Baskın Oran*
Vallahi, Papa ne iyi etmiş de gelmiş. Türk sağının insana en hüzün verici hali, yani gayrimüslim ve yabancı düşmanlığı bir daha kayıtlara geçti. MHP grup toplantısında D. Bahçeli konuştu: “Fener Rum Patriğinin sözde Ekümenik unvanı devletimizin kurucu anlaşması Lozan’a tamamen aykırıdır (…) İstanbul’un Vatikan (…) haline getirilerek ele geçirilmesi amacının ısrarla sürdürüldüğünü görmemek için de kör olmak gerektiği kanaatindeyiz (…) Son yurdumuzda… (link)
İnsanın okudukça içi acıyor: Bir hareket, ayakta kalabilmek için bu kadar titremeye, bu kadar korkmaya ve korkutmaya muhtaç mı olurmuş, diye.
Bir gün önce de Aydınlık gazetesi manşetten iki din adamının öpüşme fotosunu verip üzerine yazdı: “Lozan’a Aykırı” ve yanında da, “Milli Çıkarlarımıza Aykırı” (link). Ayrıca, Yümni Sezen ve Hasan Ünal isimli iki profesörün görüşlerine başvurdu. İkisi de aynen Bahçeli’nin Lozan’a aykırılık, ekümeniklik ve Vatikan hikayelerini anlattı. Ek olarak Sezen şöyle dedi: “[Papa ziyareti] Türkleri ve gerçek İslam’ı Anadolu’dan sürmek” amaçlı bir “Batı projesi”. Kanıt da sundu: “Hıristiyanlar için Anadolu anavatan kabul edilir. Örneğin, ilk kiliseleri Hatay’dadır”. (link). Bunlara ilaveten Aydınlık, 10.03.2014 sayısında Şahin Filiz adlı bir profesöre ait şu sözleri yayınlamıştı: “[Vatikan yaratmaya çalışmak] laikliğe de aykırı bir harekettir. Bu kilise İstanbul’da kendine ait olan mülklerde özerkliğini ilan ederse, İslam dinine mensup cemaatler de kendilerine ait yerlerde özerlik ilan edebilirler” (link). Hepsini teker teker ele alıp inceleyelim:
Büyük hayret. Çünkü 143 maddelik Lozan’ın hiçbir yerinde Patrikhane’nin adı veya ekümeniklik geçmez. Sadece tutanaklarda geçer. Lord Curzon kalkar, Müttefikler adına, “Patriklik kurumunun (…) salt bir din kurumu halini alması gerekeceğini Müttefik Devletlerin kabul ettiklerini bildir”ir. İsmet Paşa da kalkar: “[Bu] resmî konuşmaları ve verdikleri garantileri senet say”ıyorum, der (Lozan Barış Konferansı, Tutanaklar-Belgeler, S. L. Meray çevirisi, Cilt I, Kitap I, Ankara, SBF, 1969, s. 324-325, 331). Hepsi bu.
Bu ama, Katolik mezhebinin başı Papa İstanbul’daki Ortodoks Patriği’ne geliyor, 787 yılından beri kavgalıyız, birbirimizi aforoz bile ettik, bu dinsel bölünmüşlüğü artık kaldırıp barışalım, diyor, bu da Lozan’a aykırı oluyor. Fesupanallah.
Buna itirazı hiç anlamadım: Çünkü ekümenik (= evrensel) terimi Lozan’da hiç tartışma konusu olmadığı gibi, Müttefikler müzakerelerde hep “Ekümenik Patrikhane/Patrik” terimini kullandılar ve TBMM Hükümeti heyeti de buna hiçbir oturumda karşı çıkmadı. Bunun geçtiği tutanakları da ertesi sabah hep imzaladı. Çünkü, Ortodoks ilahiyatına müdahale aklından bile geçmedi.
