SelinONGUN [email protected]
“Aklımızınermediği kısımlarına, yaşı çok genç olduğu için klişe birlisanla ‘çılgın’ dediğimiz, hem centilmen hem zır deli vedaha kim bilir ne çok şeydi Uzay?” diyor Sezen Aksu,Uzay Heparı için. O ileri ruh, 16 yıl önce, bugün (31Mayıs1994) hayata veda etti; ne adı unutuldu ne de kim olduğu.Heparı’nın anısına, ilk kez Tempo dergisinde yayımlananportresini yayımlıyoruz. Hayatla dalgasını geçenler ya da onuçok ciddiye alanların şerefine bir ömür...
Etiile Yayla’nın süzmesi Uzay
“Açıkgözleriçin hiçbir şey yazmayacağım. Dünyalarını kaybetmişler için,kendim için yazacağım. Erken bunamışlara, hayalperestlere, çokacıklılara, bu dünyadan gitmek için hazırlık yapanlarayazacağım. Yalnız aklını kaybetmişlerle bu dünyayıpaylaşacağım. Aşktan aklını oynatanlara, şizofrenlere, aşırıromantiklere ve aşırı sadistlere.”
Netatlı söylemişti yine en sevdiği yazar. Türk edebiyatının ‘enbaba kadın’ yazarıydı Sevim Burak, Uzay için. Bir sigara dahayaktı. Düşündü. “Dur” dedi. Daha yapacak çok şey var. Dur,biraz daha dur. Montunu alıp fırladı sokağa. Yolda yürürken hepkonuşurdu. Üstelik kendi kendine. Uzay’a göre kendi kendinekonuşana değil, kendiyle konuşamayana ‘deli’ denmeliydi ancak.Annesiyle babasının ‘süzmesi’ydi. Dünya demlerinin geçici,‘deliliğin’ joker olduğunu onlardan öğrenmişti. Annesi Eti,18 yaşında bulmuştu babası Yayla’yı. Uzay’ın büyükbabasıfelsefeci bir coğrafya öğretmeni olduğundan adları dünyanimetleriydi. Eti, tam bir Nişantaşı kızıydı. Tek tabanca vesek bir güzelliği vardı. Yayla ise müzisyendi, sonradan mühendisolacaktı. 1967’de Elmadağ’da Pussy Cat adında bir gecekulübünde, ama matinede tanıştılar. Yayla orkestranınklavyecisiydi. Eti, klavyeciye adıyla yani ‘Yayla’ diyerek hitapetmek yerine, “Çayır mıydı Bayır mı?” diyecek kadargüvenliydi. Hikâyenin bundan sonraki kısmı belli: Biraz flörtettiler, biraz çekindiler ve hemenevlendiler.
Piyanoçalarken, sevişirken, içerken hep koştu
NeilArmstrong’un Ay’a basan ilk insan olup dünyaya döndüğügünlerdi. 24 Temmuz 1969’da doğan, ama adı Uzay olan tekbebekti. Dünya kadar isim varken dünyada, insan çocuğunun adınıneden Uzay koyardı? Babasının adı Yayla, annesininki Eti,halasınınki Ova olan bir çocuk, bu soruyla uğraşmazdı. RonyReşat Uzay Heparı da öyle yaptı. Adını kendi kadar sevdi. Sonramerak etti: “Anne ben nerede doğdum?” “Pakize Tarzi’dedoğdun oğlum.” Ah ne kadar bozuldu velet bu cevaba. Çok ayıptı.O kadar hastane varken neden ‘terzi’de doğmuştu? PakizeTarzi’nin doğumevi olduğunu öğrenmesi içini rahatlatacaktı.Çocukluğu Nişantaşı’nda geçti. Bir evin bir oğluydu. Amaşımarık olamadı hiç. Doğasına aykırıydı şımarmak. Bir dedurmak. Hiç duramadı. Piyano çalarken, sevişirken, içerken,motosiklet tepesinde gazlarken, hep koştu.
