Çoğu şarkının bir hikâyesi ve bir çıkış noktası vardır. Bazıları bilinmez, bazıları sanatçılar tarafından açıklanır; bazıları ise adeta bir şehir efsanesi tadında dilden dile dolaşır. Bu nedenle çoğu hikâyenin kesinliği ile ilgili bir garanti sunmak zor.
Doğu Cem Gürcan’ın Onedio’daki haberine göre, dilden dile dolaşan ve internette sağda solda bulunan, bazı şarkıların hikâyelerine dair anlatılanlar şöyle:
Damien Rice, sürekli takıldığı barda bir kadınla çarpışır ve özür dilemek için bir içki ısmarlamak ister. Birer kadeh şarap içerler. İlk kadehler bittiğinde kadın kalkmak ile kalkmamak arasındayken Damien bir kadeh daha ısmarlamak ister; derken muhabbet ilerlemeye başlar ve birer kadeh daha içilir. O sırada Rice gizlice saati kontrol ederek, eğer 15 dakika içinde kalkarsa son otobüsü yakalayabileceğini düşünmektedir. Fakat muhabbet arasında aynı yerde, en azından aynı otobüsle gidilecek yerde oturduklarını öğrenmiştir kadının. Bir kadeh daha içersek otobüsü ikimiz de kaçırıp eve kadar beraber yürürüz düşüncesi içine girer ve saatten bahsetmez kadına. Birer kadeh daha içilir, Damien’ın sigarası da bitmiştir lakin kadından otlanıyordur. Otobüs saati geçtiğinde Damien saate bakarak “Tüh otobüs de kaçtı ne yapacağız” der. Kadın ise, “Sorun değil, erkek arkadaşım gelip alacak beni” diye cevap verir. İşte o an Damien yıkılır, ama belli etmez ve “Ha tamam o zaman ya” diyerek tuvalete gider. Geldiğinde ise kadın masaya üç tane sigara bırakıp gitmiştir. Damien ise hemen eline aldığı peçeteye bu şarkıyı yazar.
The Cranberries bu şarkıyı, Kuzey İrlanda'da ''Troubles'' diye adlandırılan dönemde, İngiltere’nin Warrington kentinde IRA tarafından düzenlenen bir saldırı sonucu iki çocuğun hayatını kaybetmesi üzerine yazmıştır. Şarkının genel havasına baktığımızda, savaşın çocuklar ve anneler üzerindeki ağır psikolojik etkilerinden bahsettiğini kolaylıkla anlayabiliriz. Şarkının gerek klibi gerekse sözleri itibari ile son derece etkileyici ve sarsıcı bir özelliği vardır. Videoyu izlediğiniz zaman siyah beyaz tema üzerine çekilen klibin, savaşın ve kanın asla insan doğasına uygun olmadığını net bir şekilde ifade ettiğini görebilirsiniz.
Kayıp insanların resimleriyle yapılan şarkı, ilk olarak enstrümantal olarak yayınlanıp bazı çocuklar ve ailelerine armağan edilmiş; daha sonra sözler eklenip hem albüm hem de halka mesaj vermek için kullanılmış ve videosuna "Eğer bu çocuklardan birini görürseniz ya da siz resimdekilerden biriyseniz lütfen bu numarayı arayın" diye eklenmiş. Amerika’nın dışında da kayıp insanların resimleri değiştirilerek birçok ülkede kullanılmış.
Paul McCartney, anne babası yeni ayrılmış olan Julian Lennon ile bol bol vakit geçirmektedir ve bir gün, küçük çocuk için bir şarkı bestelemeye başlar. Şarkının adı, "Hey Jules"dur. Daha sonra Jules kısmını, kulağa daha iyi geldiği düşüncesiyle, Hey Jude olarak değiştirir ve ardından, yaptığı yeni besteyi John Lennon`a sunar. “The movement you need is on your shoulder” dizesini, şarkıya yakışmadığı gerekçesiyle çıkarmak ister ancak Lennon onu engeller. Çünkü şarkının içindeki en anlamlı dize, budur Lennon`a göre. Dizenin, şarkı içinde tek kafiyesiz satır olmasının nedeni de budur.
