Yeni Şafak Gazetesi Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, çözüm sürecinde üzerinde çalışılan taslak metnin hükümet tarafından hazırlanan metin olduğunu ifade etti. Selvi yazısında, “Üzerinde çalışılan hükümetin taslağı. Öcalan’ın da bir taslağı vardı. Üzerinde çalışıldı. Ve hükümetin ‘Çözüm taslağı’ ortaya çıktı. Öcalan’ın taslağını açıklayacağız şeklindeki yaklaşımlar doğru değil. Çözüme hizmet etmez. Üzerinde çalışılan Başbakan Yardımcısı Akdoğan tarafından HDP heyetine verilen taslak… Tartışmayı doğru zemin üzerinde yürütmekte fayda var” dedi.
Abdülkadir Selvi’nin Yeni Şafak’ta, “Çözüm sürecini yedirmeyiz” başlığıyla yayımlanan (11 Aralık 2014) yazısı şöyle:
Bütçe görüşmeleri nedeniyle Meclis hareketliydi.
Kılıçdaroğlu, konuşmasında polemikçi bir dili tercih edince ortam hareketlendi.
Başbakan’a, “Üzerinizdeki siyasi vesayeti kaldırın” diye seslendi Kemal Kılıçdaroğlu.
Şimdi “Cam’dan evde oturuyorsan başkasının camına taş atmayacaksın. Biri de çıkar “Kemal Bey, kaset vesayetinden kurtul” der.
Baykal’ın kaset darbesiyle tasfiye edilmesi normal bir şey miydi? Baykal’ı tasfiye etmek için kaset düğmesine basan irade getirdi Kemal Kılıçdaroğlu’nu.
Cumhurbaşkanı adayını belirlemeden, belediye başkan adaylarına kadar al gülüm ver gülüm birlikte belirleyip, CHP’yi ortaklaşa yönetiyorlar.
Darbe denilince CHP’nin kemikleri sızlıyor. CHP artı asker eşittir darbe formülü dünya üzerinde sadece bizim ülkemizde vardı. Türkiye’de darbe yaptıramayınca Mısır’a kadar koşup, Sisi’yi tebrik ettiler. Kanlı darbenin ilk günlerinde Sisi’yi ziyaret ederek kutlayanlardan biri CHP Genel Başkan yardımcısı Faruk Loğoğlu’ydu.
Kemal Kılıçdaroğlu da siyasi müktesebatının gereğini yerine getirdi. Mısır’daki darbe üzerinden iktidarı eleştirmeye kalkıştı.
Bu CHP ne menem bir parti. Ya Esed’in arkasında durur, ya da Sisi’yi savunur. Söz konusu diktatörler ve darbe olunca kan çekiyor anlaşılan.
Bütçe görüşmelerini izliyorduk ama bir yandan da çözüm süreciyle ilgili gelişmeleri takip ediyorduk.
Hele hele HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş’ın, “Sokağa çıkarız, gerekirse kıyameti koparırız” sözlerinden sonra her söz, her adım, her açıklama ayrı bir önem kazanmıştı.
Selahattin Demirtaş, Kobani’yi bahane ederek Kürtleri sokağa çıkmaya davet etmişti. 6-8 Ekim olaylarında 51 kişi vahşice katledildi. Demirtaş, daha sonra, “Sokağa çıkma çağrısı yaparken olacakları hiç öngöremedik” demişti.
Bu ülkede sokakların kanlı bir geçmişi var. Demirtaş da, ”Görünen o ki, bu tür durumlarda meseleyi başka bir tarafa çekmek isteyen kontrollü ya da kontrolsüz güçler devreye girebiliyor” diye buna dikkat çekiyordu. Peki ne oldu? 51 insanımız ölümü, çözüm sürecinin tehlikeye girmesi sokağın ne anlama geldiğini bize öğretmedi mi?
Devlet Bahçeli sokak diye ağzını açacak olsa biz ona 80 öncesi sağ-sol çatışmalarını hatırlatmıyor muyuz? Hakkını teslim etmek gerekir ki, Bahçeli, sokak konusunda basiretli hareket ediyor.
Şimdiye kadar akan kan yetmedi mi ki Kürt gençlerini hala sokağa çağırıyoruz.
Efendim sokakta her zaman şiddet olmazmış? Doğru. Ama siz onu gidin önce Diyarbakır’da başı taşla ezilerek, Yüksekova’da ensesinden kurşunlanarak, Diyarbakır’da karısının yanında infaz edilerek öldürülen insanlarımıza anlatın.
Öcalan’ın 8 Ekim tarihinde el yazısıyla gönderdiği mesajda, “Şehir olaylarının önünü almak için hükümetle temasa geçmeniz hayatiyet arz etmektedir. Aksi halde önü katliama açık provokasyona yol açmış olacağız” diye uyarma gereğini niye duydu?
Selahattin Demirtaş’ın, değil miydi 6-8 Ekim olaylarından sonra yaşananları öngöremediklerini ifade eden.
O zaman biz hangi Selahattin Demirtaş’a inanacağız?
Türkiyelilik kampanyası yapan, 6-8 Ekim olaylarından sonra özeleştiride bulunan Selahattin Demirtaş’a mı yoksa 51 insanın ölümüne rağmen hala sokaklara çıkma çağrısı yapan Selahattin Demirtaş’a mı?
Çözüme inananların Selahattin Demirtaş’tan özeleştiri yapmasını istemeleri gererken, ”Selahattin Demirtaş’ı yedirmeyiz” kampanyası başlattılar.
O zaman biz de çözüm sürecini yedirmeyiz.
Çözüm sürecinin en önemli mekanizmasını HDP heyetinin çözüm sürecinden sorumlu Başbakan Yardımcısı Yalçın Akdoğan ile görüşmesi oluşturuyor. Ancak HDP’lilerin anlamadığı bir şey var. Yalçın Akdoğan farklı bir devlet adamı.
Çözüm sürecinin ilk gününden itibaren mekanizmanın içinde olan ve çok olumlu katkılar yapan bir isim. Ama aynı zamanda, bu süreçlerin karşılıklı güvene dayalı olarak yürüyebileceğini bilen bir insan. HDP’liler bu şekilde hareket ettikleri taktirde Yalçın Akdoğan kendileriyle görüşmeye devam eder mi, ondan emin değilim.
24 saat önce süreç iyi ilerliyor, bir oyalama yok. 24 saat sonra zehir zemberek açıklama. 1 günde ne değişti?
Bu arada çözüm adına Ankara’da olumsuz bir hava dolaşırken, Kandil’den yansıyanlar o yönde değildi. Tam tersine olumluydu. Kandil çözüm taslağına destek verirken her zaman ki gibi yeni şartlar ekledi. Ama zaten görüşme dediğiniz böyle bir şey.
Bir noktanın altını çok kalın çizgilerle çizmek istiyorum. Üzerinde çalışılan hükümetin taslağı. Öcalan’ın da bir taslağı vardı. Üzerinde çalışıldı. Ve hükümetin “Çözüm taslağı” ortaya çıktı. Öcalan’ın taslağını açıklayacağız şeklindeki yaklaşımlar doğru değil. Çözüme hizmet etmez. Üzerinde çalışılan Başbakan Yardımcısı Akdoğan tarafından HDP heyetine verilen taslak… Tartışmayı doğru zemin üzerinde yürütmekte fayda var.
Son söz. Biz bu çözüm sürecini kolay bulmadık. Bu topraklar kanla sulandıktan sonra çözüme ulaştık. O nedenle bir kez daha ifade edeyim ki, “Biz de çözümü yedirmeyiz”