Umut Oran: CHP olmadan Kürt meselesi çözülmez

Umut Oran: CHP olmadan Kürt meselesi çözülmez

T24 - CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran: Biz CHP olarak Doğu ve Güneydoğu’daki 20 ile giderek özeleştirimizi yapıyoruz, “Hata yaptık” diyoruz. Sonra saatlerce, sabırla, saygıyla ve sevgiyle onları dinliyoruz. Onlar da bize, “Buradaki insanları bir taraf dinden, diğer taraf etnik kimlikten çekiştiriyor. CHP olmadan Kürt meselesi çözülmez” diyorlar. Biz de bunun bilincindeyiz...Vatan gazetesi yazarı Mine Şenocaklı'nın "CHP olmadan Kürt meselesi çözülmez" başlığıyla yayımlanan (26 Ekim 2010) yazısı şöyle: CHP olmadan Kürt meselesi çözülmez

CHP Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran: Biz CHP olarak Doğu ve Güneydoğu’daki 20 ile giderek özeleştirimizi yapıyoruz, “Hata yaptık” diyoruz. Sonra saatlerce, sabırla, saygıyla ve sevgiyle onları dinliyoruz. Onlar da bize, “Buradaki insanları bir taraf dinden, diğer taraf etnik kimlikten çekiştiriyor. CHP olmadan Kürt meselesi çözülmez” diyorlar. Biz de bunun bilincindeyiz...

Sizce Kürt meselesi nasıl çözülür?

Ben Kürt meselesini kanayan derin bir yaraya benzetiyorum. Gittikçe de derinleşiyor yara, kan durmuyor. Bunun sonu çok tehlikeli boyutlara gidebilir. Bu yaraya sevgiyle, şefkatle, sabırla yaklaşıp 3 merhemi aynı anda, peş peşe sürmemiz lazım. 

Nasıl?

Bir yara kanadığı zaman sizin önce o yarayı oksijen ile temizlemeniz lazım. Tertemiz olmalı. Yoksa kanamaya devam eder. Sonra hemen bir pamukla da tentürdiyot basmanız lazım ki kan dursun. Ondan sonra da hemen merhem tedavisine başlayacaksınız. O zaman yara yavaş yavaş kabuk bağlar. Kürt meselesindeki üç merhemim ise şöyle... Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşların en önemli sorunu sosyal devlet, sosyal güvenlik, sosyal adalet. Oradaki vatandaş kendisini adil bir toplumun eşit bireyi olarak görmüyor. Devleti arkasında, yanında hissetmiyor.

Karşısında mı hissediyor?

Hayır. Ama devletin varlığını hissetmiyor. Devlet için öneminin olmadığını görüyor. Eğitimde, sağlıkta, güvenlikte, adalette yoksun görüyor kendini devletten. Önce bunu sağlamamız gerekiyor. İkinci önemli sorun ise ekonomi. Bölgede sürdürülebilir bir ekonomik modele ihtiyaç var. Üretmeden, para vererek olmaz. O zaman kimsenin kendisine saygısı kalmaz. O saygıyı, o özgüveni vermemiz lazım bu insanlara.

Başbakan, 80 kere Siirt’e gitti ama istihdam yaratamadı

Ama orada kurulan fabrikaların PKK tarafından bombalandığı da bir gerçek...

Doğru, böyle kötü örnekler var. Ama ona bakarsanız uçak da düşüyor, trafik kazası da oluyor. Yani böyle bir genelleme yapmak yanlış olur. Sonuçta siz o bölgeye yanlış teşvik politikaları uygularsanız, “GAP eylem planını 5 senede bitireceğim” diye insanları kandırır ve hiçbir şey yapmazsanız sonuç böyle olur. Bu hükümet iki ayrı teşvik politikası uyguladı. Biri 5 Nisan 2004’teydi, “36 ili kapsayacak” dediler. O teşvik politikası önerisi benim ve arkadaşlarımın yaptığı bir çalışmaydı. Ben götürdüm Başbakan’a. Elim kırılsaydı da götürmeseydim! Daha evvel Ecevit’in yapmış olduğu bir teşvik yasasından yola çıkarak, Çin, Hindistan, Doğu Avrupa, Amerika ve NAFTA Anlaşması’nı inceleyerek yeni bir teşvik tasarısı hazırlamıştık. 57’nci hükümetin ömrü yetmedi, 58’inci hükümete götürdük. Fakat gitti Başbakan tek kriter aldı, hata yaptı. “Teşvik GSMH’sı 1500 doların altındaki illeri kapsayacak” dedi. 36 il çıkarttı böyle, sonra 49 il oldu.

