Valerios Leonidis: Naim benim şansımdı; beni olduğum kişi haline getirdi

Valerios Leonidis: Naim benim şansımdı; beni olduğum kişi haline getirdi

Geçen hafta hayatını kaybeden eski Milli Halterci Naim Süleymanoğlu'nun hem en büyük rakibi hem de yakın arkadaşı olan Yunan Valerios Leonidis, "Naim benim şansımdı. Evet o altınları alamadım ama bu kadar harika bir sporcuyla rekabet etmek, beni çok geliştirdi ve olduğum kişi haline getirdi" dedi. Leonidis, arkadaşının ölümünden büyük üzüntü duyduğunu ifade ederek, "Podyumda aslan gibi çekişirdik ama sonra hep kardeştik" şeklinde konuştu.

Karaciğer naklinin ardından tedavisi Ataşehir'de bir özel hastanede yoğun bakım ünitesinde süren Süleymanoğlu 50 yaşında hayatını kaybetti. Yakın arkadaşı ve rakibi Leonidis cenaze töreninde tabutu öperken görüntülenmişti. 

Hürriyet'ten Yenal Bilgici'nin haberine şöyle:

İki sporcu arasında 1996’da Atlanta’daki Olimpiyat Oyunları’nda yaşanan düello tüm olimpiyat tarihinin unutulmaz anları arasına girdi. O gün tam da istediğimiz gibi Naim kazandı ve Leonidis kaybetti. Ama Yunanistanlı halterci büyük sporculuğundan hiçbir şey kaybetmedi. 

Memleketin sinema hafızasında halen büyük bir eksik var. Bir Naim Süleymanoğlufilmi... Bulgaristan’daki çocukluğu, dönemin Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın emriyle Melbourne’deki şampiyonadan Türkiye’ye kaçırılışı, Seul, Barcelona ve Atlanta’daki Olimpiyat Oyunları’nda altın madalyaya uzanışı, kısacası ülkenin gelmiş geçmiş en büyük sporcusunun tüm hayatı... Hepsini usta bir sinemacının gözünden görsek...

Ama en çok da Atlanta’da yaşananları izleyebilsek... O gün, sadece halterin değil olimpiyat oyunları tarihinin en özel günlerinden biriydi. On milyonlarca insan ekran başında nefesini tutmuş ve dört dünya rekorunun peş peşe kırıldığı podyumda mucizevi bir müsabakaya şahit olmuştu. İki kahramanı vardı bu kapışmanın. Biri, olimpiyat şampiyonu, tüm gezegenin ‘Cep Herkülü’ diye tanıdığı Naim Süleymanoğlu’ydu. Diğeriyse, Yunanistan’ın gururu, ‘silkme’ kategorisinde son dünya rekorunun sahibi, saygıdeğer sporcu Valerios Leonidis...

Leonidis son denemesinde imkânsız bir ağırlığı (190 kg) deneyince, altın Naim’de kaldı. Yunan sporcuysa, gümüş madalyası ve dünyanın en güzel hikâyelerinden birinde başrolü oynamanın gururuyla Atina’ya döndü... Naim’le bu müsabakadan önce zaten dostlardı ama Atlanta’daki o gün onları sonsuza dek birbirine bağladı.

"Zamanın donduğu an"

Bu unutulmaz rekabetin bizdeki yarısı artık yok. Valerios Leonidis, kariyerinin en güzel yıllarını kapışarak geçirdiği büyük şampiyonun cenazesinde keder içindeydi. Yunan sporcu, Naim’in Türk bayraklı tabutunu uzanıp öptüğünde, zaman sanki bir anlığına dondu. Acıya, kedere, üzüntüye tarifi zor bir duygu daha karıştı: Bir tür büyüklük, huzur ve olmuşluk duygusu... Emsalsiz sporcuların yaşadığı ve yaşattığı bir biriciklik duygusu... İleride hatırlandığında mutluluğa dönüşecek bir hüzün duygusu...

O an hepimizin aklı bir anda Atlanta 1996’ya gitti. O müthiş hikâyeye yeni bir final eklenmişti...

"Ruh güzelse, güzelliği de görür"

Atina’nın 15 kilometre dışındaki sayfiye semti Agios Kosmas’taki spor tesislerindeyiz. Şehrin burnunun dibindeki bu masmavi semt, 2004’te Atina’da düzenlenen Olimpiyat Oyunları için yeniden dizayn edilmiş. Yanından geçtiğimiz marina, yelken yarışları için yapılmış örneğin. Valerios Leonidis’in bugün çalıştığı spor tesisleri de olimpiyatın getirdiği nimetlerden. Bugün burası, diğer tüm olimpik yapılar gibi hafiften çürümeye yüz tutmuş durumdaysa da, futbol sahasında koşturup duran, çimlerde perende atan çocuklar mutlu görünüyor. Sebati Karakurt’la onların arasından geçip, Leonidis’in yeni nesil Yunan haltercileri çalıştırdığı salona giriyoruz.

