Evet, tam başlıktaki gibi. Doğa uyanmış ama henüz mahmur, çok mahmur... İstanbul’dan Tekirdağ’a yol boyu uzanan Trakya’nın bitek topraklarında güz ekinleri epey boy atmış ama o göz alabildiğine ve göz alıcı uzanacak ayçiçeği tarlalarında tohum henüz toprağı patlatmamış bile. Kolza ekili tarlalar doğanın taklit edilmesi güç sarısına boyanmış. Yaz ekimine hazırlanan topraklar ise yeni sürülmüş. Ama topraktan henüz buğular yükselmiyor. Doğa geç kalmış bahara ağır ağır uyanıyor. Ama henüz mahmur. Gözlerini ovuşturuyor... Gök “Yağmur getiriyorum” diyen bulutlarla; Marmara’nın üstü kalın bir pusla kaplı. Marmara Adası kalın bir pus yorganının altına uzanmış; görülmüyor da, seçilmiyor da... Adaya kalkan motorlarda yazlıkçılardan pek kimse yok. Hemen herkes Adalı. Suratlar kıştan kalma ayaz yanığı; eller tuzlu rüzgârlardan çatlamış. Acep Ada nasıl? Motor kalktı işte; iki saat sabret, göreceksin. Büyük ağabey Marmara Adası, denizin ortasında yapayalnız gibi. Küçük kardeşler, Avşa, Ekinlik, Paşa Limanı, Koyun Adası pusun arkasına saklanmışlar... Motor homurtularla iskeleye yanaştı. Merhaba Marmara Adası... Merhaba sessizliğin sesi... * * * Çınarlar yapraklanmış ama henüz pek yeni, pek körpe. Yeşillik de öyle. “Körpe yeşil” diye bir renk var mı acep? Yoksa bile ben yakıştırdım. Var. Kış boyu düşen, baharın başından beri süren bereketli yağmurlardan bütün ada, kıyısı, yamacı, dağı yeşile kesmiş. Körpe yeşile... Zeytinler henüz çiçek açmamış; asmalara su yürümüş, gözeler patlamış, ince asma filizleri ufaktan ufaktan yol almış. Mor salkım en güzel günlerinde. Yazık uzun sürmeyecek. Ama olsun, böyle mor zaten az görülür. Bu renk için ne demeli? “Ressam kıskandıran” desem? Valla pek güzel uydu. Öyle diyeyim: Ressam kıskandıran... Bahçeyi ot bürümüş. Bırak kalsın. Gelinciklerle evlenmiş papatyaları biçip atmak da neyin nesi? Tamam şu “döngele”ler yazın diken olacak. Ama şimdi bırak. O körpe yeşilliğe kıyılır mı? Zılcan dikenleri? Ah, biliyorum, yazın o acımasız dikenleriyle çok can yakacaklar. Ama şimdi dikenler de taze. Parmağı değdirince bükülüveriyorlar. Onlar da kalsın. Doğa uyanmış ama henüz çok mahmur. Uyanmanın keyfine çapa, kürek girişip keyif kaçırma. Tersine onlardan biri gibi ol ve tadını çıkar. * * * Denizin üstünde tembel tembel salınan, arada bir dalıp balık yakalayan martılar da, karabataklar da yok ortalıkta. Bazan üçü beşi beliriyor; telaşla suya dalıp ağzında balıkla çıkıp hızla, telaşla tenha koylardaki kayaların kuytusuna uçuyorlar. Yumurtalar daha yeni çatladı. Bebek martılara ve karabataklara mama taşınıyor şimdi. Deniz üstünde tembelliğin sırası değil. Bak, hırsız saksağan da belirdi. Çınarın dalından bana bakıyor. Bembeyaz bir sabundan küçük bir parçayı koparıp çeşmenin yalağına koydum. Yemedi numarayı. O bir kurnaz hırsız. Zeka ödüllendirilmeli. Sabun parçasından biraz daha büyük bir peynir parçasını daha çeşme yalağına koyarken, neredeyse elimden kaptı ve çığlık çığlığa uzaklaştı. Onun da yumurtaları çatladı. Yavru saksağanlar doymak bilmez bir iştahla ağızlarını açmış anne saksağanı bekliyorlar. Kurnaz ve hırsız annelerini... O da ne? Otların, gelinciklerin arasında üstü demir pası çizgili kapkara bir yılan. Bir kaç gün önce ısıtan güneşe kanmış, kış uykusundan erken uyanmış. Ama hava henüz soğuk. Doğa daha yeni uyanıyor. Yılan otların arasında hareketsiz. Ne kaçıyor, ne tıslıyor. Güneşi bekliyor. Belli ki bir kaç gün, belki bir kaç hafta daha bekleyecek. Yani acemi yılanı zor günler bekliyor... Oysa tarla fareleri, köstebekler hâlâ kış uykusunda... * * * Usame Bin Ladin öldürüldü. Bunun sonuçları olacak. Bunu yazmalı. Ama bugün değil... Seçim kampanyasında fikir değil küfür düzeyi gitgide tırmanıyor. Bunu yazmalı. Ama bugün değil. “Emek, Barış ve Demokrasi Blok”unun bağımsız milletvekili adayları alana çıkmaya başladılar. Bunu mutlaka yazmalı. Ama bugün değil. Ben bugün Marmara’nın ortasında dünyadan yalıtılmışa benzeyen bir adanın kıyısında sessizliğin sesini dinlemek ve... Ve evet tek başıma “denizde taş sektirmece” oynamak istiyorum...