17 Ağustos depreminin üzerinden 21 yıl geçti. Uzmanlar, İstanbul'un hâla depreme hazır olmadığı konusunda uyarıyor. 17 Ağustos'tan bu yana bir arpa boyu yol alınamadığını söyleyen İMO İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna, Kanal İstanbul’a değil, depreme bütçe ayrılması gerektiğini vurgulayarak “21 sene geçti ama bir adım atılmadı. Bu yetmezmiş gibi bir de Kanal İstanbul denilen bir garabet var. Bu İstanbul’un intihar projesidir" dedi.
TMMOB Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Esin Köymen, İstanbul İnşaat Mühendisleri Odası (İMO) İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna ve TMMOB İstanbul İl Koordinasyon Kurulu Sekreteri Cevahir Efe Akçelik, "17 Ağustos’un 21’inci yılında İstanbul’un deprem karşısında durumu ne?" sorusuna yanıt verdi.
BirGün'den Uğur Şahin'in haberine göre Nusret Suna, İstanbul’un güvenli bir kent olmaktan uzak durumda olduğunu söylüyor. Suna, 16 milyon İstanbullu’nun yaşadığı binaların kaderine bırakıldığı görüşünde. Şöyle diyor: “17 Ağustos, o günlerde bir milat olarak kabul edildi. Ama geriye dönük baktığımızda bir arpa boyu kadar yol alamadığımızı gördük.”
Suna, kentin betonlaştırıldığına dikkat çekiyor: “Sene 2011’e kadar inşaat iş kolunda hareketlilik başladı. Her taraf AVM’ler, gökdelenler ve plazalarla doldu. Kentler betonlaşıyor. 2011’e doğru global bir kriz vardı, bu kriz inşaat sektörünü de etkiledi. 2012’de kentsel dönüşüm yasası hayata geçirildi. Bu yasa çok doğru bir şeydi. Biz kentsel dönüşümü destekleriz ama şehircilik ilkelerine uygun, çevreye saygılı, insanının öne çıkarılması gerekiyordu. Açıklanan ve uygulanan dönüşüm arasındaki fark içler acısıydı. İlk günden itibaren itirazlarımızı yaptık, ‘Bu kentsel değil, rantsal dönüşüm’ dedik.”
Suna, 21 yurttaşın yaşamını yitirmesine neden olan Kartal’da çöken binayı anımsatıyor: “Tüm bunların üstüne bir de İmar Barışı çıktı. Bunu çok acil sıcak paraya ihtiyaç olduğu için çıkardılar. Bu İmar Barışı değil, aftır dedik. Bu, ‘Kentlerin kalbine saplanmış bir hançerdir’ dedik. ‘Depremi bekleyen İstanbul’da böyle bir karar çok büyük risklere yol açar’ dedik. Nitekim Şubat 2019’da Kartal’da Yeşilyurt Apartmanı kendiliğinden çöktü. Bu bina İmar Barışı’na müracaat etmiş bir binaydı. O apartmanda 21 insan öldü, bunun vebali ne olacak?
Nusret Suna, Kanal İstanbul’a değil, depreme bütçe ayrılması gerektiğinin altını çiziyor: “21 sene geçti ama bir adım atılmadı. Bu yetmezmiş gibi bir de Kanal İstanbul denilen bir garabet var. Bu İstanbul’un intihar projesidir, bir ihanet projesidir. Siz bunu ısrarla ‘yapacağım’ diyorsanız demek ki bir bütçe topluyorsunuz. Depremi bekleyen İstanbul için bu para harcansa, burası deprem güvenliği sağlanmış bir kent haline gelir. Ama niyet orada…”
Mimarlar Odası İstanbul Büyükkent Şubesi Başkanı Esin Köymen ise “1999 Marmara Depremi, ne yazık ki kentlerde ranta dayalı politikaları çok daha rahat uygulayabilmek için kritik bir eşik oldu” diye başlıyor sözlerine. Köymen’e göre Marmara Depremi kentlere yapılan müdahalelerin meşrulaştırılmasının aracı olarak kullanıldı. Bunu şöyle açıklıyor: “TOKİ, EMLAK GYO ve Çevre ve Şehircilik Bakanlığı geniş yetkilerle donatıldı; kentlerin yapılaşması üzerinde nerdeyse tek söz ve karar sahibi haline geldiler. Yapılan tüm yasal düzenlemeler de kentler üzerinde oluşturulan rant baskısının yasal kılıfı olarak gerçekleştirildi.”