Şarkının hikâye tarafında karşımıza kulakları duymayan sağır bir çocuk çıkmaktadır. Klipteki gibi evden kaçar ve bir köpekle dost olmasıyla macerası başlar. Diyar diyar gezerken bir köyde hor görülen ve hırpalanan bir adama denk gelir. Yapılan kötülükler yüzünden çığlık atar ve adamı kurtarır. Bu çığlığın deprem etkisi yapıp fırtına getirdiği yapılan rivayetler arasındadır. Çocuğun çığlık atması ile ilgili yeteneği burada keşfedilir. Ayrıca yaşlı adamın kalbini iyileştirmesi de klipte benzeri bir şekilde gösterilmiştir. Yaşlı adam ve çocuk rastgele yollarına devam ederler. Ardından klipte trafik polisi gibi gösterilen ama aslında cüzzamlı bir adamı temsil eden birine rast gelirler. O da bulunduğu köyde dışlanmaktadır. Bu adam da ekibe katılır ve hep beraber yolculuklarına devam eder. Belli bir süre sonra bir madene gelirler. Çocuğun yeteneği itibari ile kötülüklere son verebileceğini düşünen yaşlı ve cüzzamlı adam onu heykel şeklinde tasvir edilen madendeki şeytanın yanına bırakırlar. Bu noktadan sonra ise kesin bir sonuç yoktur. Yani bir bilinmezlik söz konusudur. Anlatılanlara göre çocuktan bir daha haber alınamaz.
Yukarıda hikaye kısmında anlatılanlar, elbette bir efsanenin ürünü ve tasvir edilmesidir. Her ne olursa olsun insanın aklında kalan, kısa bir süre de olsa düşünmeye sevk eden bir şarkı olması sebebiyle ilgi çekmektedir.
Mettalica’nın bu şarkısı aşağıdaki hikâyeye konu olan gencin içinde yaşadığı çaresizliği ve savaşın acı yüzünü anlatır:
1971 yapımı savaş karşıtı Amerikan dram filmi Johnny Got His Gun (Johnny Silahını Kaptı), Aynı isimli romandan ekranlara uyarlanmıştır. Senaristliği ve yönetmenliği kitabın yazarı olan Dalton Trumbo tarafından yapılmıştır. Konusu genel olarak şöyledir: Johnny birinci dünya savaşına gider. Gençtir, geride sevgilisini bırakır. Bir gece cephede kaybolur. Bir bombanın açtığı çukura girer çünkü askerlerin bir inanışına göre aynı yere iki kere bomba düşmez. Fakat evdeki hesap çarşıya uymaz, Johnny'nin üstüne bomba düşer ve Johnny’yi hastaneye kaldırırlar. Başlarda anlamaz ne olduğunu, uyuduğunu zanneder. Sonra doktorlar dikişlerini almaya başladığında kollarını ve bacaklarını kaybettiğini, daha da kötüsü görme, konuşma ve duyma işlevlerini de kaybettiğini anlar. Artık yaşayan bir beyinden başka bir şey değildir o. Vücuduna vuran güneşin ısısıyla günleri sayar, insanların ayaklarının yarattığı darbelerle odada birileri olduğunu anlar. Bu sırada bir nevi telepatik rüya yoluyla bazı insanlarla iletişim kurar (örn: babası). Bunlar aslında gerçek değildir, ama gerçeği yüzüne vurmaktadır; Johnny’nin asla kurtulamayacağı gerçeğini... Yine bir rüyasında babasının çocukken öğrettiği mors alfabesini hatırlar. Artık kafasını yastığa vurarak konuşmaya çalışmaktadır. Askeri hastanede olduğu için askerler bunu anlarlar ve cevap verirler. Johnny ötenazi istemektedir ama general bunun imkânsız olduğunu söyler.