Geçmedi, çünkü Cumhuriyet’i kuranlar, bugünkü parti liderleri ve profesörlerin aksine biliyorlardı ki tüm dünya; II. İoannes döneminden (518-520) beri “Ekümenik Patrik”, 13. Yüzyıldan beri de “Yeni Roma, Konstantinopolis Başpiskoposu ve Ekümenik Patrik” der.
Çünkü biliyorlardı ki ekümeniklik demek, dünyadaki bütün Ortodoks kiliselerinin amiri demek değildir. Bu durum sadece Katoliklerde vardır: Papa ve Vatikan. Protestanlarda hiç yoktur, Ortodokslarda ise kiliseler “otonom” ve “otosefal” olarak ayrılır ve bunlar kendi kendilerini yönetirler. Temel farkları şudur ki, otosefaller kendi yöneticilerini seçerler, otonomlar seçtikleri yöneticiyi Fener’e usulen onatırlar. Kilise hukuku bakımından hepsi eşittir, ama Fener “primus inter pares”tir (eşitler arasında birinci). Vatikan ve tüm dünya ülkeleri bunu böyle tanır ve protokolü ona göre yaparlar.
Ama Türkiye yapmaz. Ezanın hangi dilde okunacağına karıştığı gibi, Ortodoks ilahiyatına da karışır. Mesela Patrikhane ile Haliç’teki Bulgar kilisesi (“Demir Kilise”) papazı arasındaki ihtilafta Yargıtay 4. Ceza kalkmış, davanın konusu olmadığı halde kararın sonunda “Patrikhane ekümenik değildir” deyivermiştir. Şöyle ki: “1) Fener’in, diğer bir Ortodoks azınlık olan Bulgar kökenlilerinin kilisesi üzerinde dinsel ve hukuksal hiçbir yetkisi yoktur (karar s.1), 2) Lozan Barış Antlaşması ve eklerinde Fener sadece bir azınlığın kilisesi olarak belirtilmiştir (s.2); 3) Fener, sadece belli bir azınlığa mensup kişiler üzerinde dinsel yetkileri haiz olan dinsel bir kurumdur (s.2); 4) Bu nedenle, Patrikhanenin ekümenik olduğu iddiasının yasal bir dayanağı bulunmamaktadır. (s.2)
Böyle bir şey olabilir mi? Laik Yargıtay, laik Türkiye’de Ortodoks ilahiyatına nasıl karışır? Karışır; “Komünist olmak gerekirse önce biz oluruz!”u hatırlayın. Dava çok uzun ve çok acayip, sitemden okumanızı tavsiye ederim: baskinoran.com/belge/EkumenikPatrikhaneMutalaasi.pdf
Bir başka rezaletten bahsederek kapatalım. Yukarıdaki davaya müdahil olan Bujidar Çipof adlı Bulgar savcılığa ihbarda bulunuyor: “Patrik ‘Patrikhane 6. asırdan beri ekümeniktir’ dedi, bu görev sırasında din hizmetlerini kötüye kullanmaktır” diyor. Savcılık Patrik’e ihbarname yolluyor: “Soruşturmaya gelmediğiniz takdirde ZORLA GETİRİLMENİZ İÇİN KARAR alınacağı…” Büyük harfler aynen. Oysa Patrik, değil ekümeniklik, haşa huzurdan Allahlık veya Peygamberlik iddiasında bulunsa bu laik yasalarımızda suç değil.
Herhalde ben gabiyim çünkü Patrikhane’nin veya Papa’nın laikliğe aykırı ne yaptıklarını da anlamadım. Laikliğe aykırı olan varsa, o da bizim devlet. Yukarıda, Yargıtay’ın Ortodoks ilahiyatına müdahalesini anlattım. Gerçekten aklım almıyor, Anayasa Md. 14’ü ihlal etmediği yani laikliğe ve demokratik düzene aykırı olmadığı sürece kiliseler arası dinsel ihtilafa laik devletin nasıl müdahale edebildiğini.
