Çin’in Sincan bölgesinde Uygurlu Türklerin maruz bırakıldığı hak ihlalleri, “Tekrar eğitim kampları” adıyla açılan- birçok kaynağa göre aslında toplama kampları olan gözaltı merkezlerindeki şartlar, Uygur nüfusunun sistematik olarak azaltılması uzun süredir insan hakları savunucularının gündeminde. Eski ABD Dışişleri Bakanı Mike Pompeo ve Fransa Parlamentosu’nun yanı sıra birçok rapor da Çin’in Uygur politikasını ‘soykırım’ olarak nitelendiriyor. Birçok insan hakları grubu Çin’deki rejimin Uygurlara yönelik kötü muamelesini ortaya çıkarmak için çok yoğun bir mesai harcıyor. Çin, Uygurlara yönelik ihlallerin konvansiyonel medyada uluslararası boyutta daha çok yer bulmasıyla Sincan konusunda ciddi bir enformasyon savaşı başlattı. Türkiye’de de Çin diplomatik misyonları bir süredir haber merkezlerine “Sincan’da hayatın ne kadar güzel olduğunu” anlatan kitaplar gönderiyor; destekledikleri 'Avrasyacı’ yayınlarda düzenli olarak Uygurlarla ilgili haberlerin gerçek olmadığını iddia eden ek yayınlar yapılıyor.
Sincan’da doğup büyüyen, genç yaşta ABD’ye giden, burada bir panelde Uygurların durumunu anlattıktan sonra Sincan’da emekli bir doktor olan kız kardeşini kaybedilen Rushan Abbas, Çin’in Uygur politikasını, kurduğu insan hakları grubu Campaign of Uyghur’u ve kişisel tecrübelerini T24’e anlattı.
Sincan’daki Uygurların “Toplama kamplarına götürüldüğünü, köle olarak çalıştırıldığını, kadınların sterilize edildiğini ve onlara zorla kürtaj yaptırıldığını” söyleyen Abbas, “Uygur çocuklar evlerinden alınıyorlar. Uygur kız ve kadınlar zorla Han Çinlilerle evlendirilmeye çalışılıyor; reddederlerse Müslüman olmayan biriyle evlenmeyi kabul etmedikleri söylenerek ‘radikal’ olarak damgalanıyorlar” dedi.
Türkiye hükümetinin Uygurlar konusuyla “haberdar olduğu sürece” en çok ilgilenen ve ses çıkaranlardan olduğunu belirten Abbas, buna minnettar olduklarını dile getirdi.
Abbas, “Çin Halk Cumhuriyeti, İslam’a ve Uygurlara savaş açmış durumda” ve “Dinin tedavi gerektiren bir akıl hastalığı olduğunu söylüyorlar. Yani Uygurlar dini, etnik kimliği ve kültürü nedeniyle ‘tekrar eğitiliyor” değerlendirmesinde bulundu.
Abbas, kurucuları arasında eski ABD Başkanı Ronald Reagan’ın da bulunduğu Ulusal Demokrasi Vakfı(NED) tarafından fonlanıyor olmalarının soru işareti yaratmaması gerektiğini, çünkü NED’in “neyi savunduklarına” müdahale etmediğini belirtti. “Türkiye ve Orta Doğu’da birçok ülkede insanlar NED’i CIA ile özdeşleştiriyor” diyen Abbas, bunun doğru olmadığını ve hareketi ayakta tutabilmek için maddi desteğe ihtiyaçları olduğunu söyledi.