Çoğu kişinin uyuşturucuyla alakalı çıkarımlarına rağmen, Comfortably Numb’ın hikâyesi basit ve yaşanmışlıklar üzerine kurulu; müzikal altyapısı ise bu basitlikle ters orantıda güzeldir.
Grubun gitaristi Syd Barrett, bir Kuzey Amerika turnesi sırasında LSD yüzünden kötü durumdadır. Gitarını otel odalarında unutur ve onu geri almak amacıyla aynı gün tekrar önceki şehre uçmak zorunda kalır. Ayrıca, grubun geri kalanından ve dünyadan gün geçtikçe daha fazla kopmaktadır. Bir akşam, olaylar patlama noktasına gelir ve bu durum, David Gilmour'un gruba katılmasıyla ve Roger Waters ile birlikte bu şarkıyı yazmasıyla sonlanır.
Chicago'daki bir konser sırasında, grup sahne almak üzeredir ve Syd ortadan kaybolmuştur. Odasına bakarlar ve Syd’in cenin pozisyonunda yatmakta olduğunu görür. Ancak onu kendine getirme çabaları sorunsuz kalır. En sonunda kendi kendine konuşmaya başlar, fakat gruptakiler ne dediğini anlayamamaktadır. En sonunda, onu ayağa kaldırmayı başarırlar ve grubun sahne alması gerektiğinden dolayı, onu yürütüp gitarını boynuna asarlar. Birinci kıta bu bölümü anlatır.
Anlatılanlara göre, konserin geri kalan kısmı boyunca onu götürdükleri yerde durmuştur Syd ve kısa riff'ler kullanmıştır çalarken; bu yüzden grup onun bu halden kurtulacağını ummuştur. Sonunda, konsere ara verildiğinde grup bir doktor çağırır ve doktor Syd'e halüsinasyonlarının yok olmasını sağlayan bir enjeksiyon yapar; bunu konserin ikinci yarısında Syd'in tamamen normal davranmasından anlıyoruz. İkinci kıtada ise bu bölüm anlatılır.
Bu noktadan sonra, Gilmour gruba eşlik etmesi için çağrılır ve en sonunda, Syd'in yerini alır. Stüdyo kayıtları sırasında, Syd ile çalışmak neredeyse imkânsız hale gelmiştir; zira bazen riff'leri tersinden bile yazdığı olmuştur.
Nakaratlar, Syd'in bakış açısıyla söylenir; arkadaki rüya hissi veren altyapı bunu kanıtlamaktadır. Şarkının sonlarına doğru anlatıcı, uyuşturucu yüzünden hayatının tamamen değiştiğini fark eder; fakat bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktur, çünkü o artık huzurla hissizleşmiştir.
Bu şarkıyla ilgili pek çok efsane dolaşsa da, sözlerinden de yola çıkarak en akla yatkın olanı şu hikâye olsa gerek: Bob’ın güzel bir kız arkadaşı vardır, fakat ikisinin dünyalar oldukça farklıdır. Kız aslında kaba saba bir aileden gelen kız, Bob Dylan'ın incelikli dünyasını, entelektüel derinliğini anlayabilecek duyarlılıktan yoksundur. Dylan artık kalkıp gitmesi gerektiğini anlamıştır; artık bütün istediği yola çıkmadan önce son bir kahve daha içebilmektir. Bu arada kızın ailesine de laf sokmaktan geri kalmayacaktır. Not olarak, bu şarkının yazıldığı sıralarda, Bob Dylan'ın karısı Sara'dan ayrıldığını ve yaşadığı ayrılıkların sonrasında yazdığı şarkılarda 'tek yanlı keskin eleştirilerde' bulunduğunu hatırlamakta fayda var.
