Ünlü yönetmenlerin filmleri festivaldeydi

Ünlü yönetmenlerin filmleri festivaldeydi

T-24 46. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali'de yerli ve yabancı yapımlar jüri karşısına çıktı. Festivalin final gecesinde İtalyan yönetmen Francesco Maselli ile Yunan yönetmen Theo Angelopoulos gecede onur ödüllerinin sahibi olurken, Theo Angelopoulos'un ve Francesco Maselli'nin filmleri ücretsiz olarak gösterime girdi. Film gösterilerinden sonra da iki yönetmen birlikte bir söyleşi gerçekleştirdi.

Altın Portakal’da Angelopoulos ve Francesco Maselli Söyleşisi

Altın Portakal’ın son gününde ünlü Yunan yönetmen Theo Angelopoulos’un yeni filmi “Zamanın Tozu/ The Dust Of Time” ve İtalyan yönetmen Francesco Maselli’nin “Kızıl Gölge/Le Ombre Rosse/Red Shadows filmi AKM Aspendos Salonu’nda ücretsiz olarak gösterildi. AKM Perge Salonu’nda ise iki yönetmen beraber bir söyleşi gerçekleştirdi.

Angelopoulos: “Trajik bir çağda yaşıyoruz"

Kendilerine festivalin kapanış töreninde Yaşam Boyu Başarı Ödülü takdim edilen Theodoros Angelopoulos ve Francesco Maselli, halkın, yerli ve yabancı sinema eleştirmenlerinin, basının ve festival konuklarının bulunduğu bir söyleşide soruları cevapladı. Angelopoulos, ilk dönem filmlerinde yer alan hüzün ve melankolinin sebebi ile ilgili ilk soruya, “Melankolik bir çağda yaşıyoruz. Bu, uzun bir süre önce başladı ve hâlâ devam ediyor” şeklinde bir açıklama getirirken, Maselli “Theo ile temalarımız aslında çok benzeşiyor. Her ikimiz de 21. yüzyılın çöküşünü yaşadık ve onu anlatıyoruz” dedi. Bunun üzerine bir başka izleyici, “Melankoliyi tarif ettiniz, peki bu melankoli içerisinde Brecht ve Brechtyen sinema nerede duruyor?” sorusu üzerine Angelopoulos, “İlk başladığım yıllarda Brechtyen bir şekilde hareket ettim. Oyuncularımı da bu bakış açısına uygun şekilde yönlendirdim. Sonra Aristo’ya döndüm ve onun trajedisini, trajik bakışını benimsedim. Trajik bir çağda yaşadığımızı düşünüyorum. Toplumlar, ahlaki bir değer kaybı içerisinde. İnsanlar kayıp, tutunacak bir şeyler arıyorlar. İyi ile kötü arasındaki dengeyi de kaybettik.” dedi.

Angelopoulos: “İnsanlığın hikâyesini anlatıyorum”

Angelopoulos’a yöneltilen “Yunan kültürünü ve tarihini anlattınız hep, onunla hesaplaştınız”  yorumu üzerine yönetmen şu yanıtı verdi: “Anlattıklarım Yunan hikâyesi değil, insanlığın hikâyesi. Hemen hemen hepimiz aynı şeyleri yaşıyoruz. “Kumpanya The Travelling Players” filmim vesilesi ile Japonya’da festivale katılmıştım. Orada Hiroşima müzesini geziyorduk ve o sırada yanıma biri geldi, “Filminizi izledim, benim hikâyemi anlatmışsınız” dedi. Kanada’da film gösterilirken, Yunan elçisi “Bu Yunan hikâyesi değil” diyerek, sinirlenerek salonu terk etti, ancak bir Kanadalı filmden sonra yanıma gelip, gözyaşlarıyla ‘Bu benim hikâyem’ dedi.”  "Her yeni filminizin de bir öncekinin bittiği yerden başladığını söylediniz. Bu durum ve bakış açınız yeni filminiz için de geçerliliğini koruyor mu?” sorusu üzerine ise yönetmen “ Bir yönetmen ilk filmini çektiği zaman bütün kariyerinin çıtasını oluşturur. Ben, başından beri aynı filmi çekiyorum. Her filmim, aynı şeyin bölümleri. Bu nedenle filmlerimin sonuna ‘Son’ yazmıyorum. Ancak bu hayata veda edeceğim zaman ‘Son’ yazacağım” şeklinde yanıt verdi.

Pek çok filminde aynı müzisyen ile çalışmasına ve film müziğine bakış açısına dair ise “ Sinemaya ilk adım attığım zamanlar, filmin başından sonuna kadar var olan müzikten hoşlanmıyordum. Amerikan filmlerindeki, özellikle John Ford filmlerindeki kesintisiz müzik beni çok rahatsız ediyordu, müziği çıkarırsanız o filmler çok uzundur. Müziğin filme derinlik katması gerektiğine inanıyorum. Aynı müzisyenle çalışıyorum ve müziğin, istemediğim o etkiyi doğurmaması için şöyle bir yöntem kullanıyorum; müzisyene senaryoyu vermiyorum, sadece hikâyeyi anlatıyorum ve o, hikâyeyi düşünerek bestesini yapıyor” dedi. 