Abbas’ın T24’ün sorularına verdiği yanıtlar şöyle…
Biraz kişisel yolculuğunuzdan söz ederek başlayalım. Çin’de, Sincan’da büyüdünüz ve daha sonra ABD’ye taşındınız…
Ben Doğu Türkistan’ın başkenti Urumci’de doğup büyüdüm. Çin’de büyürken bile insan hakları savunuculuğuna başlamıştım. Sincan Üniversitesi öğrencileri tarafından gerçekleştirilen 12 Aralık 1985 protestolarının organizatörlerinden biriydim. Bu eylemlerde sokaklarda 20 binden fazla Uygur öğrenci, Çin’deki Komünist rejimin Uygurlara yönelik politikalarını protesto etti. Basına getirilen kısıtlamalara, topraklarımızda nükleer silahların denenmesine, ayrımcılığa, suçlu Çinli Hanlıların topraklarımıza bırakılmasına karşı yürüdüler. 10’dan fazla gerekçemiz vardı. Daha sonra 1988 eyleminde tekrar rol oynadım.
ABD’ye ilk olarak 1989 yılında misafir akademisyen olarak geldim. Ben ABD’ye geldikten sonra Uygurlu çiftçilere yönelik bir katliam yapıldı. Bu katliamdan sonra ben ABD Kongre üyesi Sid Morrison ile temas kurdum. Kendisi benim okulumun olduğu Washington eyaletinin temsilcisiydi. ABD’li siyasetçilerle insan hakları savunuculuğu için ilk temasım böyle oldu. 1990 yılıydı. O günden beri ABD’li Kongre üyeleriyle yakından çalışıyorum ve Uyguların haklarını savunuyorum. ABD siyasilerini Çin’in Uygurlara yönelik suçları hakkında eğitiyorum.
Peki yakınlarınız ve tanıdıklarınızın Sincan’da yaşadıklarından konuşabilir miyiz?
İnsan hakları savunuculuğu çalışmalarım kapsamında Washington D.C.’deki bir düşünce kuruluşuna katkı sağlıyordum. Çin’in soykırım politikası 2017 yılında başladıktan sonra 1 milyon insanın kamplarda tutulduğunu duyduk. Ben de bu konuyu Eylül 2018’de D.C.’deki bir düşünce kuruluşunun panelinde gündeme getirdim. Kamplardaki durum ve Çin’in soykırım politikası hakkında konuştuğum panel aslında eşimin ailesinin durumunu da ilgilendiriyordu. Çünkü eşimin tüm ailesi toplama kamplarına götürüldü. Bu durumdan söz ettim. Panel internette yayınlandı ve yayıldı. 6 gün sonra emekli bir tıp doktoru olan kardeşim benim aktivizmim nedeniyle gözaltına alındı. 1994’ten beri ABD vatandaşıyım; yani özgür bir ülkede ifade özgürlüğü hakkımı kullanıyordum, ancak bunun bedelini benim kız kardeşim özgürlüğüyle ödedi. 42 aydır konumunu bilmediğimiz bir yerde gözaltında tutuluyor. Gizlice yalan suçlamalarla suçlandı ve çok ağır bir cezaya çarptırıldı. Duyduğumuza göre ona 20 yıl hapis cezası verildi. Bu sırada Çin yönetimi, beni kayıp kardeşim hakkında yalan söylemekle suçladı. O tutuklandıktan sonra ben sessiz kalmadım; Washington Post’a köşe yazdım, New York Times’a, CNN’e ve daha birçok büyük medya organına söyleşi verdim, ayrıca gittiğim her yere onun fotoğrafını taşıdım.
Daha sonra Çin devlet medyası; China Global News ağı beni yalancılık, dedikodu yaymak ve başkalarının fotoğrafını çalıp kardeşimmiş gibi göstermekle suçlayan bir makale yayımladı. Yani aslında kardeşimin olmadığını ve başka birinin fotoğrafını taşıdığımı iddia ediyorlardı. Çin Dışişleri Bakan Yardımcısı resmi Twitter hesabından benim fotoğrafımı paylaşıp üzerine ‘CIA’, ‘yalancı’ yazılı etiketler yapıştırdı. Bu Aralık 2019’da, kardeşim gözaltına alındıktan bir yıldan uzun süre sonra yaşandı.