En fazla şehir efsanesine konu olan şarkı bu olabilir, ama genel olarak ana tema iki genç aşık üzerine kurulu. Bu hikâyelerden ikisi şöyle:
Birinci rivayete göre birbirlerine çılgınlar gibi aşık olan iki genç, bir sebepten ötürü (ailevi baskılar, sosyal baskılar, ya da başka bir sorun) sık sık buluşup bu otel odasında buluşurlar. Günün birinde, yalnızca birbirlerini seveceklerine ve buluşma yerine gelmemelerinin tek sebebinin ölüm olması gerektiğine dair söz verirler. Yine buluşacakları bir günde kız otel odasına önceden gelir; bekler, ama çocuk söz vermesine rağmen gelmemiştir. Kız, çocuğun söylediklerini ve çaresiz bir şekilde ne yapacağını düşünür. Bekler, bekler, ama kimse gelmez. Oysa çocuk geç kalmıştır ve arabayla sevgilisinin yanına yetişmeye çalışırken, trafik kazası geçirip hayatını kaybetmiştir. Kız ise onsuz yaşamaktansa ölmeyi tercih eder ve ona söz verdiği gibi kendisini otel odasında asar. Hayatına son vermeden önce de otel odasının kapısına bu şarkının sözlerini yazar. Uzun bir sure, birbirini seven iki gencin anısına otelin bu odası kimselere kiralanmaz. Günün birinde Eagles gelir, o otelde kalmak ister fakat boş oda yoktur. Boş olan tek oda iki sevgilinin odasıdır. Resepsiyondaki kız durumu izah ederek bu odanın hikâyesini anlatır. Eagles bu odayı görmek ister. Odada hiç bir şeye dokunulmamıştır; kapının arkasındaki sözleri gören Eagles, hikâyesinden de etkilendiği bu sözleri şarkı yapar.
Bir diğer rivayet ise şu şekildedir: 1969 yazında hikâyenin kahramanı olan adam uzun bir seyahate çıkar ve yolu Kaliforniya'dan geçerken dinlenmek için Hotel California’yı bulur. Ufak sevimli bir oteldir, sıcak bir havası vardır. Bir odaya yerleşir ve oteldeki ikinci gününde, yan odada kalan bir kızla tanışıp arkadaş olur. Fazla zaman geçmeden birbirlerine âşık olurlar ve tatili Hotel California’da birlikte geçirmeye karar verirler. Bütün bir yaz hep beraberdirler. Otelin sıcak insanları, sevimliliği sadeliği onları çok etkilemiştir. Unutamayacakları bir yaz yaşarlar, bir sevgi yaşarlar. Yazın bitiminde bir karar vermek zorundadırlar ayrılık için. Ve şöyle derler: Eğer 1 sene sonra birbirimizi unutmaz ve yine bu kadar çok sevecek olursak, gelecek yazın ilk gününde (tanıştıkları günü kastederek) Hotel California’da buluşacağız diye sözleşirler. O zamana kadar birbirlerini hiç aramayacaklardır. (Bu aşk bir yaz aşkı mı, yoksa gerçek bir aşk mı diye anlamak için yaparlar bunu. Eagles şarkısında genel olarak; hikâyenin buraya kadarki kısmını, yaşadıkları günleri, otelin güzelliğini, kasabanın sadeliğini anlatır.) Tam 1 sene geçmiştir; adam sözleştikleri gibi 1 sene sonra otelde buluşmak için yola çıkar. Ancak otelin önüne geldiğinde kapkara bir bina bulur. Otel dün yanmış ve sevdiği adamla buluşmak için 1 gün önceden otele gelen kız, gece çıkan yangında ölmüştür. Otele gelirken sevdiği kızla bir ömür yaşamayı, birlikte olmayı düşünen adam, onu bir ömür kaybeder. Grubun üyeleri hikâyeyi duyduğunda çok etkilenir ve bunun için bir şeyler yazmaya karar verirler. Böylece “Hotel California” dediğimiz o muhteşem şarkı çıkar.
