24 Eylül / 2012 Pazartesi
Merhaba. Kendimi tanıtayım.
Mahkûm olan; kiminin sahte olduğunu, oyundan ibaret kaldığını söylediği “Balyoz”da, hazırlanmış listede “askeri müdahalede toplanacak gerçek gazeteciler”denim.
Ciddisi yahut sıradanı, böyle kaç belge hazırlansa, kara listedeyim.
Mahkumlardan Fırtına’nın, çalıştığım gazeteye “balyoz” ebadında bir albay yollayıp (ölümle mi?) tehdit ettirdiği gazeteciyim.
Darbe, darbeci, (“solcu” bile olsa) cuntacıdan haz etmedim (devrim başka şey olmalı!); kuşak kuşak nasıl acı çektirdiklerini, ülkeyi sürekli darbe çengelinde nasıl tuttuklarını, halka dayattıkları otorite ve baskının gündelik provasını astları üstünde nasıl yaptıklarını, yargısız infazı militer kültür olarak nasıl muhafaza ettiklerini, işkence ve idam sehpalarını unutmam.
Belgeleri gerçek ya da değil; darbe planı yahut plan semineri…
Baskı altındaki sivil memurelerin değil; üst düzey komutanların darbeyi, müdahaleyi, adam toplamayı, aşağılamayı; hükümeti, Meclis’i, toplulukları, sıradan insanları ve astları tehdidi nasıl sevdiğinden hiç kuşkum yok.
Mahkeme kapısında bile ayakkabısını iki büklüm yere çökmüş (çöktürülmüş) astına bağlatanlardan bahsediyorum.
Hiç kuşkum yok; “bin yıl sürecek 28 Şubat”ın devamı olarak…
Kimi “anti-ABD” görünse de, ABD neo-muhafazakârları ve İsrail Likud politikalarıyla “aynı tertip” olabilmiş rütbelilerin, Ecevit döneminden de başlayarak iktidar devirme, ele geçirme planları yaptıklarından.
***
Ne var ki, “suç” takdir edebilirim ama ceza takdir etmem. (Çok sayıda suçun cezasız olduğunu unutmayın! Çok sayıda cezanın suç uydurduğunu da)
O yüzden ne planda adım olduğu için, ne tehdit edildiğim için suç duyurusunda bulundum. Bulunmam!
“Kanunda yazılı ceza” teriminden de hoşlanmam.
Kanunları yazan vardır; yazıldığı zaman, uygulandığı-uygulanmadığı an, mekân ve insanlar vardır.
Matematik değil; amaç ve yorum vardır. Kanunun bir müzik aleti gibi istediğin şarkıyı çalması, hatta adaleti de çalıp kaçması mümkündür.
O yüzden, kanun değiş(tir)mek içindir. Kanun mahkûm edebilir ama tarih kanunlara mahkûm değildir.
Kanun bazen hayatın önüne geçer; bazen önünde kalıp tıkar; bazen geriye çeker hayatı.
Demokrasi nihayet vardığımız son istasyon değil de; hareket halinde olduğumuz (tramvay da değil) menzili uzun belirsiz, yolcusu çeşit çeşit, yükündeki niyet ve mücadeleler türlü türlü bir trense mesela…
Demokrasi yürüdükçe, kanun geride kalabilir.
O yüzden…
Kanunda yazılı ceza, onu uygulayan yargı ve yetki biçimi, onu da vurur ama gün gelir seni de vurur!
Olabilir yani.
Aynı kanunlar ve o kanunların arkasındaki aynı felsefeyle; kiminin mahkûmiyetine yanarken, kiminkine de sevinemem.
Kanun zorunluysa, herkes için öyledir.
Kanun sorunluysa, herkes için öyledir!
***
Bildiklerim, öğrendiklerim, sorularım ve elbet sübjektif düşüncelerim ile ideolojimin etkisiyle vardığım…
Bugün değil, o gün de, daha o planlar dönemindeki kanaatim de şu:
Şimdi dışarıda olan “kimi itirafçı” dahil; (astları bilemem) komutanların darbe hevesinden eminim!
90 yıllık tarihte kendini fiilen hep kanıtlamış bu hevesi her şartta lanetlerim.
Ancak, tabii ki ancaklar da var…
Suçun cezası, heves yahut teşebbüs niyeti ile orantılı mı; heves, plan, hatta hazırlık ile fiili darbe aynı şey mi olmalı?..
Bu cezalara balıklama atlamam.
En kanlı darbe planı olan 12 Eylül öncesinin cinayetleri, katilleri hoş görülebilirken; nihayet elebaşları sanık olan darbe demiyorum; hazırlık katliamları da darbelerin “anarşiyle mücadele” zihniyeti de sinsice benimsenmişken;
Yakın tarihin cinayet, suikast ve katliamlarının, kayıplarının çoğu hep karanlıkta, siyasi-askeri-idari-tetikçi failleri serbest, hatta itibarlı iken; vuku bulmamış darbe cezasının okkası ve adli, siyasi, insani şüpheler vicdanı rahat bırakmaz.
***
Bir yandan “darbeciler de nihayet mahkûm oldu” derken; esas rahatsız edici şu:
1. Bu yargılama ve kararlar, bir demokrasi bayramına denk düşmüyor:
İktidar, o umudu vermeyi bırakın; o konuda kendi umudunu ve hevesini dahi çoktan kaybetti!
2. Bu kararlar, ülkede militarizmin geriletilmesine denk düşmüyor:
Hükümet ve Meclis üstünden askeri vesayet kalkması elbet iyidir ama iktidarın, militer dokulu bir vesayeti ülke üstüne sermesi, iç ve dış savaşı germesi, silahlanmaya abanması, militarizmin yok olduğunu değil, kokusunun değiştiğini gösterir.
3. Bu kararlar, kendini (herkesten) üstün gören, kendini (herkese) dayatan, kamuoyunda bulduğu (ister meşru oyla, ister meşhur silahla) desteği mutlak hâkimiyet gerekçesi sayan gelenek ve kültürün sona ermesine de denk düşmüyor.
4. Bu kararlar, sistemi demokratikleştirme iddiasına rağmen; demokratikleşmenin önünü tıkayan hukuk ve devlet zihniyetinin, önyargı, yargı ve kanun yapısının demokratikleşmesine de denk düşmüyor.
***
Suç ve ceza bir yana…
Fikirlerin, hayatın, çok sesliliğin, insani-vicdani bir hukukun, barışın, adaletin, inançlara, kimliklere, düşüncelere saygının önünün açılmasına da denk düşmüyor.
Çünkü o ruh yok!
Bu kararlar karanlık bir zamanı şiddetle mahkûm etti…
Ama onları mahkûm eden bu zamanı da masum kılmıyor!