O saatte antrenman yok; salon boş. Yerlerde kaldırması gözüme imkânsız görünen halka halka ağırlıklar, metal barların arasında haltercilerin ellerini magnezyum tozuna buladığı minik tezgâhlar, pencerelerin dışında göz alabildiğine uzanan deniz... Duvardaysa Platon’dan bir alıntı:

“Bir ruh güzelse, güzelliği de görebilir.” Burası Leonidis’in antrenörlük hayatını geçirdiği yer...

Görür görmez içinizi ısıtan birisi Leonidis. Üzerinde, dürüst ve çalışkan insanların mahcubiyeti var. Huzurlu ve sakin... Kariyerinin ağırlığına rağmen tüy gibi hafif konuşuyor. Oysa salonda, yeni sporculara ilham versin diye sıralanan Yunan halterefsanelerinin posterleri onun Atlanta 1996’daki fotoğrafıyla başlıyor. 

“Biz sadece rakip değildik, sadece arkadaş da değildik, biz Naim’le kardeş gibiydik” diye başlıyor sözlerine. “Naim’le yollarının kesiştiği andan beri frekanslarının tuttuğunu, farklı ülkelerin iki farklı sporcusu olsalar dahi, birbirlerini hep kolladıklarını, hep sportmence mücadele ettiklerini anlatıyor. “O olimpik ruhu hep taşıdık, sergiledik. Podyumda aslan gibi çekişirdik ama sonra hep kardeştik.”

“Ben Rusya’da yetiştim ama ailemizin kökeni Kars’a dayanıyor. Büyükannemden biraz Türkçe öğrenmiştim. Naim de Bulgaristan’da Rusça eğitimi almıştı. Onunla aramızda biraz Türkçe biraz da Rusça konuşurduk. İngilizce’ye hiç başvurmadık” diyen Leonidis ile röportajı İngilizce ve Türkçe yaptık.

"Rekor kırdı gümüşle yetindi"

Leonidis’le Süleymanoğlu’nun rekabeti doksanlı yıllarda yaşandı. Ailesi Türkiye’den Sovyetler Birliği’ne (Şimdiki Gürcistan topraklarına) göçmüş Pontus Rum kökenli bir ailenin çocuğu olan Leonidis, eczacılık eğitimini bitirdikten sonra 25 yaşındayken Yunanistan’a yerleşti. Gençlerde dünya şampiyonuydu ama Atina’da kariyerini daha iyi geliştireceğini düşünüyordu. Nitekim öyle de oldu. Uluslararası arenaya biraz geç girmesine rağmen, Naim gibi bir devle rekabet edebilmeye başladı. Katıldığı ilk olimpiyat oyunlarında, Barcelona’da şanssızdı. “Doğru sıklette yarışabilmek için neredeyse altı kilo vermiştim; müsabakadan hemen önce çok açtım” diyor Leonidis. “Yemeğimi isteyince görevlinin onu getirmeyi unuttuğu ortaya çıktı. Hazır çorba içip halterin altına girdim. Düşünün, o halde yürüyüşe çıkmaya zorlanırsınız, ben podyuma çıkmak zorunda kaldım.” Yine de yetmemişti. Bronz almasına yetecek kadar ağırlık kaldırmışken, kilo farkıyla beşincilikle yetindi.

Sonrası hem Dünya hem Avrupa şampiyonluklarında ikincilikler... Bir de fazladan, kaderin garip bir cilvesi... 1995’te Varşova’daki Dünya Şampiyonası’nda koparmada 148 kilo kaldırarak dünya rekoru kırmasına rağmen (Süleymanoğlu 147.5 kaldırmıştı); Naim ondan daha zayıf diye madalya ona gitti. “Bizde bir espri vardır; ‘Dünya rekoru kırıp gümüş madalya alan Pontuslu kim’ diye sorarlar. O benim işte.” Bunları gülerek anlatıyor Leonidis. Çünkü Naim’le aynı dönemde yaşamayı bir şanssızlık olarak görmüyor.

“Tam tersi, Naim benim şansımdı. Evet o altınları alamadım ama bu kadar harika bir sporcuyla rekabet etmek, beni çok geliştirdi ve olduğum kişi haline getirdi. Müsabakalar sırasında üzülüyor, hayal kırıklığına uğruyordum ama sonrasında hiç böyle düşünmedim. Kırdığım dünya rekorları hep onun sayesindedir. O normal bir sporcu değildi; yenmesi de kolay değildi; yenemedim de zaten ama olsun. Hem olimpiyat oyunlarında gümüş alıp da bu kadar hatırlanan kim vardır?”