Bundan da bir yıl sonra, Aralık 2020’de Çin Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü, Pekin’de Reuters muhabiri kendisine benim kardeşimi sorunca ismini vererek ‘Gülşen Abbas Çin yasalarına uygun olarak suçlu bulunmuştur’ dedi. Eee? Bir yıl önce kardeşimin var olmadığını, öyle birini tutuklamadığınızı ve benim yalan söylediğimi söylüyordunuz…
Bu Çin’in yaydığı yanlış bilgilere bir örnek. Yalan söylemekten utanmıyorlar. Hatta kendi yalanlarını unutup bunu da umursamıyorlar.
Şu anda Sincan’daki Uygurlar nasıl muamelelerle karşı karşıya?
Toplama kamplarına götürülüyorlar, köle olarak çalıştırılıyorlar, Uygur kadınlar sterilize ediliyor, onlara zorla kürtaj yaptırılıyor. Uygur çocuklar evlerinden alınıyorlar. Uygur kız ve kadınlar zorla Han Çinlilerle evlendirilmeye çalışılıyor; reddederlerse Müslüman olmayan biriyle evlenmeyi kabul etmedikleri söylenerek ‘radikal’ olarak damgalanıyorlar. Ne nedenle evlenmeyi reddettikleri önemli değil, ne olursa olsun gerekçe bu gösteriliyor. ‘Radikal İslamcı’ ilan edildikten sonra da tüm aileleri ile birlikte toplama kamplarına gönderiliyorlar. Çin hükümeti, milyonlarca Uygurun toplama kamplarında tutulmasını ‘bu insanların radikal olduğunu ve ulusal güvenliğe tehdit oluşturduğunu; yasadışı İslami uygulamalar gerçekleştirdiklerini söyleyerek’ gerekçelendiriyor. Yasadışı İslami uygulamalar dedikleri şeyler namaz kılmak, Ramazan’da oruç tutmak, domuz yememek veya alkol tüketmemek, sakal bırakmak, kadınların başörtüsü takması… Bunlar dinin çok temel noktaları. Bunlar radikal veya yasadışı şeyler değil. Ancak Çin bunların yasadışı olduğunu söylüyor.
Çin yönetimi şu anda aktif bir soykırım yürütüyor. Biz buna aktif soykırım diyoruz; çünkü Çin devletinin kendi sızan belgeleri bile soykırım politikalarından söz ediyor. Uygur kadınlar sterilize edildiği için veya kürtaja zorlandığı için Uygur bebeklerin doğmadığını, Uygur nüfusunun düştüğünü söyleyen Batılı akademisyenler var. Toplama kamplarının yanına krematoryumlar inşa edildiğine dair haberler var. Biz Müslümanız. Biz ölülerimizi yakmayız, gömeriz. Neden toplama kamplarının yanına krematoryumlar inşa ediliyor?
Pekin, Sincan’da bir ‘tekrar eğitim’ programı uygulandığını söylüyor. Bunu biraz açabilir misiniz?
Program kapsamında içeride ‘tekrar eğittikleri’ insanlara bir bakalım. Kamplarda profesörler, üniversite rektörleri, doktorlar, ünlü akademisyenler, yazarlar, şairler, öğrenciler, öğretmenler, atletler, işletmeciler, hayırseverler tutuluyor. Bu tür insanların bir tekstil işiyle ilgili nasıl bir ‘tekrar eğitim’ alması gerekebilir ki? Bu insanların ‘tekrar eğitilmeye’ ihtiyacı yok. Benim emekli doktor olan kardeşimin ‘tekrar eğitilmeye’ ihtiyacı yok. Benim profesörlerim, okul arkadaşlarım orada… Bunlar doktorlar, ünlü akademisyenler… Türkiye’de, ABD’de eğitim görmüş insanlar. Neden tekrar eğitime ihtiyaç duysunlar?