Uzay’ınbu yüksek ritmini ilk keşfeden halası piyanist Ova Sünder olur.Dönemin İstanbul Üniversitesi Konservatuvarı Müdürü OvaSünder’e göre “Bu çocuğun kulağı çok iyidir. Piyanonunbaşına geçmelidir.” Tek sorun onu piyanonun önünesabitleyebilmektir. Aile seferber olur; Uzay, notalarla tanışır.Hem Nişantaşı’ndaki Nilüfer Hatun İlkokulu’na gider hemkonservatuvara. En çok Beethoven’ın Ayışığı Sonatı’ndançeker. Uzay koşmak ister, notalar ise “dur” der.
Şarapçıdanilk ders: hayat puşt
İlkokulubitirdikten sonra Saint Benoit Fransız Lisesi’ne yazılır.Karaköy’ün o kasvetli kaldırımlarını arşınlamaya başlar.Karaköy’ün çıkmaz sokaklarına bayılır. İlk aforizmasını osokaklardan birinde, bir şarapçıdan öğrenir. Uzay 13’ünde,şarapçı bin dünyadır. Zaman, gündüz. Dersi veren ise çakırkeyif: “Hayatı kurcalama. Hayat puşt. Zamanı geldiğinde öğretirsana da!” Bu laf, 13 yaşında bir çocuk için çok fazladır. Amaonun için değil. Çünkü Uzay, daha oğlanken Ece Ayhan’ın,“Kendi kendinin terzisi bir kambur”unu hazmedecek kadar adamdır.
Berlinyöresinden bir hava; Bach gelir dura dura
SaintBenoit’nın orta kısmını bitirene dek Kadıköy’deki DevletKonservatuvarı’na da devam eder. Asla yaşıtı olmayanarkadaşlarıyla sigara içer, mahalledeki can arkadaşı KemalKayalar’dan eski Amerikan arabalarının parçalarının nasıltoplandığını öğrenir, eş zamanlı olarak kızların dünyasınıda idrak eder. Ortaokuldan sonra liseyi tam zamanlı olarak İstanbulTeknikÜniversitesi Devlet Konservatuvarı’nda okur. Piyano bölümününen parlak öğrencisidir. Üstelik müzikteki bilgeliği sıkıcıdeğildir. Tüm öğrencileri titreten konservatuvarın en ‘ciddi’hocasına, “Bugün size Berlin yöresinden bir hava. ‘Bach gelirdura dura’yı çalacağım” diyecek kadar cins bir çocuktur.
SertabErener ve Levent Yüksel’in grubundanönce kovulur
“Ah”der, “Artık para da kazanmalı müzikten.” Sertab Erener veLevent Yüksel’li müzik grubunun klavyeci aradığını duyar.Hemen provalara gider. İlk prova tam bir kâbustur. Acemi oğlanınelleri terler. O kadar kötü çalar ki, bir hafta içinde kovulur.Yıllarca klasik çalan Uzay, klavyenin yumuşak tuşlarına alışıkdeğildir.