Tam aksine, Patriğe dava açmak bir yana, Hıristiyan din mensuplarına yönelik saldırı ve haksız eylemlerde bulunanlara TCK Md. 115’e göre dava açılması gerekirdi (Avukatım Oya Aydın’a bilgi için teşekkür ederim).
Lozan’ı müzakere eden TBMM Heyeti’nin de almıyordu aklı. Çünkü 16 Aralık 1922 tarihinde okuduğu yazılı bildiride şöyle demişti:
“(…) din adamları sınıfıyla bunların başı olan kişiye, Hükümetin artık karışamayacağı salt din konularıyla uğraşmak kalacaktır. Bunun gibi Hükümetin, söz konusu din adamları sınıfının alabileceği kararlara karışması da artık söz konusu olmayacaktır. Din özgürlüğü İngiltere, Fransa, ABD, vb. öteki ülkelerde olduğu üzere, Türkiye’de, çeşitli dinlere bağlı olanlara, dinsel isteklerine serbestçe gelişme olanağı sağlayacaktır; yani rejim, böylece, din adamları sınıfını salt din alanında kalmaya zorlayarak, dine yeni bir atılım verecektir. (Meray, aynı eser, s. 327-328.)
Allahaşkına, hangi yasalara? Türk hukuk mevzuatında Patrikhane’yle ilgili tek bir yasa yok ki! Patrikhane, Türk iç hukukunda nâmevcut! Daha doğrusu, Aziz Nesin ustamın tabiriyle, “Ne Yaşar Ne Yaşamaz” Şöyle:
1) Patrikhane Türk hukukuna göre ne dinsel dernektir, ne dinsel vakıftır, ne de din kurumu. Hiçbir şey değildir. Çünkü devlet ona tüzel kişilik tanımayı reddetmektedir. Bu yüzdendir ki, yukarıda bahsettiğim davada Bulgar kilisesi papazı Kostoff ve cemaat üyesi Çipof Patrikhane’yi değil Patrik’i, Kutsal Meclis’i değil onun üyesi kimi metropolitleri (gerçek kişileri) şikayet etmiş, Cumhuriyet savcıları da Patrikhane’yi değil o ruhanilere dava açmıştır.
2) Patrikhane’nin Türk iç hukukundaki bütün “statü”sü, 1923 tarihli iki satırlık bir İstanbul Valiliği “tezkeresi”nden ibarettir. Önce bugünkü dille tezkereyi vereyim, sonra işin hazin gülünçlüğünü belirteceğim:
“İstanbul Valiliği, Protokol no: 1092
İstanbul Rum Ortodoks Patrikhanesi Kutsal Meclis’ine,
Türkiye dahilinde gerçekleştirilecek dinî ve ruhani seçimlerde, katılacak adayların Türkiye vatandaşı ve seçim sırasında Türkiye dahilinde görevli olmaları gerekmektedir. Bu şartlar seçilecek kişi için de geçerlidir.
6 Aralık 1923 / 339, İstanbul Valisi adına yardımcısı Fahreddin.”
Hazin gülünçlük şurada ki, devlet, tüzel kişiliği olmayan bir din kurumuna hitaben resmî yazı yazmış. Hadi, o erken bir dönem, ama bu 1923’le sınırlı değil ki. Türk hukuk mevzuatında Patrikhane’yle ilgili bütün olay, bu seçimi şöyle yap veya böyle yapamazsın diye zaman zaman gönderilen emirler. Yahu, olmayan tüzel kişiliğe emir verilir mi? Resmî yazı yollanır mı? Tüzel değil de gerçek kişi diye düşünün, anlarsınız. Devlet, olmayan bir gerçek kişiye, mesela bir ölüye resmî yazı yollayabilir mi? 700 yıllık bir devletten bahsediyoruz, affedersiniz.
3) Bu kısa tezkere, Anayasa Md. 90/5 nedeniyle yasalarımızdan bile üstün olan Lozan Kesim III hükümleri karşısında acaba ne değer taşımakta? Ayrıca, Türk hukukunda statüsü bulunmayan Patrikhane nasıl “Türk kurumu” oluyor?