Bunların tamamı yalan. Temelde Çin Halk Cumhuriyeti, İslam’a ve Uygurlara savaş açmış durumda. Dinin tedavi gerektiren bir akıl hastalığı olduğunu söylüyorlar. Yani Uygurlar dini, etnik kimliği ve kültürü nedeniyle ‘tekrar eğitiliyor’. Çin iddia ettiği gibi ‘onların iş bulabilmesi için’ bir eğitim vermiyor. Çin onların etnik kimliğini silerek Han Çinlilere dönüşmelerini sağlamaya çalışıyor.
Çin’in Sincan konusunda bir enformasyon savaşı yürüttüğünü biliyoruz. Farklı ülkelerdeki Çin büyükelçilikleri bu konuda bültenler ve kitapçıklar hazırlıyor. Öte yandan Batı medyasında Çin’in ihlalleri sıkça haber oluyor. Peki Çin’de yaşayanların Sincan’da olanlar hakkındaki farkındalık seviyesi nedir?
Şu anda yapılan soykırıma giden farklı safhalar vardı; tıpkı Holokost’a giden süreçte Yahudilere yapıldığı gibi. İlk olarak Uygurları ‘diğerleri’ diye damgaladılar. Daha sonra da Uygurları ‘şeytan’ gibi göstermeyi çalıştılar. Uygurları medeniyetsiz, kötü insanlar gibi gösterdiler. Çin yönetimi bilinçli olarak dinimizi ve etnik kimliğimizi lekelemeye çalıştı. Uygur halkını radikal insanlarmış gibi gösterip, Çinlilerin Uygurlardan nefret etmesini sağladılar.
Yani Çin Komünist Partisi Uygurlara soykırım yaparken, Çin halkı da yönetimin Uygurlar hakkındaki yalanlarının kurbanı oldu. Maalesef Çin’de durum hakkında farkındalık seviyeleri çok düşük.
Hatta Türkiye’de de durum böyle. Birçok Türk, Çin’in yaydığı yanlış bilgilerin kurbanı oluyor. Sincan’da gerçekten ne olduğunun farkında değiller. Çünkü Uygurlarla ilgili haberler anaakım medyada yer almıyor veya geniş bir şekilde yer almıyor. Yani birçok Türk de bugün Uygurlu Türki kardeşlerinin yaşadıklarından haberdar değil.
Peki Türk devletinin ihlallerle mücadele konusunda yeterli çaba sarf ettiğini düşünüyor musunuz?
Durumdan haberdar olduklarında evet. O zamanlarda ellerinden gelen her şeyi yapmaya çalışıyorlar ve destek veriyorlar. Bu destek bizi çok mutlu ediyor çünkü Türkiye Türkleri bizim en yakın akrabalarımız. Çok benzer diller konuşuyoruz, kültürlerimiz çok benzer.
Türk devleti, Birleşmiş Milletler ve İslam İşbirliği Teşkilatı üyesi olup bu konuyu gündeme getiren sayılı ülkelerden. Sayın Erdoğan ve Sayın Çavuşoğlu, Çin’in Uygurlara yönelik suçlarını New York’ta, BM’de gündeme getirdi.