İlkbestelerinin yer aldığı albüm ahlaka mugayir
Notalardancebine üç beş kuruş koymaya Beyoğlu’ndaki Vakko’daakşamüstleri piyano çalarak başlar. Kambur durur piyanonunbaşında. Göğüs kafesi içine kaçmış gibi. Biraz kambur birazda deli gülüşlü. Bu genç piyanisti ilk keşfeden müzisyen VedatSakman’dır. Yıl 1988. 19 yaşındaki Uzay’ın yolu VedatSakman, Mehmet Teoman ve Zuhal Olcay ile kesişir. İlk ustası VedatSakman, Zuhal Olcay’ın ‘Küçük Bir Öykü’ albümü iseUzay’ın pop müzikteki ilk işi olur. Nişantaşı’ndaki çatıkatında aranjörlüğün tadına bakar. Türk popunun parlak‘arıza’larından Mehmet Teoman ile gırgırına bir albümyaparlar; Ter İçinde. Uzay’ın ilk bestelerinin yer aldığıalbüm, ahlaka mugayirdir. Kaset, Kültür Bakanlığı’ndan vizealamaz. Aynı günlerde aynı ekip dönemin en favori gece kulübüMemo’s’ta sahne alır. O geceler, Uzay’ın artık görücüyeçıktığı günlerdir. Müzik otoriteleri klavyedeki genç adamıpek beğenir. İstanbul Gelişim Orkestrası’na bir klavyecialınacaktır. Garo Mafyan’ın aklına Memo’s’ta dinlediği ogenç adam gelir. Ve Uzay’ın İstanbul Gelişim günleri başlar.Garo abisinin evinden çıkmaz. Hatta Garo abisinin kuyruğu olur.Müzik ve eski Amerikan arabaları, Uzay’ın iki tutkusu da Garoabisinde fazlasıyla mevcuttur. Gün gelir sanayide arabalarıniçinde sabahlarlar, gün gelir piyanonun başında.
Uzay’ınSezen Aksu’lu günleri
VeSezen Aksu… Aksu, Birinci Körfez Savaşı ile birlikte girerUzay’ın hayatına. Körfez Krizi İstanbul’un eğlence hayatınıda vurur. İstanbul Gelişim’in işleri seyrekleşir. O günlerde,Orhan Topçuoğlu’nun aracılığıyla Sezen ile Uzay’ın yollarıkesişir. Ama nasıl? Sezen Aksu’dan dinliyoruz: “Onno, UğurYücel hep birlikte bir şov yapıyorduk. Onno’yla ilişkimizinartık ‘tabanca’ noktasına geldiği dönem. Canım, Onno çokkibardır. Ama artık canını bezdirmiş olmalıyım ki, birlikteçalışmayı durdurduk. Bu arada Oba’da Uğur Yücel ile şovyapmamız gerek. Canhıraş sordum Orhan Topçuoğlu’na ‘Napacağız,Onno yok!” ‘Seni Uzay Heparı ile tanıştırayım’ dedi. Hanihemen kaynaşma anları vardır. O insanlar gelir konar yüreğinize.İşte öyle oldu. Anında başladık birlikte çalışmaya. ”
Uzay,artık Sezen Aksu-Uğur Yücel Şov’un klavyecisidir. Sonra Sezenligünlerin ‘salon serserisi’ kahramanı. Ve bir de şu manşetlerinöznesi: “Minik Serçe 15 yaş küçük sevgilisiyle sahnede”.Sevgili mi? Onlar da sorar: “Biz hangi arada sevgili olduk?”
‘Yıldız’ıBrooke Shields sandım!’
Olanşudur: Sezen, kendi ‘müzik’ olan en kadındır onun için. Uzay40 yaşında olur Sezen 15, Sezen 30 yaşında olur Uzay 13. Buduronların ilişkisi. Kaygan, parlak ve hep. Tam burada kocaman bir AMAvar. Bilinenin aksine Uzay ve Sezen arasındaki ‘AMA’, YıldızTilbe’nin yıllar sonra fast-food bir magazin programındasöylediği o nasır sözler değildir: “1990’da beni İzmir’dePırlanta Gazinosu’nda dinleyip elimden tutan ve evini açan SezenAksu’dur. Dokuz ay ona vokalistlik yaptım. Orkestrasında görevliolan Uzay Heparı ile o ayrıldıktan sonra bir gecelik ilişkiyaşadım. İkimiz de sarhoştuk. Sabah gözümü açtığımda aynıyataktaydık. Ağlayarak Sezen’in yanına gittim. ‘Yapmamamgereken bir şey yaptım özür dilerim’ dedim. O da ‘Evetyapmamalıydın. Bu yüzden artık evimde kalamazsın’ dedi. Bununüzerine evden ayrıldım.”