Bakın Erdoğan, Siirt’ten milletvekili olarak girdi parlamentoya ve Başbakan oldu. Eşi Siirtli... Hiç gitmediyse 8 senede 80 kere gitti Siirt’e. En yakın arkadaşlarına yatırım yaptırttı. Ama Siirt’te bir tane istihdam sağlayamadı. Çünkü Başbakan Siirt’le, Düzce’ye, Afyon’a, Uşak’a aynı teşviği verdi. Şimdi İzmir’den, Denizli’den, İstanbul’dan, Ankara’dan hangi yatırımcı Düzce’yi bırakacak da Şırnak’a, Siirt’e gidecek? Bunu ben defalarca kendisine anlattım. Bürokrasi dedi, şöyle dedi, böyle dedi. Daha sonra bunun yanlışlığını anladılar, çünkü bölgeye yatırım gitmedi. Ondan sonra yapılan teşvikte çıkan manzara ise şu oldu; Kastamonu, Sinop, Çankırı, Şırnak, Diyarbakır aynı teşvikte yer aldı... Kastamonu, Sinop, Çankırı varken Siirt’e kim gider peki? Bu teşvikte de kimse oraya gitmedi. Çünkü teşvik yatırımcı için çekici olmaktan çıktı. Ama Başbakan yine bildiğini okudu. Aslında çok mu zor bunu düzgün yapmak? Değil.

Niye yapamıyorlar peki? Sizin hazırladığınız teşvik yasası nasıldı?

Bizim hazırladığımızda Doğu ve Güneydoğu’ya ayrı bir teşvik paketi vardı. Pozitif ayrımcılık vardı. Asgari ücretten vergi almayacaktık orada, yatırım indirimi olacaktı, enerji maliyetleri aşağıya inecekti. Artı Amerika’yla nitelikli sanayi bölgesi anlaşması yapılacaktı... Yani bölge kalkınacaktı. Ama yapmadılar. Şimdi de hiçbir şey yapmıyorlar. Başbakan 17 bakanıyla GAP Eylem Planı açıkladı. Koyduğu hedefler hep yanlış. Mesela, “5 senede 3.8 milyon kişiye istihdam sağlayacağım” dedi. GAP bölgesinde 9 il var. 9 ilde sanayide toplam 90 bin istihdam var. Nasıl olacak? İşsizlik Sigorta Fonu’ndan paraları aldılar. O paralarla oralarda fabrika yaptırmak yerine yol, su, elektrik inşaatı yaptı TOKİ... TOKİ tarafından oralarda kimlere iş veriliyor peki? Bölge müteahhitlerine verilmiyor. Yollar kime veriliyor? Bölge müteahhitlerine verilmiyor. Başbakan’ın, AKP’nin çevresindeki insanlara veriliyor. Yani bu siyasetle oralarda çözüm üretemezsiniz.

Peki Kürt meselesine çözüm olacak üçüncü merhem ne?

Üçüncü merhem de kimlik... Doğrudur, oradaki vatandaşlarımızın kimlikleriyle ilgili bazı talepleri var. Bunları dikkate almak zorundayız. Ama Kürt meselesinde sadece kimliği ele alırsanız, yani tıpkı kadın hakları dendiğinde sadece türbanı sorun yaptığınız gibi, burada da sadece kimliği sorun yaparsanız çözüm üretemezsiniz. Kimliği de koyacaksınız, sosyal devleti de koyacaksınız, sürdürülebilir ekonomik kalkınma modelini de koyacaksınız. Üçünü de aynı anda ortaya koymak zorundasınız. Öbür türlü bu yara kanamaya devam eder. Uzlaşma olmaz.

Peki sizin CHP olarak yeni bir çalışmanız var mı Kürt meselesine ilişkin?

