Cumhuriyet yazarı Çiğdem Toker, Türkiye Varlık Fonu (TVF) ile ilgili olarak "Geçen hafta TBMM Adalet Komisyonu’nda görüşülen bir kanun tasarısı da TVF ile yakında ilgiliydi. İçinde TVF geçmiyordu ama besbelli, şirketin isteğiyle kurgulanmış bir maddeydi" dedi.
Çiğdem Toker'in "Varlık Fonu'nda yine neler oluyor?" başlığıyla yayımlanan (25 Haziran 2017) yazısı şöyle:
Türkiye Varlık Fonu (TVF) memleketin bütün ekonomik varlıklarını satabilme yetkisiyle kuruldu. Gelin görün ki, bu kadar geniş yetkiyle donatılan şirket, bir sır kutusu gibi çalışıyor. TVF’nin neler yaptığı konusunda fikir sahibi olmak ancak dolaylı yollarla mümkün. Yoksa kendilerinin, faaliyetleri konusunda kamuoyuna açıklama yapmak gibi bir sorumlulukları bulunmuyor. Geçen hafta TBMM Adalet Komisyonu’nda görüşülen bir kanun tasarısı da TVF ile yakında ilgiliydi. İçinde TVF geçmiyordu ama besbelli, şirketin isteğiyle kurgulanmış bir maddeydi. Konuya geleyim. İş mahkemeleriyle ilgili yasa tasarısına eklenen bir maddeyle, KİT’lerde görev yapan ancak toplu iş sözleşmesine tabi olmadıkları için “kapsam dışı personel” olarak nitelenen personelin statüsü zayıflatılıyor. Kapsam dışı personel, eğer madde Genel Kurul’da da kabul edilirse, bundan böyle idari yargıya değil, iş hukukuna tabi olacak. Yani, resen emekli edilen bir BOTAŞ çalışanı artık hakkını idare mahkemesinde değil iş mahkemesinde arayacak. Oysa bundan 21 yıl önce Uyuşmazlık Mahkemesi, bu konudaki tartışmayı noktalamış ve kapsam dışı personelin kamu görevlisi sayılması gerektiğini, bu nedenle de idari yargıya tabi olduğunu karara bağlamıştı. Bu konunun TVF ile ilgisi ise başta BOTAŞ, TPAO, kamu bankaları olmak üzere pek çok kamu şirketinin geçen şubatta çıkarılan OHAL KHK’siyle Fon’a devredilmiş olması. Dolayısıyla bu kurumlarda çalışan personelin durumu da TVF ile ilişkili. Tasarı kanunlaşırsa, BOTAŞ ve TPAO’nun yanı sıra Kıyı Emniyeti, TEMSAN, Şeker Şirketi gibi kurumlarda da çalışan personel, idari yargı kapsamından çıkarılacak. Bunun anlamı ise bir gece binlerce kişinin resen emekli edilme ihtimali. Peki binlerce personel yıllardır çalıştıkları kurumdan emekli olmalarına uzun yıllar varken neden çıkarılmak istenir? TVF’nin, enerji şirketlerine dair planları olduğu ve yüzlerce çalışanının resen emekli edilmiş bir BOTAŞ veya TPAO’yu daha rahat dizayn edeceği anlaşılıyor. Yine de bu sorunun cevabını herhalde Akmerkez’deki yeni dairelerine yıllık 1.5 milyon TL kira ödenen TVF’nin yöneticileri biliyordur.