Dünyada 56 veya 57 tane nüfusu çoğunlukla Müslüman olan ülke var, Türkiye dışında hiçbiri ses çıkarmıyor. Ama yapılanlar yeterli mi? Hayır, bu nizami limit. Ben Türk halkına ve devlete yalvarıyorum; buna sadece Uygurlu Türk kardeşleriniz için değil, insanlık adına ses çıkarın. Türkiye’nin geleceği adına ses çıkarın. Çünkü Çin hükümeti sadece Uygurlardan kurtulmakla kalmayacak; onların hedefi tüm Türki dünyayı ele geçirmek. Zaten Kırgızistan, Türkmenistan, Kazakistan ve Özbekistan gibi Orta Asya’daki Türki devletlerde çok etkililer. Çin yönetimi Türkiye’yi de manipüle etmeye çalıştı ama Türkiye çok güçlü; herhangi bir Müslüman nüfus yoğunluklu Orta Doğu ülkesi veya bir Orta Asya ülkesi gibi değil. Türkiye’nin çok uzun bir tarihi ve şu an çok güçlü bir lideri var. Türk hükümeti Çin hükümetinin yaptığını fark ediyor ve anlıyor. Bu bizi çok mutlu ediyor. Umuyorum Türkiye bu konuda ABD, Kanada, Britanya, Avustralya gibi Batılı ülkelerle ve Avrupa Parlamentosu ile işbirliği yapar. Fransa’da parlamento yakın zamanda Çin’in Uygurlara soykırım yaptığını tanıdı, Britanya’daki bağımsız Uygur Tribünali kanıtlarla Çin’in etnik temizlik yaptığı sonucuna vardı. Umuyorum Türkiye de Batılı ittifaklarla işbirliği yaparak Çin’in insanlığa karşı işlediği suçları durdurur. Bu yapılanlar sadece Uygurlara karşı değil, insanlığa karşı işlenmiş bir suçtur. Bu yüzden inanıyorum ki Türkiye, Çin’e karşı dik duracaktır.
Enformasyon savaşları konusunda biraz daha durmak istiyorum. Birçok Uygur insan hakları grubu ABD gibi Batılı ülkeler tarafından fonlanıyor. Sizce bu durum, Doğu ülkelerinde onlara güveni negatif etkiliyor mu?
Bu Çin’in sıkça kullandığı söylemlerden biri. Evet, birçok Uygur organizasyonu Ulusal Demokrasi Vakfı (NED) tarafından fonlanıyor. Birçok insan NED’in CIA’ye bağlı olduğunu söylüyor ancak bu doğru değil. NED bize insan hakları savunuculuğunu sürdürmemiz için platform sağlıyor.
Mesela Campaign for Uyghurs olarak biz Uygur kadın ve gençleri desteklemeye çalışıyoruz. Onlara haklarını ve demokratik haklarını öğretmeye, ses çıkarmalarını sağlamaya çalışıyoruz. Yani NED, bizim neyi savunduğumuza karar vermiyor. Bizim paraya ihtiyacımız var. Mesela ben Campaign for Uyghurs’u kurduğumda tam zamanlı bir işim vardı. Çok prestijli bir mimarlık firması için uluslararası iş geliştirme direktörüydüm. Ondan sonra da bir danışmanlık firmasıyla çalıştım. Önceki kariyerimde defalarca Türkiye’ye geldim ve Mehmet Şimşek, Cevdet Yılmaz, İsmet Yılmaz gibi birçok bakanla görüştüm. Demek istediğim ben sadece para kazanmaya çalışan biri değildim. Zaten bir kariyer sahibiydim. 2018’in Eylül ayında kardeşimi aldıklarında bu danışmanlık şirketinde Orta Doğu bölgesinden sorumluydum. İlk yılımda Campaign for Uyghurs için hiç para almadım ancak hem tam zamanlı çalışıyordum hem de maaşımı insan hakaları savunculuğu faaliyetlerim ve bu kapsamında yaptığım seyahatler için kullanıyordum. Kardeşimin kaçırılmasının birinci yıldönümünde NED’ye fon başvurusunda bulundum. Kabul edilince işimden istifa ettim ve tam zamanlı aktivistlik yapmaya başladım. Çünkü bizim Çin’in insanlığa karşı işlediği suçları ortaya çıkarmamız gerekiyor. Türkiye ve Orta Doğu’da birçok ülkede insanlar NED’i CIA ile özdeşleştiriyor, ABD’nin Çin’e karşı NED’i kullandığını düşünüyorlar, Uygur davasını para elde etmek için kullandığımızı iddia ediyorlar. Bunu bizim için söylüyorlarsa biz parayı almaya başlamadan önce tutuklanan aile fertlerimiz konusunda ne diyecekler? Peki ya Türkiye veya başka ülkelerdeki yüz binlerce insan? Onlar da mı ABD’den para alıyorlar? Hayır! Binlerce Uygurun aile fertleri kayıp durumda. Dünyanın herhangi bir yerindeki Uygurla konuşun; en az birkaç aile üyelerinin kayıp olduğunu söyleyecektir. Örneğin benim sadece kardeşim değil; eşimin tüm ailesi kayıp; ebeveynleri, 3 kız kardeşi ve onların eşleri, erkek kardeşi ve onun eşi, 14 yeğeni- hepsi kayıp. Bunlara ne demeli?
