerinden sonra da valilik aynı güçlü ve pek anlamlı tahminini yineledi: “Suriye’den atıldığı tahmin edilen…”
Tayland’dan mı, Kanada’dan mı, diye düşünüyor, yok yok, Suriye’dendir, diye bilmiş bilmiş kafa sallıyor olmalılar. 12 Nisan roketlerinden sonra belediye, “Suriye tarafına bakan pencerelerin önünde durmayın!” anonsları yaptı. Onlar daha emin olmalı.
Nitekim 8 Mart roketinden sonra belediye başkanı, benden daha önce şu meşum kelimeye takılmış olmalıydı ki, şöyle konuşmuştu:
Başkan Hasan Kara, televizyonda, roketlerin hastane civarına atıldığına da dikkat çekerek, Kilis’in “IŞİD tarafından hedef alındığını” söylemişti.
Yalnız da değildi. AKP –evet!?— Kilis Milletvekili Hilmi Dülger, “Belediye Başkanının dediği doğrudur,” diye lafa girmiş, devamında şunları ekleyivermişti: “Karşımızda (…) IŞİD denilen, dünyanın başına bela olmuş bir terör örgütü vardır.”
Görünüşe bakılırsa, yerel düzeyde herkes her şeyi biliyor, yalnız vali bilmiyordu.
Olabilir mi? Olmaz haliyle. Bunlar Kilis’e “düşen” kaçıncı Katyuşa roketleriydi! 18 ve 23 Ocak günlerinde de roketler bir okulla bir mahalleye isabet etmiş, iki kişi ölmüş, iki kişi de yaralanmıştı.
Vali, “Bunları atan IŞİD’dir!” dememesi gerektiğini biliyordu. Madalyonun bir yüzü bu; resmî yüz.
Ve fakat neden bu roketlerin İD tarafından atıldığı bilinmesine rağmen bu mevzu, sırf vali değil herkes tarafından geçiştiriliveriyor?
Sorduğum, iktidar borazan ve megafonlarının niye Kilis’e roket düşünce öbür tarafa çevrildiğinden ibaret değil. Hiç de hükümet yanlısı sayamayacağımız haber siteleri, “roket düştü” muhabbetine cânı gönülden katılıyor. Keskin muhalif görünen kimseler “roket düşmüş” derken pek o kadar sıkıntı çekmiyorlar. Olan biten her şeye karşı kampa laf sokmak, kapak yapmak, bilvesile puan koparmak için yaklaşan en hırslı insanlar, “yaa, düşmüş” havasına giriveriyorlar. Ya da, genellikle -nihayet bu rezilliğe dayanamayan Kilis halkının 12 Nisan günü valilik önüne toplanıp protestoya başlamasını saymazsak- konu geçiştiriliveriyor.
Nedendir?
Cevabı bilmiyorum, millî değerlerimizle ilgili olduğunu hissediyorum. Tahminim, Kilis’e “düşen” roketlerin kimin tarafından neden atıldığıyla kimsenin ilgilenmemesinin gerisinde güzel olduğu kadar küstah sebeplerin gizlendiği. Siyasî olduğu kadar psikolojik. Kurnazca olduğu kadar hıyarca. Yerli ve millî değerler manzumesi manasında patolojik.
Şuradan başlayalım: Bu roketleri “İslâm Devleti” örgütü atıyor. Yani herkesin, meşrebine göre, eski adıyla “seslenmeyi” münasip bulduğu şu caniler-tecavüzcüler örgütü; IŞİD, DAİŞ veya DAEŞ.
Yaşanan olay şu: İD, Türkiye’ye roket atıyor. Atılması gereken başlık şu: “İD –veya DAİŞ-IŞİD, hangisini beğenirseniz— Kilis’e roket attı”.
Fakat biz böyle demiyoruz, “düştü” diyoruz. Niye?
Halihazırda TC devleti “İslâm Devleti” örgütüyle tuhaf bir ilişki içinde. İD’in elindeki sınırboyu kendisinin yönlendirebildiği örgütlerin denetimine geçsin istiyor. Bu yüzden, çoğu yine Selefî-Cihad’çı vs. olan bu örgütlerin İD ile savaşını destekliyor. Irak’ta da arzuladığı fiilî etkinliği sağlayabilmek için İD ile savaşması gerekecek. Ufak tefek çatışıldı da. Fakat Ankara hem Suriye’de hem içeride Kürtlere ve —gerekirse her türlü muhalefete karşı— İD’den yararlanmak da istiyor. İD, Ankara veya başka birilerinin iplerini tutabileceği, kuklalığa müsait bir yapı değil. Kendi programı olan, bağımsız bir örgüt. TC ile ilişkisi, kalleşçe işbirliği, kalleşçe savaş.
İşin bir de ideolojik boyutu var. Bütün referansları İslâm olan, halifelik ilân etmiş, “İslâm Devleti” adını almış bir örgüt ile savaş halinde olunması, genel olarak İslâmcı hegemonyaya zarar verebilir. Nasıl çocukların tecavüze uğradığının ortaya çıkması, Ensar Vakfı üzerinden siyasî riziko yarattıysa, Amerikalı savcının Rıza Zarrab’a soracağı iki-üç kıl soru bile yüce Türk devlet İslâmı’na zarar verebilirse, İD’in Kilis’e roket atıyor olması da dönüp dolaşıp muktedir İslâmcıları vurabilir. Bu yüzden, mümkünse görmezden duymazdan gelmek, “biz de DAEŞ mevzilerini vurduk” teraneleriyle yasak savmak en iyisi. 12 Nisan roketlerinden sonra Başbakan Ahmet Davutoğlu yine böyle dedi, ama hiçbirinde, neresi vuruldu, ne kadar vuruldu, zayiat var mı, öğrenemedik.