Pekinedir Uzay ve Sezen’in ‘AMA’sı? Yakın arkadaşları da sorarUzay’a, “Oğlum, neden yaptın?” Her zamanki hazırcevaplığıyla yanıtlar: “Abi, Yıldız’ı Brooke Shieldssandım.”
SezenAksu: ‘ Biz Uzay’la netleşemeyen bir şeydik’
Yanibu iki ‘tepişmeyen ruhun’, Sezen ve Uzay’ın, ‘AMA’sışarapçının dediği gibi biraz ‘Puşt olan hayat’, biraz da…Hadi orasını, Sezen Aksu’dan öğrenelim: “Uzay, sürüdenolmayacağını daha doğarken belli eden ileri ruh, olağanüstübir zekâ. İfratla tefritin harika uyumu. Kendi içinde büyükdenge. Uzaktan bakıldığında biraz Sidarta gibi ama aslında kendiöğreti sistematiğinin kralı. Aklımızın ermediği kısımlarına,yaşı daha çok genç olduğu için klişe bir lisanla ‘çılgın’dediğimiz, hem centilmen hem zır deli ve daha kim bilir ne çokşeydi? Kanımdan, canımdan ne çok duygu. Üstelik tüm bunlarhenüz 22 yaşında bir insanda toplanmış. Etkilenmemek ne mümkün.Biz Uzay’la ilişkiye benzemeyen ama olabilecek gibi duran,netleşemeyen bir şeydik. Böyle karma karışık duygularla geçenbir dönemden sonra, konuştum onunla. Dedim ki ‘Çıkma benimhayatımdan. Ben senin hayatında hep olayım. Ama beni bir kadınolarak düşünme. Çünkü olan halimizle bir yere varamayız. Hattadaha güzel olur böylesi, kavuşamamak iyidir’.”
Bukararın hemen ardından yaratır Sezen Aksu ‘Bu Gece Son’u. Uzayve Sezen’in ayrılığının müzik olmuş halidir o şarkı:“Biraz sonra bu kapıdan son kez çıkıp. Yine kendimi vuracağımyollara. Kim bilir kaç kere ıslanacak yüzüm. Elimi tut düşmanolma. Ne olur parça parça olmasın içimiz. Mutlu ol iyi bakkendine. Ne olur gözüm arkada kalmasın. Uzun seneler var önünde.Gün gelir sevgilim acıya alışırsın. Alışırsın bu gece son.”
Uzay’ınkurdu Abbas ve Sezen
Ogeceden sonra bu çeşit ‘efkar’lar girmez Sezen ve Uzay’ınarasına. Hatta daha kahkahalı olur ilişkileri. Araya girmedenaktarıyoruz: “Caddede yürüyoruz. Bir su birikintisi var. ‘Dur,aman sen geçme. Önce ben bir boy vereyim. Aman sakatlık çıkmasın,çok kıymetlisin, memlekete lazımsın’ diyor. Miniğiz ya! AhUzay! Hayatı eğlenceli kılmak için reddetmeyeceği hiçbir şeyyoktu. Öyle sınır mınır, dünyanın kuralları, zartlar zurtlar,üfürükten tayyareler selam söyle o yareler... Katiyen bunlaratakılmıyordu. Ah komik çocuk! Ya mesela bir gün dedim ki ‘Uzayçok zayıfsın sen de kurt mu var acaba?’ Hop, Abbas adında birtenya yarattı kendine. Abbas, hayatımıza girdi. Abbas’ı parkagötürüyor, gezdiriyor. Bir de dalgasını geçiyor: ‘Abbasyavrum gel babana. Eve dönme vakti geldi.” Bir kurt hikâyesindenaylarca altımıza kaçırdık gülmekten.”
‘Ahmet’lekanka olmak lazım!’