"Ben hep Naim’i bekledim"

O halde gelelim Atlanta’ya... Oradaki düellonun tarihe geçen kısmı ‘silkme’ kategorisinde yaşanmıştı. İkisi de 180’le başlamış; ardından Naim 185’i kaldırarak fark atmıştı. Leonidis ikinci hakkında beklenmeyeni yaptı ve 187,5 kiloyu omuzladı. “Kimse bana inanmıyordu. Ne tribündekiler, ne takım arkadaşlarım ne de antrenörüm. Naim de 185 kg için ‘Bu yeter’ gibi bir hareket yapmıştı. Ben başaracağımı biliyordum.” Başardı da. Ama sonra Naim yeniden sahneye çıktı. 187.5 kiloyu kaldırdığında tüm Türkiye ayağa fırlamış, Leonidis ise çökmüştü. “Ben kariyerim boyunca Naim’in beni geçmesini izledim. Benim sıram biterdi ve Naim gelip daha fazlasını kaldırırdı. Sadece Atlanta’da, 1996’daki Olimpiyat Oyunları’nda Naim beni heyecan içinde bekledi. Ama olmadı.”

"İkimiz de en iyiyiz"

Bu efsanevi müsabakaya dair YouTube’da bir minibelgesel var. Onu tekrar izlerken, Leonidis’in Naim’in tersine çok durgun olduğu dikkatimi çekmişti. Kırdığı rekorların ardından çok da sevinmiyor gibiydi. Nedenini sorduğumda, perde arkasında yaşadığı dramayı anlattı. “Olimpiyat Oyunları’na hazırlanmak için 1995’te Atlanta’ya gitmiştik. Çalışmalarımıza devam ederken bir telefon aldım ve dünyam başıma yıkıldı. Kız kardeşim, abimin bir trafik kazası geçirdiğini ve komaya girdiğini haber veriyordu. Her şeyi bırakıp eve döndüm. Hayatını kaybetti. Abimle çok yakındık. O andan itibaren her an aklımda o vardı. Çalışırken hep ağlıyordum. Psikolojim bozulmuştu. Bir yandan da antrenmanlarıma devam ediyor ve ‘Abim için yapacağım’ diyordum. Kaybettiğimde bütün duygular birikti ve ağlamamı durduramadım.”

Bunca drama rağmen sportmenliği yine de elden bırakmamıştı Leonidis. Madalya töreninde “Bravo” demişti Naim’e, “En iyisi sensin.” Naim de ona şu tarihi cevabı vermişti: “Hayır Valerios, ikimiz de en iyiyiz.”

‘En iyi ikili’nin arasındaki dostluk daha yıllar boyu sürerdi. Naim sahneden bu kadar erken çekilmeseydi. “Çok erken bir ölüm, sadece Türkler kaybetmedi onu; tüm spor dünyası kaybetti. O tahayyül edemeyeceğiniz kadar büyük isim, dünyanın gelmiş geçmiş en büyük sporcularındandı. Onun hakkında konuşurken bile tüylerim diken diken oluyor.”

Leonidis’in gözyaşlarına hâkim olmaya çalışarak anlattıklarını dinlerken benim de tüylerim diken diken oldu. Böyle bir hayatı yaşayıp bu kadar mütevazı davranacak bir adamla bugün karşılaşmak çok zor. İleride bir gün Naim’in filmi çekilirken, Leonidis’in büyüklüğünün de hakkının verileceğini umalım. ‘Kayıp’ dediğimiz o ruhu aradığımızda ilhamımızı bu hikâyeden alacağız çünkü.

İyisin değil mi Valerios?

O Türkiye’deydi; ben Yunanistan’da ama hep birbirimizin aklındaydık. Aramızda özel bir bağ vardı. Bugün bile düşününce hayret ettiğim bir hikâyem var. Bir gün iki oğlumla beraber bir restoranda oturmuş yemek yiyorduk. Büyük oğlum birdenbire “Baba acaba Naim Süleymanoğlu şimdi ne yapıyordur” diye sordu. Şaşırdım. “Hayırdır oğlum” dedim. Öyle durup dururken Naim’den bahsetmezdi yani. “Bilmem, birdenbire aklıma geldi” dedi bana. Daha beş dakika olmadan telefonum çaldı. Arayan Naim’di. Numarasını ekranda gördüğümde telefonu düşürecektim şaşkınlıktan. Açtım. “Seni rüyamda gördüm, endişelendim” dedi. “İyisin değil mi?”