"Unutmayalım, hukuk ve insan hakları konusunda uluslararası indesklerin hiçbirinde iyi değiliz"

"Unutmayalım, hukuk ve insan hakları konusunda uluslararası indesklerin hiçbirinde iyi değiliz"

Hürriyet yazarı Taha Akyol, 10 Aralık 1948 yılında kabul edilen İnsan Hakları Günü vesilesiyle Türkiye'deki insan haklarına dikkat çekti. "İktidar Türkiye'de insan haklarının iyi, muhalefet kötü durumda olduğunu söylüyor. Hangisi doğru?" diye soran Akyol, bu sorunun cevabının 'insan hakları' kavramının tarih içindeki gelişimine ve çağımızdaki anlamına bakılması gerektiğini öne sürdü.

Akyol, "Unutmayalım, hukuk ve insan hakları konusunda uluslararası indekslerin hiçbirinde iyi durumda değiliz" diye yazdı.

Taha Akyol'un "İnsan hakları" başlığıyla yayımlanan (12 Aralık 2017) yazısı şöyle:

10 ARALIK 1948’de İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin ilan edilmesi, ‘İnsan Hakları Günü’ olarak kutlanıyor.

Türkiye’de insan hakları ne durumda?

İktidar Türkiye’de insan haklarının iyi, muhalefet kötü durumda olduğunu söylüyor.

Hangisi doğru?

Buna cevap vermek için “insan hakları” kavramının tarih içindeki gelişimine ve çağımızdaki anlamına bakmalıyız.

Köle ve hukuk

Tarihlerde kölesiyle aynı sofraya oturan, ağır işlerde ona yardım eden efendiler adil ve merhametli olduğu için övülür. İnsanlığın uzun asırlarında kölelik olağan görülmüş, kölesiz düzende ekonomi çarklarının dönmeyeceğine inanılmıştı.

Roma medeniyetinin işgücü kırbaç altındaki kölelerdi.

Bugün kölelik hayal edilebilir mi?!

Zira insanlığın hak ve hürriyetler anlayışı gelişmektedir.

ABD’nin kurucuları liberalizmdeki “hürriyet” kavramına yürekten bağlıydılar ama hepsinin köleleri vardı! Onların da “hür” olması akıllarına gelmemişti.

Hatta Yüksek Mahkeme 1857 yılında 9 yargıçtan 6’sının oylarıyla “siyahlar Amerikan vatandaşlarının haklarına sahip olamazlar” diye karar vermişti!

İçsavaşta Abraham Lincoln’ün galip gelmesiyle 1865 yılında anayasa değiştirilerek kölelik yasaklanacaktı...

Tarihin evrimi

İslam tarihine de bu evrim açısından bakmalıyız. İslamiyet köleliğin azat edilme yoluyla kaldırılmasını teşvik edecek kurallar getirmiş ama toplumsal hayatta kölelik devam etmiştir.

Osmanlı ve önceki İslam devletlerinde, o çağlardaki bütün toplumlar gibi köleler ve köle ticareti vardı. Ama Roma’dan farklı olarak Osmanlı’nın büyük mimari eserleri büyük çoğunlukla ücretli işçiler kullanılarak inşa edildi.

Kölelerin devlete hâkim olduğu dönemler, yani “gulam” ve “devşirme” sistemleri de yaşanmıştır.

Netice olarak “köleler” vardı.

Müslüman olmayanlar Müslümanlardan daha zengin olmalarına karşılık siyasi haklar bakımından “zimmi” denilen kısıtlı bir statüye tabi idiler.

19. yüzyılda dünyada eşitlik fikri gelişirken bu durum sürdürülebilir miydi?

Sürdürülemez olduğu için Tanzimat’tan sonra Batı hukukuna yöneliş başlayacaktı.

‘Yeni hak arayışları'

Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından doğru bir tercihle “büyük ödül” verilen değerli tarihçi Prof. Engin Deniz Akarlı’nın bir tespitini hatırlatmak isterim. İslami İlimler Araştırmaları Vakfı’nın 2000 yılındaki sempozyumunda Prof. Akarlı sanayi çağına kadar fıkhın ve özellikle de Osmanlı’nın ileri bir hukuk sistemi geliştirdiğini, fakat gelişmesini sürdüremediğini anlatır, “19. yüzyılda ortaya çıkan yeni hak arayışlarını karşılayabilmek açısından gerçekten yetersiz kalmıştı”diye belirtir.

Dikkat, “ortaya çıkan yeni hak arayışları”, yani modern çağın ortaya çıkardığı eşitlik, özgürlük, yargı bağımsızlığı, cinsiyet eşitliği, hukuk devleti gibi arayışlar...

Bilhassa muhafazakârlar bu konuda çok düşünmeli, “kadınlar yargıç olamaz, devlet başkanı olamaz” diye 21. yüzyılda kitap yazılmasını bir de bu açıdan değerlendirmelidir.

Unutmayalım, hukuk ve insan hakları konusunda uluslararası indekslerin hiçbirinde iyi durumda değiliz.

Çağımızda artık sadece yaşama, güvenlik ve mülkiyet değil, eşit vatandaşlık, fikir ve ifade hürriyeti, adil yargılanma, devletin siyasi tarafsızlığı gibi ilkeler de insan haklarıdır.

Hepimiz eşit vatandaş olduğumuzu hissedersek “bir millet” olma duygumuz da güçlenir.