Sözcü Gazetesi Ankara Temsilcisi Saygı Öztürk, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından başlatılan operasyonlarla ilgili olarak, "Valilikler tarafından belediyelere gönderilen genelgede, 'Fethullahçı' olarak bilinenlerin isim listesi istendi. CHP'li bir belediye 'Bizim belediyemizde FETÖ'cü yok' cevabını verdi. Benzer yazıyı gönderen belediyelere ikinci bir yazı gönderildi, “Siz bir daha bakın. Bunun için komisyon kurun, personelin durumunu tek tek inceleyip listesini bildirin” denildi. “Bizde FETÖ'cü yok” diyen belediyelerde şimdi komisyonlar oluşturuldu, personelin durumu yeniden incelenmeye başlandı. Açıkçası “bulun, bildirin” deniliyor" dedi.
Saygı Öztürk'ün, "Belediyelere FETÖ genelgesi" başlığıyla yayımlanan (12 Ağustos 2016) yazısı şöyle:
İki üyesi meslekten çıkarılıp tutuklanan Anayasa Mahkemesi'nin bu konudaki gerekçeli kararı, benzer konulardaki yargılamalarda mahkemeleri etkileyecek önemli bir karardır. “Sosyal çevre bilgisi ve zaman içinde oluşan ortak kanaat” kamu görevlilerinin meslekten çıkarılması hatta tutuklanmasında etkili olacak. Oysa yargının somut kanıtlar üzerinden karar vermesi beklenir. 15 Temmuz'dan bu yana 76 bin 100 kamu görevlisi açığa alındı. Kuşkusuz, devlet her türlü terör yapılandırılmalarından ayıklanmalı. Geçmişteki bazı davalardaki hataları anımsadığımızda “aman dikkat!” diyoruz ve haksızlık yapılmamasını diliyoruz.
Valilikler tarafından belediyelere gönderilen genelgede, “Fethullahçı” olarak bilinenlerin isim listesi istendi. CHP'li bir belediye “Bizim belediyemizde FETÖ'cü yok” cevabını verdi. Benzer yazıyı gönderen belediyelere ikinci bir yazı gönderildi, “Siz bir daha bakın. Bunun için komisyon kurun, personelin durumunu tek tek inceleyip listesini bildirin” denildi. “Bizde FETÖ'cü yok” diyen belediyelerde şimdi komisyonlar oluşturuldu, personelin durumu yeniden incelenmeye başlandı. Açıkçası “bulun, bildirin” deniliyor. “FETÖ'cü yok” diyenlerden “FETÖ'cü bulmaları” isteniyor. Bu zorlamalar da ister istemez haksızlıklara, güven kaybına yol açıyor. Çok sayıda ileti alıyoruz. Solcu bir sendikanın üyesi de olan 36 yıllık öğretmen Mehmet Mudu, hakim ve emniyet amiri olan yeğenlerinin tutuklandığını belirtiyor, şunları yazıyor: “15 Temmuz kalkışmasından sonra, Atatürk ilkelerine ve Cumhuriyet rejimine bağlı olduklarını bildiklerim iki yeğenim tutuklandı. Onların Fethullahçı Terör Örgütü'nden olmaları olanaksızdır. Nice yokluklar içinde okutuldu. Adı geçen örgütün okuluna, dershanesine, yurduna, aş evine gitmediler. Kanaatim odur ki kurunun yanında yaşı da yakma gayretleri görünüyor.”
Darbenin kim içinde, kimin ne kadar karıştığı yolunda farklı iddialar var. Yetkililere göre “en önemli şüpheli” olanlardan bazılarının ifadelerini okuduğunuzda “Aaa! Ben mi darbeciymişim! Asıl darbeyi önleyen benim” dediklerine tanık oluyorsunuz. Haksız yere açığa alınmalar olup olmadığını ilgili kuruluşlar yeniden gözden geçirecek. FETÖ örgütüyle bağlantılı olanlar ayıklanmalı ama haksız yere görevden alınanların da bir an önce görevlerine iadeleri sağlanmalı. Damga yiyenler arasında, bu ithamı kaldıramayıp intihar edenler oluyor. Balyoz'da, Ergenekon'da yaşatılan haksızlıkları da unutmayalım ve o dönem yaşatılanlardan da ders alalım.
Fethullah Gülen'in ilk yol arkadaşlarından Nurettin Veren'in, televizyonlarda yaptığı açıklamalar “vay be!” dedirtiyor. Veren'le ilk röportajı 2004 yılında yapmış, o konuşmaların bir bölümüne de 2010 yılında yayımlanan “Okyanus Ötesindeki Vaiz” kitabımda yer vermiştim. Nurettin Veren'in anlattığı ilginç olaylardan bir bölümü daha kitaptan aktarıyorum: “Biz bu işlere Fethullah Gülen'le 1966 yılında başladık. Aramızda öyle bir anlaşma yapmıştık ki, evimize alacağımız bir çiviyi dahi birbirimize sormadan almayacağımıza dair yemin etmiştik. Kimseye danışmadan Amerika'ya gelişimi eleştirmemden çok rahatsız oldu. 50 kişinin bulunduğu bir ortamda demir sopayla ‘bana suikast yapmaya geldi, öldürün bunu' diyerek üzerime saldırdı. Özür dilesin diye 3 yıl bekledim. Benim tenkitlerimi hazmedemeyince iftira kampanyası başlattı ve benim kendisinin yerine geçmek istediğimi yaydı.
Sen cemaatine ‘günah' diye vesikalık fotoğraf bile çektirmemişsin. O yüzden kimsenin evlilik fotoğrafı yok. Çocuklarımızın, okula gidinceye kadar fotoğrafını çektirmezdik. Benim, 6 çocuğumun bir tanesinin bile okula gidinceye kadar fotoğrafı yoktur. Düğün, evlilik, nişanlılık diye fotoğraflarımız yok. Kola içmek şarap içmekten daha fazla günahtır diye yıllarca kola içmedik. Çünkü hoca bize öyle öğretti.
Cemaat içinde bazı kişilerin telefonları da hocanın emriyle dinlenirdi. Hatta öyle ki en yakın arkadaşlarının telefonlarını dinlettiriyor. Bunun da belgeleri var. Dinleme kayıtları ve bunun çözümleri hocaya veriliyordu. Bütün yurtlarımızda, misafirhanelerimizdeki odalarda dinleme sistemi var. Dinleme sistemlerinden duyduğum rahatsızlığı ben Fethullah Gülen'e söylediğimde ‘ben sizin cüzdanlarınızı bile kontrol etme hakkına sahibim' dedi. Allah'ın, insanların sevmeyeceği, nefret edeceği işler yapıldığı için ben de bunu durduramadığım için karşı çıkmaya, konuşmaya başladım.”