Her ne kadar video boyunca izleyicilerin kahkahaları Johnny Cash’e eşlik etse de, gerçekten de dokunaklı bir şarkıdır “A Boy Named Sue”. Babası 3 yaşındaki oğlunu terk etmeden önce, ona veda hediyesi olarak Sue ismini verir. İsmi nedeniyle çevresi tarafından sürekli aşağılanan Sue, sonunda babasını bulur ve onunla kavgaya tutuşur. Şarkının sözleri bir Shel Silverstein şiirine benzetilebilir. Gerçek şu ki, aslında öyle. Hikâyedeki Sue ise Silverstein’ın yakın arkadaşı Jean Shepherd.
Bir sabah Paul McCartney dilinde bir melodi ile uyanır. Parçayı kendi kendine tekrarladıkça, bunun başka birileri tarafından söylenen bir parça olduğu hissine kapılmaya başlar ve sonunda grup arkadaşlarını çağırarak dinletir. Arkadaşları böyle bir parça olmadığını, ilk defa duyduklarını söylerler. Ancak sözleri ilk söylediğinde, “sahanda yumurta/ bayılıyorum yavrum o bacaklara” şeklindeymiş. Bestenin daha önce yapılmadığına ikna olunca oturup şimdiki sözleri yazmış.
Rivayete göre, bu parça dünyanın en zor oluşturulan parçası olarak tarihe adını yazdırmayı başarmış. Neden mi? Öncelikle, Jim Steinman imzası taşıyan parçanın sözlerinin yazımı 2 ayı aşan bir süre zarfında gelişmiş. Daha sonra, sözlerin melodiye dökülmesi 8 ay sürmüş. Bu yüzden parçanın melodisini ve notalarını çıkartmak bir hayli zordur. Şarkıyı bestelemek ve seslendirecek şarkıcıları seçmek de bir hayli zor olmuş ve 6 ay boyunca şarkıcı taraması yapılmış. En sonunda şarkı için en uygun seslerin Bonnie Tyler ve Meat Loaf olduğuna karar verilmiş. Tabii, ikiliyi bir araya getirmek de pek kolay olmamış ve tam 4 ay sonra, yani 2 yılın son günü, ikili nihayet stüdyoya girerek şarkıyı seslendirmiş. Hikâyenin en ilginç kısmı ise, 2 yılda oluşturulan bu parçanın stüdyo kaydının sadece 20 dakika sürmesi.
83 yılında ekipman ve sahne alet edevatıyla dolu kamyonlarının çalınması akabinde, sadece deri ceketleriyle ortada kalan grup üyelerince o anki ruh hali içinde yazılmış; hem hüzünlü, hem sinirli, hem acıklı, hem de gazlı bir şarkıdır.
Şarkı 50’lerden kalma bir sahil şarkısı gibi görünse de, aslında her şey sözlerde gizli. “Last Kiss”, 1960’ta hayatını kaybeden Teksaslı 16 yaşındaki Carol Ann Tarver’ın ölümüyle ilgili. Tren kazası sonucu hayatını kaybeden Carol Ann için babası tarafından yazılan şarkı, Eddie Vedder tarafından bulunur ve Pearl Jam’e şarkıyı coverlaması için iletir. “Last Kiss”ten elde edilen tüm gelir Pearl Jam tarafından Kosova Savaşı mültecilerine bağışlandı.
1987 yılının temmuz ayında, Tacoma`da on dört yaşında bir kız çocuğu Gerald Friend isimli bir kişi tarafından kaçırılır. Adam, küçük kızı evinin tavanına ters şekilde astıktan sonra ona, günler sürecek bir tecavüz ve işkence girişiminde bulunur. İşkence aracı olarak tıraş makinesi, deri kırbaç, sıcak mum gibi psikopat objeler kullanmıştır ve daha sonra bir gün, arabada beraber giderlerken arabanın benzini biter. Bunu fırsat bilen kız, bir yolunu bulup kaçar ve kurtulur. Adam ömür boyu hapse mahkûm edilmek üzere tutuklanır. Kurt Cobain olaydan o kadar etkilenir ki, bunu bir şarkı haline getirmeye karar verir. Zaten birçok şarkısında tecavüz konusunu işleyen Cobain, küçük kızın hikâyesini de o kervana katmaktan çekinmez. Kızın ve şarkının adı, Polly`dir.