AslındaUzay’ın Sezen’e olan düşkünlüğünü anlatan en iyi örnek,Sezen Aksu ile gazeteci yazar Ahmet Utlu’nun evlenmeleri üzerinesöylediği şu sözler: “O zaman ne yapıp ne edip Ahmet’lekanka olmak lazım. Ya koparsak birbirimizden?” Kopmazlar. HattaUzay, bir ağabey daha ekler sevdikleri arasına. “Zekâ ve saflıkyana yana bu kadar güzel bir karışım olur” diyor Sezen AksuUzay için. Ve ekliyor: “Zeki ve parlak olan birinin entrikayaihtiyacı olmadığından saf tarafı iyice saf kalıyor. O yüzdende en ufak insan çalımında çuvallayabiliyor. Mozart gibi. Uzaygibi. O kadar çaresizleşiyor ki o zekâyla. O zaman bir dış gözeihtiyacı oluyor insanın. Ahmet, işte böyle zamanlarda hep Uzay’ıngözü, canı oldu.”
Sarhoşkenpolis arabasına işeyen ve kendini sevdiren bir adam gördünüz mühiç?
Hani“Şeytan tüyü var bu adamda” derler. Uzay’ın tamamı bizzatşeytanın tüyüdür! Buyurun onu biricik Teo’su efsane sözyazarı Mehmet Teoman’dan dinleyin: “Siz hiç sarhoş olupyanlışlıkla polis arabasına işeyen ve o arabanın içindekilerekendini sevdiren bir başka T.C. vatandaşı tanıyor musunuz?” Birbaşka anı: “Assos’tan dönüyoruz. Uzay’da üstü açık birMercedes var. Arabanın motorunu yaktık. Para yok. ‘Abi, boş birkamyon bulalım. Arabayı kasaya yükleyelim’ dedi. Olacak iş mi?Uzay bu. Oldurur. Taşıdığı karpuzları nakil yerine teslim edenbir kamyoncu ikna edildi. Araba, kamyonun kasasına oturtuldu.İstanbul’a kamyon kasasında üstü açık bir arabayla, açıkhava çilingir sofrasıyla ulaştık.”
SezenAksu’nun ‘Deli Kızın Türküsü’ albümünü, Aşkın NurYengi, Sertab Erener, Levent Yüksel’in o çok sevilen, ‘yeme deyanında yat’ tadındaki ilk albümlerinin prodüktörü Uzay,1993’te müziğinin en kıymetli zamanlarındadır. Başarılıdır.Dalga geçtiği ‘şöhret’ kelimesi kadar ünlüdür. Tam birarzu nesnesidir. Gece yaşamayı, tekilayı sever. Elbette kadınlarda onu. Kadınların bu genç adama neden tutulduğunu ortaya koyanbir detay: Sezen’in orkestrasında çaldığı günler. Almanyaturnesinde bir Türk kızıyla üç günlük bir aşk yaşar Uzay.Havaalanında, ayrılacakları dakikada kız “Bende resmin bileyok” der. Malum zaman 1990’lar, fotoğraf çekebilen ceptelefonları henüz yok. “Ben gümrükten geçene dek bekle” derUzay. Gümrükten geçtikten hemen sonra pasaportunu üç günlüksevgilisine fırlatır. Almanya’dan çıkışı böyle oluncaTürkiye’ye girişi kolay olmaz. Allah’tan Sezen’i vardır.Gümrükteki polisler ikna edilir.