1989’da çok ileri bir rapor hazırlamışız. O raporu hazırlayan arkadaşlarımızı hakikaten kutlamak lazım. Ama şu özeleştiriyi de yapıyoruz; 21 senedir o raporun üzerine biz de bir şey koymamışız. Şimdi bölgedeki 20 ile giderek, sadece onları dinleyerek diyoruz ki, “Biz hata yaptık. Hatalıyız ama hiçbir zaman geç değildir. Bugün bu bölgeye, sizlerin sorunlarına sahip çıkmak istiyoruz.” Onlar da bize şunu diyorlar. “Burada insanları bir taraf dinden çekiştiriyor diğer taraf etnik kimlikten. Bu bölgede Cumhuriyet Halk Partisi olmazsa sorunlar çözülmez. Bunun bilinci içerisindeyiz. Size sitem edeceğiz, bundan alınmayın, darılmayın. Çünkü sitemin olduğu yerde umut vardır.” Bunun biz de bilincindeyiz...

Ona dokunmak serbest...

Umut Oran, siyasete girdiğinde, pek çok siyasetçiyi şaşırtacak bir karar verdi. İş hayatını ve sivil toplum kuruluşlarındaki görevlerini bitirdi. Sebebi çok açıktı; “Eğer siyasete atılıyorsam, hiçbir bağım olmamalı” dedi... CHP’ye ilk adımını attı, hemen ardından Baykal’a karşı aday olma cesaretini gösterdi, kaybetti. Tam o dönemde bir söyleşi yapmıştım Umut Oran’la... O da biliyordu kazanmasının zor olacağını, ama bir şey daha biliyordu, CHP’nin yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı olduğunu... Yılmadı! Tıpkı iş hayatında yaptığı gibi il il Anadolu’yu dolaştı, yine CHP için çalıştı. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun beş başkan yardımcısından biri... Gurur duyduğu bir özelliği var bu koltukta otururken, isteyen istediği kadar dokunabilir ona! Zira milletvekili olmadığı için dokunulmazlığı yok, ki zaten bu onun da, partisinin de Meclis’de mücadelenin ilk sırasına koydukları meselelerden biri. “Daha temiz, daha şeffaf bir siyaset için dokunulmazlığın kaldırılması şart” diyor Oran. Onun bu sözlerinden anlıyorum ki, CHP bu kez gerçekten değişmeye kararlı, bedeli her ne olursa olsun!

Ev kadınları CHP’ye mesafeli

Sizinle iki yıl önce Baykal’a karşı aday olduğunuzda yaptığımız söyleşide, “Biraz çalışırsak rahatlıkla 10 milyon oy alır ve yüzde 40’la iktidar oluruz” demiştiniz. Aynı görüşte misiniz?

Tabii... Ama bugün 50 milyon oy verecek insan var. Dolayısıyla yüzde 40 demek, 20 milyon oy demek.

Peki 20 milyon oy alabilir mi CHP?

Alabiliriz. Bir kere oyumuz zaten bir şey yapmadan otomatikman arttı. Nasıl arttı? Bir yönetim değişikliği oldu, yeni bir genel başkan geldi. Yeni bir siyaset anlayışını temsil eden, insanlara saygılı, sakin olmayı becerebilen, geçmişi temiz, bilgiye dayalı konuşan bir genel başkan... Bugüne kadar birçok yolsuzlukla ilgili davada rakiplerini istifa etmek zorunda bıraktı. Aralarında iki genel başkan yardımcısı olmak üzere... Katılımcı, çoğulcu... Kadro hareketine önem veriyor, dinlemeyi seviyor, uzlaşmacı, paylaşmacı, halkçı. En önemli şey de halkçı olması... Çünkü sizi iktidara taşıyacak olan halk.

Dolayısıyla bu yönetim anlayışının da halkçı bir lideri var ve halkçı bir yönetim anlayışı sergiliyor. Bu değişim bize zaten belli bir oy kazandırdı. Yeni yönetimdeki arkadaşlar olarak biz de bu çerçevede yine Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okundan, temel ideolojilerinden sapmadan bir siyaset yürütmeye gayret ediyoruz. Öbür taraftan bize oy vermeyen veya oy almakta zorlandığımız kesimleri tespit ediyoruz. Mesela kadınlar bize biraz mesafeli duruyor. Gençler de öyle...

12 milyon ev kadını var

Kadınlar neden mesafeli?

Kadınlar derken evde oturan kadınlardan bahsediyorum. Türkiye’de yaklaşık 11 milyon 690 bin ev kadını var.

Araştırma mı yaptırdınız?