Maselli: “İtalyan toplumu Berlusconileşti!”

“Kızıl Gölge/Red Shadows” filminde,solun değişik kesimleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve uzun tartışmalarla, olası bir devrim hareketinin etkisini yitirmesini anlatan Maselli, temel dertlerinden birinin İtalyan toplumunun Berlusconi’leşmesi olduğunu belirtti. “Melankolik bir bakış açım yok, melankoli çok daha soylu bir duygudur ancak toplumun Berlusconi’leşmesi çok daha vahimdir. Angelopoulos’un söylediği gibi tarih her yerde aynı. Bu filme başlamadan önce Ken Loach ile konuşuyordum. Bana, ‘öyle bir film yap ki, solu anlatsın, metaforik olsun ve sadece İtalya’yı değil, bütün dünyayı içersin. Ben de buna çaba gösterdim” dedi. Solun yenilgisini anlatmanın, solun zaferini anlatmaktan daha mı ilgi çekici olduğunun sorulması üzerine ise, “Yenilginin analizini yapmak, bir zaferin militanlığını yapmaktan çok daha ilginçtir. Düşüşüsün nedenlerini inceleyerek çok şey öğrenirisiniz.

Entelektüelin görevi de bu düşüşü analiz etmektir. Ayrıca filmin sonunda bir umut ışığı da yakıyorum” dedi.

 Angelopoulos: “Tarihin sonundayız!” 

Her iki yönetmene de sorulan “Tarihin sonuna mı geldiğinizi düşünüyorsunuz?” sorusu üzerine Angelopoulos: “Kimisi tarihi spiral, kimisi düz bir çizgi kimisi ise bir daire olarak tanımlıyor. Eğer spiral olduğunu düşünürsek, bu spiralin en alt kısmındayız ama yukarı doğru çıkacağız. 60’lı yılların çöküşünü önceden öngörebilir miydik? O yıllarda Paris’e tek bir biletle gitmiştim, başka hiçbir şeyim yoktu ancak sokaklarda inanılmaz bir coşku ve dayanışma vardı. Herkes bana yardım etmişti. Şimdi ise herkes çok içine kapalı, fazlaca bireyselleşmiş durumda. Her şey çok sıradan ve yapay. Platon’un sözüdür, ‘Kendini tanımak istiyorsan önce karşındakinin gözlerine bak’ diyerek bu çağa mesajını gönderdi.

Zamanın Tozu/ The Dust Of Time

Willem Dafoe, Bruno Ganz, Michel Piccoli, Irène Jacob, Christiane Paul’un yer aldığı film, zaman, mekan, tarih ve aşk üzerine geniş bir ufuk sunuyor. Yunan kökenli Amerikalı yönetmen A. bilinmeyen bir sebepten dolayı yarıda bıraktığı filminin çekimini tamamlamak üzere Roma’daki stüdyosuna geri döner. Film, A.’nın annesinin hayat boyu sevdiği ve onu seven iki adamla yaşadığı büyük aşkları anlatmaktadır. Karakterler birbirlerini bir bulup bir yitirir; zaman ile mekân içinde, yirminci yüzyılın ikinci yarısının önemli olaylarını kat eden bir yolculukta Sibirya, Kuzey Kazakistan, İtalya, Almanya ve Amerika'dabirbirlerini ararlar. Stalin’in ölümü, Watergate Skandalı ve Vietnam Savaşı’ndan Berlin Duvarı’nın yıkılmasına, yeni çağa ve daha iyi bir dünya hayalinin yüzyıl sonunda çökertilişinin travmasına uzanır. Kızıl Gölge/red Shadow

Roberto Herlitzka, Ennio Fantastichini, Valentina Carnelutti, Arnoldo Foà, Lucia Poli’nin yer aldığı filmde. dünyaca ünlü bir entelektüel “Dünyayı Değiştirin” isimli bir grubun toplantısı için, Roma’ya, terk edilmiş bir sinema salonuna davet edilir. Orada gördüklerinden, enerji dolu bu çabadan çok etkilenir. Sokak televizyonuna şans eseri yansıyan bir röportaj sayesinde devrimci bir hareketin nüveleri atılır. Buradaki hareketin kültürel ve sosyal bir devrim yaratabileceğini düşüncesi doğar. Bu fikir medyanın da çok ilgisini çeker ve uluslararası bir gündem yaratır. Pek çok kişinin ilgi odağı olan bu oluşum zamanla bozulur. Entelektüeli heyecanlandıran bu coşku, kısa zamanda solun değişik kesimleri arasında yaşanan anlaşmazlıklar ve uzun tartışmalarla etkisini yitirir.