Üniversiteler neden parçalanıyor?

Üniversiteler neden parçalanıyor?

 “Genç Bakış” programının yapımcısı aynı zamanda Milliyet gazetesi köşe yazarı Abbas Güçlü, YÖK’ün İstanbul, Marmara, Gazi, Uludağ ve Selçuk üniversitelerine yönelik olarak aldığı, bölünme kararını ve beraberinde gelen tartışmaları gazetedeki köşesine taşıdı:

Üniversite rektörleri, bölünme kararına kesinlikle sıcak bakmıyor. Ama YÖK’le aralarının açılmaması için şimdilik suskunluğu tercih ediyor. Bu yönde bir sürecin başlatılmasına en büyük tepki, öğrenci ve öğretim üyelerinden geldi.

YÖK üyelerinden bazıları da “dayatmayla” alınacak bir bölünme kararına kesinlikle sıcak bakmadıklarını dile getirdiler: “Eğer ille de bir yeniden yapılanma olacaksa, bu, YÖK kanalıyla değil, üniversitelerin kendi inisiyatifiyle gerçekleşmeli...”

YÖK’ün “parçalanma” konusundaki tek kriterinin, öğrenci sayısı olduğu öğrenildi. Söz konusu 5 üniversite ismi belirlenirken de “öğrenci sayısının 40 binin üzerinde olması“ kriteri esas alındı. Eğer 30 ya da 35 bin rakamı kabul görseydi, parçalanacak üniversite sayısı en az üç katına çıkacak ve bu da daha büyük sorunları beraberinde getirecekti. YÖK’ün şimdilik 40 binde ısrar etmesi bu yüzdenmiş. İleride 20 binlere kadar inilebilirmiş! 

Peki ideal bir üniversitenin kaç öğrencisi olmalı? 5 bin mi, 10 bin mi? Yoksa 50 bin mi? Dünyadaki örnekleri nasıl?  

Üniversiteler, bütün dünyada, öğrenci sayılarıyla değil, yetiştirdikleri öğrenci ve bilimsel üretkenlikleriyle değerlendiriliyor. Bizde de öyle. Örneğin Boğaziçi, ODTÜ, İTÜ, Hacettepe önde gelen üniversitelerimiz olmasına rağmen, en kalabalık üniversiteler sıralamasında ilk 10’a bile giremezler. Bu onların küçük üniversite olduğu anlamına gelmez. 

Ya da İstanbul Üniversitesi, Marmara, Gazi, Selçuk ve Uludağ, öğrenci sayısı 40 binin üzerinde olduğu için hantal ve başarısız üniversiteler kategorisine girmez. Her üniversitenin konumu ve duruşu farklı. 

Örneğin Boğaziçi Üniversitesi, küçük bir kampusa sıkışmış durumda. Ama ODTÜ öyle mi? Biri büyümeye müsait, diğeri ise daracık bir alana mecbur kalmış durumda. İşte bu yüzden kontenjan artırımı, öğretim üyesi başına düşecek öğrenci sayısı, yeni fakültelerin açılması ve üniversitelerin parçalanması gibi konularda nihai kararı, YÖK, hükümet, TBMM ya da başkaları değil, bizzat üniversitenin kendisi vermelidir. 

Bölünsün ama! 

Bazı üniversiteler var ki kesinlikle yeniden yapılandırılmalı. Örneğin İstanbul Üniversitesi. Paris ve Roma üniversitelerinde olduğu gibi aynı ad altında 1, 2, 3, 5, 7 diye adlandırılabilir ve ayrı ayrı üniversiteler haline getirilebilirler. İyi de olur. Ama bunu YÖK değil kendileri yapmalı. Yoksa, tıpkı yeni YÖK yasası çalışmalarında olduğu gibi, bu işi en çok destekleyenleri bile muhalifler arasına itebilir.

İstanbul Üniversitesi’nin, rektöründen öğrencisine kadar, bu değişime karşı olduğunu yakından biliyoruz. Şimdi böyle bir durumda, onların rızası alınmadan, kamuoyu yaratılmadan, artıları eksileri kendi içlerinde tartışılmadan YÖK’ün oyunda taraf olması, ortalığı daha fazla karıştırmanın ötesinde ne işe yarar? Bilen varsa lütfen söylesin...

Avcılar, İstanbul Üniversitesi’nin bir kampusu değil de yeni bir üniversite olarak kurgulansaydı, şimdiye kadar çoktan marka olmuştu. Ama hâlâ sorunlarla boğuşuyor. Bu doğru. Ama şimdi nasıl ayıracaksınız? Bu çok zor.

 Keşke bu inisiyatif kendiliğinden gelişseydi. Örneğin Eskişehir’de Anadolu, İzmir’de Ege üniversitelerinde olduğu gibi. Biri Osmangazi’yi, diğeri de Dokuz Eylül’ü doğurdu ve destekledi. Sonuçta her iki tarafın da daha hızla gelişmelerine olanak sağlandı. Aynı yöntem söz konusu üniversiteler için de öngörülebilirdi.

Özetin özeti: Atılan adımlar kurbağayı ürkütmeye değmeli. Zaten başımızda yeterince sorun var!..