Bu zıpçıktılık da zaman zaman zuhur eder. Fener semti ile Fenerbahçe semtini ayırt edemeyen bazı şahıslar tutturur, “Patrikhane ekümenik yetkiye sahip olmak istiyor, Rumlar durmadan civardaki evleri satın alıyor. Fener semtinde Vatikan gibi devlet ilan edilecek” diye. Tam da, devenin “nerem doğru?” hikayesi.
Bunlara biraz tarih anlatan olsa. Papalık, ilk Roma Piskoposu Havari Aziz Petrus’tan beri var ve bütün Ortaçağ boyunca imparatorlara taç giydirdi; İtalya ise 1870’den sonra kuruldu. Oysa Bizans (Fener) patrikhanesi her zaman Bizans imparatorlarının oyuncağıydı; idam ediliveren patrik sayısı bile bilinmez..
Üstelik, keşke olabilecek olsaydı da Patrikhane’yi Vatikan gibi bir statüye sahip kılabilseydik. Turizmi falan geçin, dış politikamız ülkenin boyuyla posuyla orantısız bir avantaja kavuşurdu. Fatih’in, can çekişen Patrikhane’yi yeni yetkilerle donatıp diriltmesi acaba Ortaçağ’da insan haklarına saygısından mıydı, yoksa AB’ye girmek arzusundan mı? Ortodoks dünyasında merkezileşmenin olmadığını tekrarlamıyorum artık. Yerim kalmadı, şu ev satın alma işine gelelim istiyorum.
29.11.1993 tarihli Milliyet’ten okuyoruz (link): İstanbullu Rumlar Fener’den 1940-1993 yılları arasında toplam 17 ev almış. 1993’ten bu yana hiç alım yok. Zaten, olsa ne olacak? Sen Ezan-ı Muhammedi’yi daha iyi duyayım diye cami dibinden veya Eyüp Sultan’dan ev alıyorsun da, Hıristiyan niye Fener’den alamıyor? Bu laik ülkede böyle din ayrımcılığı, bu kapitalist ülkede böyle mülkiyet kısıtlaması olur mu?
Gazetenin 11.12.1993 sayısında ise, "Altı Papazın İfadesi Alındı" diye haber geçilmiş. Yalnız, ifadeler normal olarak karakol yerine Fatih Milli Eğitim Müdürlüğü binasında alınmış. Gerekçe? "Olayla ilgili uluslararası bir skandala yol açmamak kaygısı". (link). Hem korkuyor, hem yapıyor. Elinde değil. “Fıtratında var”.
Rumlar ev alsalar bile, bunun, cemaati 120.000’den bugün 1.670 kişiye inmiş Patrikhane’nin Vatikanlaşmasıyla ne ilgisi var? Allah bilir, bizim zevat, bu evlerin Patrikhane’ye devredilmek üzere alındığını sanıyordur. Rahat edin kardeşim, Patrikhane devralamaz çünkü notere veya tapuya gidip imza atamaz, çünkü tüzel kişiliği yoktur. Tanrım, paranoyanın boyutlarına bakınız. Bırrr.
Bitirelim. Ama bu Fener’den ev satın alma işini kim ihbar etti onu söyleyeyim de öyle. “Türk Ortodoks Patrikhanesi” adlı bir “tabela kilisesi” vardır. Atatürk’ün önce cesaretlendirip sonra 1924’ten itibaren bir kenara attığı Papa Eftim’in oğlu Selçuk Erenerol yapmış ihbarı.
Kendisini belki şöyle hatırlarsınız: Türkeş döneminde MHP milletvekili adayı, Ergenekon davasından müebbet alan (link) Sevgi Erenerol’un amcası.
Prof. Baskın Oran'ın bu yazısı www.agos.com.tr'den alınmıştır.