Evet. Biz yeni dönemde hep ölçerek hareket ediyoruz. Araştırma yapıyoruz... Ve görüyoruz ki, evde oturan kadınlara ulaşmakta zorlanıyoruz. Çünkü daha evvel sahada çok aktif yer almamışız. Daha evvelki yönetimin, genel başkanın yaptıklarını küçümsemiyorum. AKP’yi iyi tanıyan, iktidarın gücünü, devleti nasıl kullandığını, arka plandaki gizli gündemini iyi bilen bir lider olarak Baykal’a da ben “Yanlış yaptı” demiyorum. Ama Baykal ve o zamanki yönetimdeki arkadaşlar daha çok laiklik, devletçilik, milliyetçilik ve cumhuriyetin değerleri anlamında, yani hukuk ve demokrasi alanında siyaset yaptılar. Bu yanlış mı? Kesinlikle yanlış değil. Zaten bizim altı okumuzun dördü bunlar. Bu değerler de bizim değerlerimiz ve her biri çok önemli... Zaten bu değerlerin bizi ileriye götüreceğine inanıyorum.

Ama “Bizim eksik olan iki okumuz halkçılık ve devrimcilik” diyorsunuz...

Doğru. Ama demokrasi ve hukuk alanında Deniz Baykal’ın ve arkadaşların yaptığı mücadeleyi asla küçümsemiyorum. Çünkü AKP onların yaptıklarının da doğru olduğunu ortaya koyuyor. İşte AKP ile ilgili Anayasa Mahkemesi ne dedi? “Laiklik tehdidinin odağı haline gelmiş bir siyasi partidir” dedi.

AKP neredeyse kapatılıyordu, ceza aldı. AKP din ve devlet işlerini birbirine karıştırıyor. AKP’nin böyle bir sıkıntısı var. Ama iyi ki CHP var. Çünkü CHP, cumhuriyetin, demokrasinin sigortası ve son kalesi konumunda. Yani geçmişte yapılan çalışmaları doğru buluyorum. Ama eksik buluyorum. Eksik olan taraf da halk... Halk ihmal edilmiş ya da halka daha çok gidilmemiş. Şimdi bizim altı okun hepsini birden aynı anda kullanabilmemiz ve onları güncel hale getirebilmemiz lazım.

Siz “Atatürkçüyüm ama o dogmada, 1920’lerde, 1930’larda kalmış değilim” diyorsunuz...

Evet. Ben Kemalistim. Ancak niye siyaset yapıyorsunuz, o ideoloji niye var? Halkın sorunlarına çözüm üretmek için var. 1920’lerdeki, 1950’lerdeki halkın talepleri, beklentileri, sorunlarıyla, bugünün talepleri, sorunları, beklentileri çok farklı. Dolayısıyla sizin de o ideolojiyi akıl ve bilimle halkın güncel taleplerine çözüm üretebilecek noktaya getirebilmeniz lazım.

Kadınlara nasıl ulaşacaksınız peki?

Genel Başkanımız onu da söyledi. “Sandıklara sahip çıkmalıyız” dedi... Sandıklara sahip çıkmak demek mahallere, sokaklara sahip çıkmak demek. Sonuçta o sokaklarda, mahallelerde kadınlar var. O anlamda il, ilçe ve belde örgütlerimizde kadınlara çok iş düşüyor. Kadın kollarımız yeniden yapılandırıldı. 3 yıl aradan sonra aktif bir şekilde sahada çalışıyorlar. Kadın sivil toplum örgütleriyle daha çok bir araya geliyoruz. O çalışmalara da başladık.

Peki ya başörtüsü meselesi?

Mesele olan başörtüsü değil, türban. Başörtüsü farklı, türban farklı... Başörtüsüyle kimsenin sorunu yok. Ama türban konusu maalesef siyaseten bir simge olarak kullanılıyor. Ve ne acıdır ki, yine kadın kullanılıyor ve onlar üzerinden siyaset yapan yine erkekler.

Merak ettim, yaptığınız araştırmalarda başörtülü ve türbanlı kadın sayısı da var mı?

Ben öyle bir araştırma yaptırmadım ama şu ana kadar incelediğim araştırmalarda türban takan kadın sayısı için yüzde 1.7 diyen de var yüzde 2.5 diyen de... Yine farklı araştırmalarda kadınların yüzde 60’ı başörtüsü takıyor deniyor.

Peki Türkiye’nin yapısı Müslüman ve muhafazakâr ise bunu da yadsımadan politikalar izlemek gerekmiyor mu sizce?