CIA, ABD’nin komplosu vs., bunlar hep Çin’in yaymaya çalıştığı yanlış bilgiler. Soykırımı kamuyu manipüle ederek reddetmeye çalışıyorlar.
Çin’in kendisi bazı ülkelerde araştırmacılara, politikacılara para veriyor. Hatta sahte gazeteciler ve araştırmacılar yaratıyorlar, bu sahte isimler adına makaleler yayımlanıyor. Mesela İsveç’te ve Fransa’da sahte gazeteciler yarattılar. Bunlar sahte fotoğraflar ve resimlerle sahte bilgi yaydılar. İsveç Büyükelçiliği, ‘Çin’de böyle bir İsveç vatandaşı varmış, ancak bizim haberimiz yok. Onu arıyoruz’ diye tweet atmak zorunda kaldı. Uygurluları kötü göstermek için her türlü oyunu oynuyorlar.
ABD’nin eski Dışişleri Bakanı Mike Pompeo, geçen yıllarda Sincan’da olanları ‘Soykırım’ olarak nitelendirdi. Bölgede Soykırım yapıldığını söyleyen araştırma ve yayınlar da var. Çin, neden Sincan’da soykırım yapmaya çalışıyor?
Çünkü biz o çok zengin ve jeopolitik olarak önemli toprağın gerçek sahipleriyiz. Binlerce yıldır orada yaşıyoruz. Aynı zamanda biz etnik ve dini kimliğimizi koruyarak Çin’e asimile olmadık. Çin hükümeti Çin’de 56 farklı etnik kimlik olduğunu savunuyor. Peki Uygurlar ve İç Moğolistanlılar dışında hangileri hala kimliğini koruyor? Hiçbiri, hepsi asimile edildiler. Çin hükümeti yıllardır halkları kolonize ve asimile edip onları Han Çinli yapmaya çalışıyor. Farklı bir dil konuşursanız, farklı bir etnik kimlik veya din sahibiyseniz sizi Çin Komünist Partisi’ne tehdit olarak görüyorlar. Çin bir tek parti rejimi. Dini bir tehdit olarak görürler, çünkü herkesin Çin Komünist Partisi’ni Tanrı olarak görmesini ve itaat etmesini isterler. Eğer sizin Allah’ınız varsa bu onlara göre kabul edilebilir değildir. Bir neden bu.
İkincisi ise dediğim gibi toprağın jeopolitik olarak çok önemli bir yerde olması. Çin ‘Bir Kuşak, Bir Yol’ girişimini 2013 yılında duyurdu. Soykırım 2014’te başladı. Neden biliyor musunuz? Projenin Orta Doğu, Afrika, Avrupa ve Orta Asya’ya giden dört önemli ayağı da bizim memleketimizden geçiyordu. O yüzden Sincan jeopolitik olarak çok önemli bir hale geldi.
Özet geçecek olursak: 1- Biz Çin işgali altında olan Doğu Türkistan’ın gerçek sahipleriyiz. 2- O topraklar Pekin için stratejik olarak çok önemli hale geldi. Bizden kurtulup orayı sonsuza kadar ellerinde tutmak istiyorlar. Bir diğer neden de bizi asimile edememeleri.
Sızan belgelerde bundan ‘nihai çözüm’ diye söz ettikleri bile görülüyor. Tıpkı Hitler’in Yahudiler için dediği gibi.