Marmara Denizi, "deniz salyası" olarak adlandırılan müsilaja karşı yaşam mücadelesi veriyor. Havaların ısınmasıyla birlikte kirliliğin daha da görünür hale geleceği belirtiliyor. Prof. Dr. Ahmet Cemal Saydam ve Deniz Biyoloğu Mert Gökalp, önlem alınmazsa durumun daha da kötüleşeceğini söyledi.
Uzmanlar; Marmara Denizi’nin bölgedeki yaklaşık 25 milyonluk nüfusun arıtılmadan denize ulaştırılan atık yükünü kaldırmasının mümkün olmadığını belirtti. Sanayi atıkları, zirai mücadelede kullanılan kimyasallarla kirlenen nehirler ve insanların atıklarının yıllardır Marmara'yı kirlettiğine dikkat çeken uzmanlar, deniz salyası yani müsilajı insan eliyle yaratılmış büyük bir felaket olarak nitelendirdi. Uzmanlar, bu aşamaya gelinmemesi için yapılan uyarıların dikkate alınmadığını, geri dönüşün de çok zor olduğunu vurguladı.
Prof. Dr. Ahmet Cemal Saydam, Marmara Denizi’nin çevresindeki illerin atıklarını kaldıramayacak duruma geldiğine dikkat çekerek, "Doğanın bir şekilde patlak vereceğini bekliyorduk. Sonbahara da kışa da bekliyoruz. Bizi öyle kötü bir noktada yakaladı ki gündemin tabiriyle bugünler iyi günlerimiz" dedi. Saydam, müsilajı; "Marmara’nın son durumunun geldiği noktayı göstermek için doğanın bize en güzel delili" diye tanımladı.
Prof. Dr. Saydam, geçmişte Marmara Denizi'nin durumuna ilişkin uyarılarda bulunduğunu hatırlatarak, şöyle dedi:
"Durum zaten kötüydü. Marmara’nın sorunu doğuşundan astımlı olması, oksijen eksikliği çekmesine dayanıyor. Bu dikkat edilmesi gereken bir çocuk, buna hassas davranmak zorundayız, bunun üstüne biner tepinirsen bunu astım hastalığından dolayı solunum rahatsızlığı çekmesi, ölüme doğru gitmesi kuvvetle muhtemeldir. Onun için uyarılarımızı yaptık. Daha henüz beklediğimiz alt taraf cevabını vermedi. Buna rağmen üst tarafta besin zincirini bozduk. Yaptığımız şey uyarmak ‘Bakın bu deniz özümleme kapasitesinin sonuna geldi. Artık bardak doldu, taşması için ufacık bir damlaya ihtiyaç var."
Yaz aylarında denizdeki oksijen seviyesinin daha da azalacağının altını çizen Prof. Dr. Saydam, şöyle konuştu:
"Bunlar daha iyi günlerimiz, çünkü daha kokacak, zamanla alt tarafa geçecek, oradaki oksijeni tüketecek. Bu aşamaya gelmemek için uyarılarımızı yapıyorduk. Bu aşamaya geldikten sonra işler çok zor. Bunun nasıl geri döndürüleceğini bilmiyoruz. 'Marmara, Covid oldu' diyorum. Boruları daldırıp oksijen vermemiz lazım. Dünyada hiç yapılmamış akla hayale gelmeyen, kime desen gülecek projeler yapmak zorundayız. Marmara’yı, denizi böyle kirletmeyi başaran ilkiz, bu yöntemleri de deneyen ilk oluruz. 'Çalıştay yapalım' diyorlar. Marmara’da bu sistem en azından bir aydır duruyor. Çevre Bakanlığı ilgilenecekti bununla, bir aydır neredesiniz? Dün geçti, yarın çok geç. Yapacak bir şey yok, durum daha kötüye gidecek."
Prof. Dr. Saydam'a göre, sanayi atıklarıyla kirlenen ve uzun yıllardır gündemden düşmeyen Ergene Nehri bardağı taşıran son damla oldu. Saydam, "Ergene Nehri’nin neredeyse bardağı taşıran damla olduğunu söylüyorum. Çünkü Ergene’nin suları sistemin alışık olmadığı bir azot, fosfor yükünü sisteme soktu. Yine kötüye gidiyordu, bardağı taşıracak son damla lazımdı, o Ergene oldu" dedi.
Saydam, denizlerde eylülde başlayacak av sezonunda son balığı tutana madalya verilmesi gerektiğini söyleyerek "Şu anda Marmara, Karadeniz ve Ege arasında geçiş yolu. Balıklarımız oradan oraya hep göç etmiş, şimdi edemiyor, oksijensiz yerden kaçıyor. Balıklardaki bir doğal süreci engelledik" diye konuştu.
Kanal İstanbul'un da Marmara Denizi'nin yapısındaki bozulmayı artıracağını vurgulayan Prof. Dr. Saydam, "İnadına yapacağız diyorlar. Bilimle inatlaşırsanız kazanacak taraf belli. Kimse bilime rağmen bir şeyi yapmamış, yapamazsınız. Bu beka sorunu. Marmara Bölgesi elimizden giderse Türkiye ekonomisinin yüzde 30-35’i gider" dedi.
Deniz Biyoloğu Mert Gökalp ise "Müsilaj, topyekûn bir insan felaketi. 25 milyon insanın atıkları arıtılmadan ya da az arıtılmış şekillerde Marmara Denizi'ne akıtılıyor. İleri zamanlarda eğer bunun çözümü için hareket etmezsek bu 25 milyon nüfus burada barınamayabilir. Müsilaja müdahale konusunda geç kalırsak da anahtarını verelim İstanbul'un toplanıp çekip gidelim başka yerde yaşayalım derim" dedi.
