Umur Talu'dan 'Milliyet dersleri'

Umur Talu'dan 'Milliyet dersleri'
Geçtiğimiz günlerde Milliyet Gazetesi Genel Yayın Yönetmenliği'ne Sedat Ergin'in yerine Vatan Gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Tayfun Devecioğlu'nun getirildi. Kimi çevreler bu görev değişimini gazetenin trajındaki düşüşe bağlarken, kimileri Gelir İdaresi Başkanlığı tarafından 3.75 milyar lira vergi cezası kesilen Doğan Grubu’nda beklenen operasyonun gerçekleştiği yönünde yorumladı.Milliyet gazetesinin son halini gardı düşmüş ve içindeki tüm gazetecilik birikimine rağmen son tarihi surlarıda yıkılan eski bir anıt şehre benzeten Umur Talu, Haber Türk gazetesindeki köşesinde (29.09.2009) şöyle değerlendirdi:Sanırım, üstüne çok şey yazmaya en çok hakkım olan gazete hâlâ Milliyet.En azından, hâlâ meslek hayatımın yarısından fazlası olduğu için...En azından, ekonomi şefliği, yazı işleri müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, genel yayın koordinatörlüğü gibi görevlerin hepsini orada üstlendiğim için...En azından, Dipsiz Kuyu orada açıldığı için...En azından, çok eski okuru olduğum, okurken saygı duyduğum, bir gün kovulurken dahi gazeteye içim titrediği için.En azından, öyle ya da böyle, tarihindeki en büyük virajlarından birinde, yüksek tiraj, yüksek gelir, yüksek kâr ve Hürriyet'in satın alınması sırasında başında olduğum için...En azından, o dönem sadece bu nicelik büyüklükleri olduğundan değil; habercilikte, kimini kaybettiğimiz arkadaşlarımıza ödüllerle de taçlanan, "Çillerler'in ABD'deki serveti... Temiz Toplum" gibi çok sayıda gazetecilik damgası vurulduğu için...En azından, oradaki çok kişiyi sevdiğim, saydığım, birçoğuyla yakın çalıştığım, birçoğundan çok şey öğrendiğim, birçoğuna belki başka bir yol da gösterdiğim için.En azından, çok emeğim geçtiği için ve emeğime çok şey kattığı için.* * *Sanırım, şu anda içimi en çok acıtan gazete de Milliyet.Yine yeniden genel yayın yönetmeni değişti.Galiba ("ara dönem" denen Turhan Aytul, kısacık M. Ali Birand, Tarhan Erdem devrelerini, emanet devirlerini saymazsak), Abdi İpekçi'den sonraki (Çetin Emeç, Doğan Heper) üçüncü genel yayın yönetmeniydim...Ben bırakalı 14 yıl oldu...Altıncı (hatta yedinci) genel yayın yönetmeni tayin edildi.Tayfun Devecioğlu da sonuçta "eski Milliyetçi"; çok yabancısı sayılmaz. En azından Sevgili Sedat ya da kimileri gibi, Milliyet'in hiçbir kademesinde çalışmadan gelmiş değil.* * *Ama bir sakatlık var.En köklü kurumlardan biri, markası bir dönem kesinlikle, hatta satın almayanlarca bile "en çok güvenilir" diye onurlandırılmış bir gazete, bir sömürgeye dönüştü.Şöyle:1994'te Milliyet, Hürriyet'i satın aldığında...Kısa süre sonra manzara şuraya doğru gidiyordu.İlk günler, Hürriyet'in şaşaası Aydın Doğan'a çok itici gelmişti; ilk günler Ertuğrul Özkök'ün kovulması hep gündemdeydi ve tuhaf olacağı gerekçesiyle, ben de dahil, buna karşı çıkanlar vardı.Ama ilk günler çabuk geçti ve "Hürriyet'i satın alabilen Milliyet, Hürriyet'in zihnen, tarz olarak ve kökleri sökerek işgal etmekte olduğu bir gazete"ye dönüşmeye başladı.Tam o sıra istifa ettikten bir süre sonra, gazetenin sahibine de söylediğim bir şey:"Osmanlı, çürümüş Bizans'ı fethedip büyüyor ama Osmanlı İmparatoru Konstantin oluyor!"Kısaca, kabaca buydu!O "Bizans" Milliyet'in de ruhunu kararttı, köklerini kopardı, vicdanını eritti, içini kuruttu!Süreç sadece Hürriyet'in Milliyet'i "benzetmesi" değil, grubun da, Milliyet'i yutmaya, yok etmeye, vurmaya uğraşmış o dönemki Sabah ile Hürriyet'in kirine, pasına benzetilmekte olmasıydı.* * *Şimdi bence İkinci Bizans dönemi! Ya da çöküşteki Osmanlı ordusunun başına Alman generallerin filan geçmesi gibi!Bu kez Milliyet artık fethetmekte olan bile değil; köşesinde, gardı düşmüş, içindeki tüm gazetecilik birikimine, bence hâlâ çok iyi haber kadrosuna, yazarlarına rağmen, ensesine vurulup son tarihi surları da yıkılan bir eski anıt şehir.Bu kez sadece "Özköktenci Hürriyet ideolojisi" değil, önyargılı değilim, belki hayat verir, belki canlandırır ama, o dönem Milliyet'in topyekûn (sadece promosyon, tiraj ve kâr değil), açıkça gazetecilik tarzı adına da mücadele ettiği "devrin Sabah'ı" da "sömürge"ye el attı!Bu sadece bir gazetenin, benim gözümle elbet, son dönem hikâyesi değil...Aynı zamanda, bir grup büyürken, onun motoru olmuş, onun itibar (ve hatta büyüme) kaynağı, vicdanı olabilmiş bir gazetenin, içindeki onca onurlu ve iyi gazeteciyle birlikte, makinesiz, haber merkezsiz, yönsüz, "küçücük, fıçıcık" hale gelmesinin ibret öyküsü.Bir grubun maddi gücü, boyutu ve medya iktidarı Mersin'e giderken, gazetecilik itibarının, elindeki en güvenilir markanın tersine kaçabileceğinin hikâyesi.Bu hikâyede çok şey öğrendim; öğrenmeye devam ediyorum. Umarım herkesin kendince aldığı bir ders de vardır!