Muhalifler niçin açıkça, “İD Kilis’e roket attı” dememeyi tercih ediyor, buna gelelim. İşin daha çok sinir bozucu yanı bu, bana kalırsa.
Türkiye’deki ortalama laik-seküler muhalif, anlayabildiğim kadarıyla şunu istiyor:
Suudi kralı Salman, El-Kaide lideri Eymen el-Zevahiri, şubesi El-Nusra, Ahrar el-Şam, Suriye’deki kırk çeşit örgüt, Mısır Müslüman Kardeşlerinin lideri Mursi, market soyguncusundan bozma Belçikalı cihatçı, Ensar Vakfı, “İslâm Devleti” örgütü, AKP… hepsi hep birlikte hareket ediyor olsun, biri bir halt yediğinde hepsi yapmış sayılsın, hepsinden aynı anda puan indirilsin.
Çatışmaları bu sunumu bozuyor.
Maalesef ne Türkiye ne Ortadoğu siyaseti ne de genel olarak hayat “paket” tarzıyla yürümüyor. Evet, AKP İD ile işbirliği yaptı, yapıyor, yine yapar. Öbür yandan İD’in elindeki sınır boyu topraklarını, köylerini, kasabalarını alsınlar diye başka silahlı muhalif örgütleri besliyor. Sultan Murat Tugayları gibi bazı örgütlerin komutasının doğrudan Ankara’da olduğu ileri sürülüyor. Rusya daha iki gün önce Türkiye’yi –bir defa daha— El-Nusra’ya (yani El-Kaide’ye) “silah ve eleman” temin etmekle suçladı. Ahrar –ki yine Şeriat düzeni kurmak isteyen Selefî Suriyeli örgütlerin en güçlüsü— uzun zamandır Türkiye’nin ilişkide olduğu bir grup. Musul Başkonsolosluğu rehine değiştokuşunda belirleyici rol oynayan Tevhid Tugayı Ankara’nın nesi oluyor, belli değil. Türkiye’deki bir “operasyon odası”ndan Suriye’deki bir dizi askerî harekâta kumanda edildi, ediliyor. Bu harekâtlar birden fazla örgütü kapsıyor. İdlib’i ele geçiren Cihad’çı ağırlıklı koalisyonun (Fetih Ordusu), sadece silahlanması ve donatılmasında ve hareketlerine yardımcı olunmasında değil, kuruluşunda dahi Ankara’nın rolü olduğu biliniyor.
Ve Ankara ile ilişkileri seviyeli arkadaşlığın çok ötesindeki bu örgütler birçok yerde İD ile savaşıyor.
8 Mart’taki “roket düşmesi” hadisesinde, ABD’nin havadan Türkiye’nin toplarla karadan desteklediği “muhalif” silahlı gruplar, İD’in elindeki bazı köyleri ele geçirmişti. Kilis’e atılan roketler buna karşılıktı, saldırının çapına bakılırsa, herhalde daha çok mesajdı.
Kilis’ten 10 kilometre ötede, Azez’de, Özgür Suriye Ordusu’nun Türkiye desteğindeki kuvvetleri vardı. 10 kilometre kadar doğuda (Kilis’in de yaklaşık 15 kilometre güneydoğusunda) İD’in bölgesi başlıyordu. İD’in tuttuğu bölge ile Türkiye sınırı arasına ÖSO uzanmaya çalışıyordu ve birçok köyü ele geçirmişti.
Birkaç gün önce de benzer bir gelişme görüldü. Hattâ daha fazlası. Türkiye desteğindeki ÖSO sınır boyunca ilerledi, yine birçok köy ve kasabayı aldı. Dolayısıyla, hep beraber söylüyoruz, ne oldu: Kilis’e yine roketler “düştü”!
Ancak bu defa “düşme” hadisesinin anlamı mesajın ötesine geçti. Zira İD aynı zamanda son birkaç günde kaybettiğinin neredeyse hepsini geri aldı. İD’den kurtulmuşken yeniden el değiştiren yerlere dair şu listeyi toparlayabildim (Arapça yer isimlerinin Türkçe yazılışlarındaki yanlışlarım için peşinen özür dilerim): El-Rey, Til Sefir, Kentere, Karagöz, Kesecik, Tet Hamas, Şeyh Rih, el-Bal, Tet Hims, Kerdiş, Til Battal, Kızıl Mezra, Til el-Hüseyin.
Buraları geri alırken de İD birkaç Katyuşa matyuşa sallayıvermiş. Münasebetsiz roketler tam Kilis üstündeyken koyvermişler kendilerini.
Hakikatle yerli ve millî ilişkimiz çarpık. Bu keşke âleminde akla yer bulunmayan muktedirlere özgü olsaydı…
Bu yazı P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu'nda yayımlanmıştır.