Bu şarkı, aslında hiç de trajik bir aşk şarkısı değil; Chelsea üyeleri Stan Penridge ve Peter Criss (KISS’ten ‘Catman’) tarafından “Beck” için yazılmış ve kaydedilmiş. Bahsedilen Beck ise Chelsea’nın gitaristi Mike Brand’in eşi Becky. Becky’nin turneye çıkan grubu sürekli arayıp kocasının ne zaman eve döneceğini öğrenmeye çalışması, ona şarkı yazılmasına neden olmuş. 1972 yılında, Peter Criss KISS grubuna katılınca, şarkı da onunla beraber katılmış. Kayıt sırasında da “Beck”, “Beth” olarak değiştirilmiş.
Pink Floyd grubunun kurucusu Syd Barret grubun lideridir. Şarkıların söz ve bestelerinin neredeyse tamamını o yapmaktadır. Ama kendisi uyuşturucu bağımlısıdır. Grup üyelerinin uzun tartışmaları sonucunda Syd Barret'in gruba daha fazla katkı sağlayamayacağı düşünülür ve gruptan atılır. Grup yeni albümleriyle dünyada tanınır hale gelir. Fakat grubun gitarist/solisti David Gilmour ve baterist Richard Wright gruptan ayrılan ve üzerinden yıllar geçen Syd Barret'i hala unutamamıştır. Grup üyeleri ondan ne bir haber, ne bir mektup almıştır. David Gilmour yeni albümünde ona bir şarkı yapmayı hayal eder. Bu şarkıya inanılmaz özen gösterir. Ve grubun albüm kayıtları başlar. “Wish You Were Here” şarkısının kaydını yapmak biraz zor olur onlar için; her birinin Syd'le olan anıları hatırlanır. Tam kayıttayken stüdyonun kapısından içeri birisi girer. Kimse önce tanıyamaz, ama bu Syd Barret'in ta kendisidir. Değişmiştir, uyuşturucuyu bırakmıştır. Ve içeri girer girmez ''Nerede kalmıştık ? '' der. Kimse gözyaşlarını tutamaz o an. Ona şarkıyı dinletirler, beğenmez. Ve Syd gruba geri dönmemeye karar verir. Ortadan kaybolur. “Wish You Were Here”albümü 1975'te çıkar. Ve Syd Barret 7 Temmuz 2006’ya kadar sadece Pink Floyd grubuna değil, hiçbir televizyona, gazeteciye gözükmez. 7 Temmuz 2006'da öldüğünde, geriye onun için ağlayan insanları bırakır. Aslında Syd Barret bir efsanedir.
Eric Clapton bu şarkıyı, 1991 yılında annesinin 53. kattaki dairesinin camından düşüp hayatını kaybeden 4 yaşındaki oğlu Connor için yazmıştır.
Eddie Vedder, bu şarkıyı gazetede gördüğü bir ilandan etkilenerek yazmıştır. Lise öğrencisi Jeremy, İngilizce derslerinden birine geç kaldıktan sonra, öğretmen “geç kâğıdı” getirmesini ister. Elinde silahla dönen Jeremy ise sınıfın önünde intihar eder.
BBC’de yayına katılan David Gilmour, son Pink Floyd albümü The Endless River’daki “Anısına” şarkısının Türkçe anlamını açıklamış. İsrailli sanatçı Gilad Atzmon’ın çalışıyla şarkının daha orta doğu havasına büründüğünü söyleyen Gilmour “Bu yüzden Türkçede ağıtlara baktım ve bir sebepten ‘Anısına’ ismine denk geldim” demiş. Grup, albümün Rick Wright anısına yapıldığını yaptıkları açıklamalarla belirtmişti.