Rota Yemekçilik’in diğer işleri Rota Yemekçilik, bir hafta öncesine kadar dokunulmaz bir şirketti. Öncesinde iki toplu zehirlenme olmasına karşın, askeri birliklere yemek hizmeti vermeyi sürdürüyordu. Bu köşede “Rota Yemekçilik’i kimler, neden koruyor” sorusunu yönelttiğimiz akşam, Manisa’daki son zehirlenme, geç de olsa şirkete yönelik koruma kalkanında değişime yol açtı. Sözleşme iptal edildi, adli soruşturma kapsamında şirket çalışan ve yöneticileri tutuklandı. Gelgelelim bu konudaki sorunlar bitmiş değil. Zehirlenen askerlerin ailelerine hâlâ tahlil sonuçları verilmediğini Manisa milletvekili Tur Yıldız Biçer’den öğrendik. Yanı sıra, Rota Yemekçilik’in günde 130 bin kişiye yemek verdiği bilgisini, geçen hafta okuduk. Gerçekten de şirketin web sitesinde Şişli Etfal, Zekai Tahir Burak, 75. Yıl Ağız ve Diş Sağlığı, Ulucanlar Göz Eğitim ve Araştırma Hastaneleri gibi sağlık kuruluşları da referans listesinde halen duruyor. “Peki Rota’nın sözleşmesini yalnızca Milli Savunma Bakanlığı mı iptal etti? Diğer kamu kurumlarına yemek tedariki devam ediyor mu, ediyorsa o yemeklerin gıda güvenliği nasıl sağlanıyor?” Bu, yanıtlanması gereken bir sorudur. Bu konuda dikkat çeken bir başka gelişme de sınırda, Dağlıca Taburu’nda görevli askerlerin kendi yemeklerini kendilerinin yaptığına dair DHA haberiydi. Orada, yemeklerin hazırlanma koşullarını anlatan haberi, hijyen ve nefasete dair ayrıntıları okuyunca, insanın aklına “Neden bu koşullar bütün birliklerde sağlanamıyor? Manisa’daki askerlerin günahı neydi” sorusunun gelmemesi imkânsız.
Özel güvenliğe ‘uzun namlulu’ yetkisi Bir huzur ve barış yarımadası olan Türkiye’de özel güvenlik piyasası yıldan yıla büyüyor. Bunu bütçe kaynaklarından izlemek mümkün. Dört yıl öncesine kadar, bütçeden 12 ay toplamında ödenen özel güvenlik harcaması, yani özel güvenlik şirketlerine ödenen hizmet alım bedeli artık birkaç ayda çıkıyor. Resmi Gazete’de dün yayımlanan bir yönetmelik değişikliği, önümüzdeki dönem için iyimser olmayı güçleştiriyor. Özel güvenlik şirketleri artık Genelkurmay görüşü alınmadan uzun namlulu silah kullanabilecek. Komisyon kararı ve valilik onayı artık yeterli. Genelkurmay’ın bu kritik konuda devre dışı bırakılması bir yana, uzun namlulu silah kullanma kararına karar verme süreçlerinin objektifliği, silahların tedariki, nerede nasıl kullanılacağı gibi bir dizi soru, hepimizi yakından ilgilendiriyor. Yönetmelik değişikliği vesilesiyle, ülkenin önde gelen güvenlik şirketinin ticaret sicili kayıtlarına da baktım. Çağlayan Adliyesi, SGK, Sağlık Bakanlığı, DSİ, İSKİ, Telekom, havalimanları gibi kritik kurumların özel güvenliğini sağlayan Akdeniz Güvenlik geçen ay sermayesini 100 milyon TL’den 150 milyon TL’ye çıkarmış.
‘Bayram’ olamıyor Sadece işlerini isteyen iki eğitimci, Nuriye Gülmen ve Semih Özakça’dan kötü haberler gelirken, cezaevindeki meslektaşlarımızın peşin cezaya dönüşen ağırlaştırılmış tutukluluğu sürerken, seçilmiş milletvekilleri hukuksal temelden yoksun gerekçelerle cezaevinde tutulurken, bir insanlık suçu olan işkenceye susarak ortak olunurken, Güneydoğu’da kuşkulu panzer kazaları artarken, kadınlara yönelik şiddet, taciz üzerimize üzerimize gelirken, çocuklarımız istismara bunca açıkken “iyi bayramlar” dileği bencilce geliyor. Bayram, takvimde mevcut evet. Ama ortak bir sevinç anlamına gelmiyor bu. İnsan onuruna yaraşır, yönetici kadrolardan merhamet ve insaf beklentisi koşullarının hiç oluşmayacağı daha iyi zamanların çabasını bugünden çoğaltmayı diliyorum.