Esin Köymen, Doğal Afet Sigortaları Kurumu’nun tüm birikimlerinin başka yerlere harcanarak tüketildiğini hatırlatıyor: “Kentlerin içinde afetlere karşı dayanıklı mekânlar oluşturmak için başlatılan çalışmalardaki yer seçimleri, afet riski içeren heyelan bölgeleri, dere yatakları, kaçak yapıların olduğu alanlardan seçilmek yerine; gayrimenkul değerleri yüksek olan bölgelerden başlatıldı. Ya da zamanla kentin içinde kalan alt gelir gruplarının yaşadığı bölgelerin, eski kent dokularının hızla dönüştürülerek yaşayanların o bölgelerden sürgün edilmesine yol açan uygulamalar yapıldı: Sulukule, Fener, Balat, Tarlabaşı, Fikirtepe gibi pek çok olumsuz örnek bugün gözümüzün önünde duruyor.”
Köymen, İmar Barışı’na tepkili. Şöyle diyor: “Deprem gibi büyük bir riskle karşı karşıya olmamıza rağmen 2018’in mayıs ayında İmar affı düzenlemesi yapıldı ve böylelikle tüm kaçak, mimarlık-mühendislik hizmeti almamış yapılar, yasal koruma altına alındı. Üstelik bu düzenlemenin gerekçesinde ‘elde edilen gelirlerin kentlerin afetlere karşı hazırlıklı hale getirilmesi için kullanılacağı’ ifade edildi. Bu kara mizah bir durum…”
Köymen, Kanal İstanbul’a değil, güvenilir yaşam alanları için bütçe ayrılması gerektiğini dile getiriyor: “Hükümet depreme karşı kentleri hazırlamak için harcama yapmak istemiyor. Önceliği bu değil ne yazık ki. Ama depreme karşı hazırlığı bahane ederek vatandaştan vergi vs. toplama konusunda çok mahir. Afet riski taşıyan bölgelerin taşınması için ayrılan rezerv yapı alanlarından biridir Kanal İstanbul proje alanı. Ama kendi amacı için bile kullanılmıyor. Yapılan imar planları gösterdi ki tam bir gayrimenkul projesidir bu. Derhal vazgeçilmeli. Önceliğimiz; halkın güvenli yapılarda yaşamasını sağlamak olmalı. Kanal İstanbul gibi bir yıkım projesi için değil, güvenli yaşam alanları için bütçe ayrılmalı.”
Peki, acil olarak ne yapılmalı? Köymen’in yanıtı net: “İstanbul’da hiç vakit kaybetmeden yapı envanteri çıkarılmalı. Bu envanter doğrultusunda öncelikle boşaltılması gereken alanlar tespit edilerek, burada yaşayan vatandaşların daha güvenli bölgelere taşınması sağlanmalı. TOKİ, KİPTAŞ vb. kurumların ellerinde bulunan boş yapı stokları, bu amaçlar için vatandaşın hizmetine sunulmalı. Kamu yapılarının kontrolleri yapılmalı. Kentteki mevcut altyapı ve ulaşım ağları afetlere karşı dayanıklı hale getirilmeli. Afet toplanma alanları kullanıma hazır hale getirilmeli.”
TMMOB İstanbul İKK Sekreteri Cevahir Efe Akçelik, şu değerlendirmeyi yaptı: “İstanbul ve çevresinin deprem riski giderek artmakta, süre kısalmakta. Deprem ve yol açacağı tüm sonuçlara karşı yasal mevzuatlar tamamlanmalı, denetim, gözetim ve uygulama sisteminin taşıdığı sorumluluğu yerine getirmesi sağlanmalı. Hızlı ve çarpık kentleşme, kentsel dönüşüm konusundaki sorunları İstanbul’u deprem zararları konusunda büyük bir risk altına sokmakta. İstanbul’daki kontrolsüz nüfus artışı ve plansız kentleşme kontrol altına alınmalı, Kanal İstanbul ve Yenişehir gibi bölgeyi cazibe merkezi haline getirerek, nüfus artışına yol açacak projelerden vazgeçilmeli.”