Müsilaj yani deniz salyasının 2007'de de Marmara'da etkili olduğunu hatırlatan Gökalp, şunları söyledi:
"Şimdi bazıları diyor ki ‘Müsilaj yeni bir şey değil biliyoruz bunu, Adriyatik’te 1700’lerde olmuş bir olaydır, doğal bir olaydır’ diyorlar. Arkadaşlar doğal bir olay değildir. Marmara Denizi'nin başına gelmesi tesadüf değildir. 25 milyon insan yaşıyor ve bu denize atıklarını bırakıyor. Tabii ki buna yardımcı olan başka nedenler de var. İki buçuk derece bir sıcaklık artışı söz konusu. Marmara Denizi'nin soğuyamaması söz konusu, yeterince karışım olmaması söz konusu. Bunlar da tetikleyen nedenler ama sıcaklığın artışı da yine başlangıçta konuştuğum gibi antropojenik yani insan kaynaklı insanın ekosisteme etkisi ile gerçekleşen bir değişimden dolayı oluşan iklim değişikliğinin sonucu olan sıcaklık artışı. Yani yine insan. Müsilaj, topyekûn bir felaket aslında bir insan felaketi diyebiliriz."
Deniz Biyoloğu Gökalp, diğer denizlerin de tehdit altında olup olmadığı sorusuna ise şöyle yanıt verdi:
"Atık üretim yapmadığımız her denizimiz tehdit altında. İleri zamanlarda eğer bunun çözümü için hareket etmezsek bu İstanbul'daki 25 milyon nüfus burada barınamayabilir. Yani mecbur göçler ile karşılaşmak durumunda kalabiliriz. Çünkü deniz ekosistemi öldüğü zaman deniz ölecektir. Buradan herhangi bir besin toplama şansınız yok, deniz canlıları toplama şansınız yok, o kıyılarda bir şey yetiştirme şansımız yok. Ekosistem bir bütündür. Biri etkilendiği zaman biri sistemden çekildiği zaman öbürü de etkilenip öbür de o sistemden çekilecektir. Yani yaptığımız otellerin inşaatların, o dalgakıranların, büyük büyük gökdelenlerin, kurduğumuz tesislerin hiçbir yararı olmayacaktır. Eğer Marmara denizi ölürse biz de buradan göç etmek zorunda kalırız."
Bazı belediyelerin müsilaj yani deniz salyasını toplamak için gemilerle çalışma yapmasının bir etkisi olmadığını belirten Gökalp, şunları söyledi:
"Belediyeler, sadece bulandırıyordur. Hatta bazıları söylüyor ki biraz daha artmasına sebep olabilir. Üstten toplamak, öyle bir katı atık toplama gibi bir çözüm değildir. Müsilaj, bin 200 metreye kadar yayılmıştır. Hatta bazı ölçümlere göre ölçüm cihazlarının ileriye gitmesini engelliyor. Ekosistemler ile çalışan cihazların zeminden birtakım ölçümler almasını şu anda etkileyen bir durumdur, bütün Marmara’ya yayılmış vaziyettedir. O yüzden toplayarak çözülmez."
Gökalp, sorunun çözümüne ilişkin şöyle konuştu:
"Denizlere bakış şeklimizi değiştirerek çözülebilir. Biyolojik, kimyasal, fiziksel arıtma ile derin deşarj ile Marmara'nın içerisine bıraktığımız atıklardan tamamen vazgeçmeliyiz. Bu atık yönetimi hangisi olursa olsun olmuyor, olmayacak. Çünkü en iyi arıtım sistemi dahi önünde insan olduğu zaman düzgün işletilmediği zaman, düzgün denetlenip cezalar kesilmediği zaman çalışmıyor. İşte Marmara'daki olduğu gibi oluyor. Onun için derin deşarj yerine biz sularımızı, atıklarımızı yeniden çevirerek içilebilir su haline, temiz su haline getirip hiçbir şekilde deniz ekosistemine vermediğimiz tesislere kavuşmamız gerekiyor. Şu andan itibaren ivedilikle bir araya gelerek atık üretim sistemlerini gözden geçirmek, denetim yapmak, görevlerini yapmayanları görevden almak, tesisleri yenilemek ve bütün Marmara’daki tesislerle alakalı denetlemeler, cezalar tesis kapatmalar ile soruna yaklaşmalıyız ve dua etmeliyiz açıkçası."
Gökalp, Kanal İstanbul'un ekosistemin değişmesine neden olabileceğine dikkat çekerek şöyle konuştu:
"Yeniden bir kanal açarsak o oksijensiz Karadeniz suları, Marmara Denizi zaten oksijensiz sulardan oluşuyor, daha da oksijensiz kalmasına neden olabiliriz. Yani sorunun daha da büyümesine neden olabiliriz. Balık göçlerinin belki de tamamen durmasına, Marmara ekosisteminin ve Karadeniz ekosistemin ve hatta Akdeniz ekosisteminin bu bölümünün etkilenmesine neden olabiliriz. Kanal İstanbul yapıldığı zaman sadece bir kanal açılmıyor, etrafına da 3 milyon 5 milyon insan gibi bir popülasyon taşıma gibi bir düşünceler de var. Binlerce yıllık geçmişi olan bu kıyıları yok etmiş vaziyetteyiz, neredeyse geri dönülmez derecede değiştirmiş vaziyetteyiz. Bunu da yaparsak bilemiyorum geçmiş olsun bize diyorum."
TIKLAYIN-Meclis’te deniz salyası alarmı; "Marmara Denizi ölürse peşinden Karadeniz de ölür"