Türkiye, tabii ki Müslüman bir ülke ama sonuç itibariyle Avrupa Birliği üyesi olmaya gayret eden, dolayısıyla oradaki çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi, uygarlığı, sosyal devleti, sosyal güvenceyi, sosyal adaleti, çoğulculuğu, hukuk sistemini benimsemiş bir ülke. Türkiye, Müslüman bir ülke, ama bir Arap ülkesi, bir Ortadoğu ülkesi değil. Müslüman ülkeler arasında yegane ve tek örnek. Bir anlamda Atatürk’ün ortaya koyduğu bir mucize... Dolayısıyla bizim onu ilerletmemiz, geri götürmememiz lazım.

Sizce Kürt meselesi nasıl çözülür?

Ben Kürt meselesini kanayan derin bir yaraya benzetiyorum. Gittikçe de derinleşiyor yara, kan durmuyor. Bunun sonu çok tehlikeli boyutlara gidebilir. Bu yaraya sevgiyle, şefkatle, sabırla yaklaşıp 3 merhemi aynı anda, peş peşe sürmemiz lazım. 

Nasıl?

Bir yara kanadığı zaman sizin önce o yarayı oksijen ile temizlemeniz lazım. Tertemiz olmalı. Yoksa kanamaya devam eder. Sonra hemen bir pamukla da tentürdiyot basmanız lazım ki kan dursun. Ondan sonra da hemen merhem tedavisine başlayacaksınız. O zaman yara yavaş yavaş kabuk bağlar. Kürt meselesindeki üç merhemim ise şöyle... Doğu ve Güneydoğu’daki vatandaşların en önemli sorunu sosyal devlet, sosyal güvenlik, sosyal adalet. Oradaki vatandaş kendisini adil bir toplumun eşit bireyi olarak görmüyor. Devleti arkasında, yanında hissetmiyor.

Karşısında mı hissediyor?

Hayır. Ama devletin varlığını hissetmiyor. Devlet için öneminin olmadığını görüyor. Eğitimde, sağlıkta, güvenlikte, adalette yoksun görüyor kendini devletten. Önce bunu sağlamamız gerekiyor. İkinci önemli sorun ise ekonomi. Bölgede sürdürülebilir bir ekonomik modele ihtiyaç var. Üretmeden, para vererek olmaz. O zaman kimsenin kendisine saygısı kalmaz. O saygıyı, o özgüveni vermemiz lazım bu insanlara.

Başbakan, 80 kere Siirt’e gitti ama istihdam yaratamadı

Ama orada kurulan fabrikaların PKK tarafından bombalandığı da bir gerçek...

Doğru, böyle kötü örnekler var. Ama ona bakarsanız uçak da düşüyor, trafik kazası da oluyor. Yani böyle bir genelleme yapmak yanlış olur. Sonuçta siz o bölgeye yanlış teşvik politikaları uygularsanız, “GAP eylem planını 5 senede bitireceğim” diye insanları kandırır ve hiçbir şey yapmazsanız sonuç böyle olur. Bu hükümet iki ayrı teşvik politikası uyguladı. Biri 5 Nisan 2004’teydi, “36 ili kapsayacak” dediler. O teşvik politikası önerisi benim ve arkadaşlarımın yaptığı bir çalışmaydı. Ben götürdüm Başbakan’a. Elim kırılsaydı da götürmeseydim! Daha evvel Ecevit’in yapmış olduğu bir teşvik yasasından yola çıkarak, Çin, Hindistan, Doğu Avrupa, Amerika ve NAFTA Anlaşması’nı inceleyerek yeni bir teşvik tasarısı hazırlamıştık. 57’nci hükümetin ömrü yetmedi, 58’inci hükümete götürdük. Fakat gitti Başbakan tek kriter aldı, hata yaptı. “Teşvik GSMH’sı 1500 doların altındaki illeri kapsayacak” dedi. 36 il çıkarttı böyle, sonra 49 il oldu.