Yumurtatopuklu ayakkabılı damatUzay
Uzay’ınmotosiklet merakını bileyen iki figür vardır. Ahmet Utlu veMehmet Teoman. Teo her seferinde Uzay’ı motor sevdasındanvazgeçirir: “Oğlum, motordan düşmenin kuralı belli. Önceellerinin üzerine düşersin. Onlar senin en kıymetlin.” Uzay,ikna olmaz. Kask ve eldivensiz motora binmeyeceğine yemin eder. Kazayaptığı motorunu alır. Yaşamaya üşenmez. Feneri dilediğiyerde söndürür. O söndürmelerden artık usandığı bir gecedemodacı Zeynep Tunuslu ile tanışır. Oysa Uzay, yine bir gecegezmesindedir. İkili Şamdan’da tanışır. Tunuslu, o esnadasokak çocukları için para toplamakla meşguldür. Üzerinde epeycepara olduğu için bir istisna yapar; o gece içmez. Uzay, sokakçocukları için cebindeki tüm parayı gözüne kestirdiği bu gençkadına uzatır. Zeynep alaycı bir üslupla, “Yol parası ayırbari. Eve nasıl döneceksin” der. İkili Şamdan’dan birlikteçıkar. Hayır, motorla değil. Taksiyle dönerler eve. Ama herikisi de kendi evine gider. Taksi Zeynep’in evinin önünegeldiğinde bir köpek dalar içeri. Zeynep iner, adını ‘Taksi’koydukları köpek Çengelköy’e Uzay’ın evine gider. Bu absürdgece bir hafta sonra Fatma Girik’in kıydığı nikâhlanoktalanır. Bir ay sonra (29 Kasım 1993) ise Taksim BelediyeGazinosu’nda bir gündüz düğünü ile eş-dostla kutlanır.Uzay, tam bir düğün salonu ‘düğünü’ ister. Dönen toplar,ortada koşturan çocuklar, kız kıza dans eden çiftler olmalıdır!Hatta öyle ki, Uzay’ın damatlığı müzisyen bir arkadaşınınçok eskiden pavyonda çalışırken giydiği elbisedir. Damatlığınınaltına giymek için yumurta topuklu ayakkabı bile alır.
Çokmüzik, çok ses, bir Uzay
EvlendiklerindeUzay 24’ünde Zeynep 31’indedir. Hep kendinden büyüklerlearkadaş olan Uzay için bir oyun mudur bu evlilik?
Uzay’ın25 yıllık ömrünün kalıntıları arasında dolaşırken önümehep bu soru çıktı. Kimlerle konuşmadım ki, sevgilileri, annesi,babası, okul- mahalle-müzisyen arkadaşları, ağabeyleri veelbette Zeynep Tunuslu ile.
Uzay’ınyakın çevresine göre o, Zeynep’in çabukluğuna, savrukluğunatutuldu. Ama bir o kadar da pişman eden bir aşktı bu. Genç kadındüşündüğünden farklıydı. Artık onun deliliklerine gülmüyorduUzay. Zeynep kırıyordu. Uzay, artık yapıştırmak istemiyorduhiçbir şeyi. Ama yine de sınır dışı bir şeydi yaşadıkları.Delilikle örülü bir şey.
Tunuslu’ylaBomonti’deki eski bira fabrikasının gölgesinde bir pastanedebirbirimizi süzüyoruz. “Biz evlendiğimize hiç pişman olmadık.Biz, bizdik. İnsanlar bunu kıskanıyordu. Bu laflar ondan çıktı.Gökkuşağıydı Uzay” diyor. Bakışları mat, suratı ifadesizüzülüyor. Ya kaza? Uzay’ın Demet Akbağ’ın arabasınaçarptığı sırada Tunuslu’nun da arabada olduğuna dairlakırdılar? “Kimse umurumda değil” değil diyen gözlerinikocaman açıyor: “Böylesi bir şeyin gerçek olması halinde serikatil olabilirdim herhalde.”
Uzay’ınkaskını takmadan motoruna bindiği ilk gecenin, o kazanın,üzerinden 16 yıl geçmiş. Ölmeden önceki gün öğrendiğibebeği 16 yaşına basmış. Artık neyin önemi var ki? Hepsinafile. Bir şey hariç, oğlu Kanat.
Vebir de Uzay’ın başına gelmeyen o söz: “Bazı insanlar adlarıunutulmuş. Bazı adlar kimlerin olduğu unutulmuş”. Çünkü o,90’ların başında 2000’lerin pop müziğini fısıldayan niceşarkının yaratıcısı çok müzik, çok ses. Bir Uzay o.