Bakın Erdoğan, Siirt’ten milletvekili olarak girdi parlamentoya ve Başbakan oldu. Eşi Siirtli... Hiç gitmediyse 8 senede 80 kere gitti Siirt’e. En yakın arkadaşlarına yatırım yaptırttı. Ama Siirt’te bir tane istihdam sağlayamadı. Çünkü Başbakan Siirt’le, Düzce’ye, Afyon’a, Uşak’a aynı teşviği verdi. Şimdi İzmir’den, Denizli’den, İstanbul’dan, Ankara’dan hangi yatırımcı Düzce’yi bırakacak da Şırnak’a, Siirt’e gidecek? Bunu ben defalarca kendisine anlattım. Bürokrasi dedi, şöyle dedi, böyle dedi. Daha sonra bunun yanlışlığını anladılar, çünkü bölgeye yatırım gitmedi. Ondan sonra yapılan teşvikte çıkan manzara ise şu oldu; Kastamonu, Sinop, Çankırı, Şırnak, Diyarbakır aynı teşvikte yer aldı... Kastamonu, Sinop, Çankırı varken Siirt’e kim gider peki? Bu teşvikte de kimse oraya gitmedi. Çünkü teşvik yatırımcı için çekici olmaktan çıktı. Ama Başbakan yine bildiğini okudu. Aslında çok mu zor bunu düzgün yapmak? Değil.

Niye yapamıyorlar peki? Sizin hazırladığınız teşvik yasası nasıldı?

Bizim hazırladığımızda Doğu ve Güneydoğu’ya ayrı bir teşvik paketi vardı. Pozitif ayrımcılık vardı. Asgari ücretten vergi almayacaktık orada, yatırım indirimi olacaktı, enerji maliyetleri aşağıya inecekti. Artı Amerika’yla nitelikli sanayi bölgesi anlaşması yapılacaktı... Yani bölge kalkınacaktı. Ama yapmadılar. Şimdi de hiçbir şey yapmıyorlar. Başbakan 17 bakanıyla GAP Eylem Planı açıkladı. Koyduğu hedefler hep yanlış. Mesela, “5 senede 3.8 milyon kişiye istihdam sağlayacağım” dedi. GAP bölgesinde 9 il var. 9 ilde sanayide toplam 90 bin istihdam var. Nasıl olacak? İşsizlik Sigorta Fonu’ndan paraları aldılar. O paralarla oralarda fabrika yaptırmak yerine yol, su, elektrik inşaatı yaptı TOKİ... TOKİ tarafından oralarda kimlere iş veriliyor peki? Bölge müteahhitlerine verilmiyor. Yollar kime veriliyor? Bölge müteahhitlerine verilmiyor. Başbakan’ın, AKP’nin çevresindeki insanlara veriliyor. Yani bu siyasetle oralarda çözüm üretemezsiniz.

Peki Kürt meselesine çözüm olacak üçüncü merhem ne?

Üçüncü merhem de kimlik... Doğrudur, oradaki vatandaşlarımızın kimlikleriyle ilgili bazı talepleri var. Bunları dikkate almak zorundayız. Ama Kürt meselesinde sadece kimliği ele alırsanız, yani tıpkı kadın hakları dendiğinde sadece türbanı sorun yaptığınız gibi, burada da sadece kimliği sorun yaparsanız çözüm üretemezsiniz. Kimliği de koyacaksınız, sosyal devleti de koyacaksınız, sürdürülebilir ekonomik kalkınma modelini de koyacaksınız. Üçünü de aynı anda ortaya koymak zorundasınız. Öbür türlü bu yara kanamaya devam eder. Uzlaşma olmaz.

Peki sizin CHP olarak yeni bir çalışmanız var mı Kürt meselesine ilişkin?

1989’da çok ileri bir rapor hazırlamışız. O raporu hazırlayan arkadaşlarımızı hakikaten kutlamak lazım. Ama şu özeleştiriyi de yapıyoruz; 21 senedir o raporun üzerine biz de bir şey koymamışız. Şimdi bölgedeki 20 ile giderek, sadece onları dinleyerek diyoruz ki, “Biz hata yaptık. Hatalıyız ama hiçbir zaman geç değildir. Bugün bu bölgeye, sizlerin sorunlarına sahip çıkmak istiyoruz.” Onlar da bize şunu diyorlar. “Burada insanları bir taraf dinden çekiştiriyor diğer taraf etnik kimlikten. Bu bölgede Cumhuriyet Halk Partisi olmazsa sorunlar çözülmez. Bunun bilinci içerisindeyiz. Size sitem edeceğiz, bundan alınmayın, darılmayın. Çünkü sitemin olduğu yerde umut vardır.” Bunun biz de bilincindeyiz...

Ona dokunmak serbest...

Umut Oran, siyasete girdiğinde, pek çok siyasetçiyi şaşırtacak bir karar verdi. İş hayatını ve sivil toplum kuruluşlarındaki görevlerini bitirdi. Sebebi çok açıktı; “Eğer siyasete atılıyorsam, hiçbir bağım olmamalı” dedi... CHP’ye ilk adımını attı, hemen ardından Baykal’a karşı aday olma cesaretini gösterdi, kaybetti. Tam o dönemde bir söyleşi yapmıştım Umut Oran’la... O da biliyordu kazanmasının zor olacağını, ama bir şey daha biliyordu, CHP’nin yeni bir siyaset anlayışına ihtiyacı olduğunu... Yılmadı! Tıpkı iş hayatında yaptığı gibi il il Anadolu’yu dolaştı, yine CHP için çalıştı. Şimdi Kılıçdaroğlu’nun beş başkan yardımcısından biri... Gurur duyduğu bir özelliği var bu koltukta otururken, isteyen istediği kadar dokunabilir ona! Zira milletvekili olmadığı için dokunulmazlığı yok, ki zaten bu onun da, partisinin de Meclis’de mücadelenin ilk sırasına koydukları meselelerden biri. “Daha temiz, daha şeffaf bir siyaset için dokunulmazlığın kaldırılması şart” diyor Oran. Onun bu sözlerinden anlıyorum ki, CHP bu kez gerçekten değişmeye kararlı, bedeli her ne olursa olsun!

Ev kadınları CHP’ye mesafeli

Sizinle iki yıl önce Baykal’a karşı aday olduğunuzda yaptığımız söyleşide, “Biraz çalışırsak rahatlıkla 10 milyon oy alır ve yüzde 40’la iktidar oluruz” demiştiniz. Aynı görüşte misiniz?

Tabii... Ama bugün 50 milyon oy verecek insan var. Dolayısıyla yüzde 40 demek, 20 milyon oy demek.

Peki 20 milyon oy alabilir mi CHP?

Alabiliriz. Bir kere oyumuz zaten bir şey yapmadan otomatikman arttı. Nasıl arttı? Bir yönetim değişikliği oldu, yeni bir genel başkan geldi. Yeni bir siyaset anlayışını temsil eden, insanlara saygılı, sakin olmayı becerebilen, geçmişi temiz, bilgiye dayalı konuşan bir genel başkan... Bugüne kadar birçok yolsuzlukla ilgili davada rakiplerini istifa etmek zorunda bıraktı. Aralarında iki genel başkan yardımcısı olmak üzere... Katılımcı, çoğulcu... Kadro hareketine önem veriyor, dinlemeyi seviyor, uzlaşmacı, paylaşmacı, halkçı. En önemli şey de halkçı olması... Çünkü sizi iktidara taşıyacak olan halk.

Dolayısıyla bu yönetim anlayışının da halkçı bir lideri var ve halkçı bir yönetim anlayışı sergiliyor. Bu değişim bize zaten belli bir oy kazandırdı. Yeni yönetimdeki arkadaşlar olarak biz de bu çerçevede yine Cumhuriyet Halk Partisi’nin altı okundan, temel ideolojilerinden sapmadan bir siyaset yürütmeye gayret ediyoruz. Öbür taraftan bize oy vermeyen veya oy almakta zorlandığımız kesimleri tespit ediyoruz. Mesela kadınlar bize biraz mesafeli duruyor. Gençler de öyle...

12 milyon ev kadını var

Kadınlar neden mesafeli?

Kadınlar derken evde oturan kadınlardan bahsediyorum. Türkiye’de yaklaşık 11 milyon 690 bin ev kadını var.

Araştırma mı yaptırdınız?

Evet. Biz yeni dönemde hep ölçerek hareket ediyoruz. Araştırma yapıyoruz... Ve görüyoruz ki, evde oturan kadınlara ulaşmakta zorlanıyoruz. Çünkü daha evvel sahada çok aktif yer almamışız. Daha evvelki yönetimin, genel başkanın yaptıklarını küçümsemiyorum. AKP’yi iyi tanıyan, iktidarın gücünü, devleti nasıl kullandığını, arka plandaki gizli gündemini iyi bilen bir lider olarak Baykal’a da ben “Yanlış yaptı” demiyorum. Ama Baykal ve o zamanki yönetimdeki arkadaşlar daha çok laiklik, devletçilik, milliyetçilik ve cumhuriyetin değerleri anlamında, yani hukuk ve demokrasi alanında siyaset yaptılar. Bu yanlış mı? Kesinlikle yanlış değil. Zaten bizim altı okumuzun dördü bunlar. Bu değerler de bizim değerlerimiz ve her biri çok önemli... Zaten bu değerlerin bizi ileriye götüreceğine inanıyorum.

Ama “Bizim eksik olan iki okumuz halkçılık ve devrimcilik” diyorsunuz...

Doğru. Ama demokrasi ve hukuk alanında Deniz Baykal’ın ve arkadaşların yaptığı mücadeleyi asla küçümsemiyorum. Çünkü AKP onların yaptıklarının da doğru olduğunu ortaya koyuyor. İşte AKP ile ilgili Anayasa Mahkemesi ne dedi? “Laiklik tehdidinin odağı haline gelmiş bir siyasi partidir” dedi.

AKP neredeyse kapatılıyordu, ceza aldı. AKP din ve devlet işlerini birbirine karıştırıyor. AKP’nin böyle bir sıkıntısı var. Ama iyi ki CHP var. Çünkü CHP, cumhuriyetin, demokrasinin sigortası ve son kalesi konumunda. Yani geçmişte yapılan çalışmaları doğru buluyorum. Ama eksik buluyorum. Eksik olan taraf da halk... Halk ihmal edilmiş ya da halka daha çok gidilmemiş. Şimdi bizim altı okun hepsini birden aynı anda kullanabilmemiz ve onları güncel hale getirebilmemiz lazım.

Siz “Atatürkçüyüm ama o dogmada, 1920’lerde, 1930’larda kalmış değilim” diyorsunuz...

Evet. Ben Kemalistim. Ancak niye siyaset yapıyorsunuz, o ideoloji niye var? Halkın sorunlarına çözüm üretmek için var. 1920’lerdeki, 1950’lerdeki halkın talepleri, beklentileri, sorunlarıyla, bugünün talepleri, sorunları, beklentileri çok farklı. Dolayısıyla sizin de o ideolojiyi akıl ve bilimle halkın güncel taleplerine çözüm üretebilecek noktaya getirebilmeniz lazım.

Kadınlara nasıl ulaşacaksınız peki?

Genel Başkanımız onu da söyledi. “Sandıklara sahip çıkmalıyız” dedi... Sandıklara sahip çıkmak demek mahallere, sokaklara sahip çıkmak demek. Sonuçta o sokaklarda, mahallelerde kadınlar var. O anlamda il, ilçe ve belde örgütlerimizde kadınlara çok iş düşüyor. Kadın kollarımız yeniden yapılandırıldı. 3 yıl aradan sonra aktif bir şekilde sahada çalışıyorlar. Kadın sivil toplum örgütleriyle daha çok bir araya geliyoruz. O çalışmalara da başladık.

Peki ya başörtüsü meselesi?

Mesele olan başörtüsü değil, türban. Başörtüsü farklı, türban farklı... Başörtüsüyle kimsenin sorunu yok. Ama türban konusu maalesef siyaseten bir simge olarak kullanılıyor. Ve ne acıdır ki, yine kadın kullanılıyor ve onlar üzerinden siyaset yapan yine erkekler.

Merak ettim, yaptığınız araştırmalarda başörtülü ve türbanlı kadın sayısı da var mı?

Ben öyle bir araştırma yaptırmadım ama şu ana kadar incelediğim araştırmalarda türban takan kadın sayısı için yüzde 1.7 diyen de var yüzde 2.5 diyen de... Yine farklı araştırmalarda kadınların yüzde 60’ı başörtüsü takıyor deniyor.

Peki Türkiye’nin yapısı Müslüman ve muhafazakâr ise bunu da yadsımadan politikalar izlemek gerekmiyor mu sizce?

Türkiye, tabii ki Müslüman bir ülke ama sonuç itibariyle Avrupa Birliği üyesi olmaya gayret eden, dolayısıyla oradaki çağdaşlaşmayı, modernleşmeyi, uygarlığı, sosyal devleti, sosyal güvenceyi, sosyal adaleti, çoğulculuğu, hukuk sistemini benimsemiş bir ülke. Türkiye, Müslüman bir ülke, ama bir Arap ülkesi, bir Ortadoğu ülkesi değil. Müslüman ülkeler arasında yegane ve tek örnek. Bir anlamda Atatürk’ün ortaya koyduğu bir mucize... Dolayısıyla bizim onu ilerletmemiz, geri götürmememiz lazım.