Varmadan onbeşine, kürtaj bile olamadı Elife

Varmadan onbeşine, kürtaj bile olamadı Elife

Gökçer Tahincioğlu

 

28 Mayıs 2012 / Milliyet Ankara

 
Elife, 14 yaşındaydı hamile kaldığında.
Küçücük, büyümesine izin verilmemiş bir Maraş kızı.
Büyük çınar ağaçlarının gölgesinde geçmiş ilk çocukluğunun hemen ardından, o çınar ağaçlarının yapraklarının sesleri arasında asıldı annesi ve ağabeyi tarafından.
 
Maraş'ta bir akşam, babası olmadığından bütün dertlerini söylediği annesine koştu Elife. 
Karnı ağrıyordu. Ama öyle, fazlaca yediği, soğukta fazlaca kaldığı akşamlardaki gibi değil. Sanki, yüreği ağzına geliyor, kanı çekiliyordu. 
Tuttu elinden annesi, hemen ertesi sabah doktora götürdü.
Hamileydi.
Doğru düzgün bir bebeği alıp da giydirememişken Elife, bir bebeğe can verecekti.
 
Annesi bağırdı, kocaman gözlerinden süzülen kırılgan yaşlara aldırmadan bağırdı, bağırdı.
Söyleyiverdi Elife, kendisine tecavüz eden "akrabanın" adını.
Önce kürtajı düşündü, sonra korktu anne, koştu akrabalarına.
Elife'yi anlattı, söylediklerini anlattı.
O "akraba" çağırıldı.
Ailenin bütün büyüklerinin önünde, sözü, elbette bir çocuğun sözünden daha değerli olacaktı:
"Ben hiçbir şey yapmadım. Kim bilir kimden peydahladı."
 
Aile, hemen o akşam kararını verdi.
Öyle kürtajla, suskunlukla halledilemezdi mesele.
Elife ölmeliydi, daha yaşamadan ölmeliydi.
 
Maraş'ta serin bir yaz akşamı.
Bahçede yaprakları birbirini aşkla seven çınar ağaçları.
O uğursuz rüzgarın çarptığı bahçe kapısının metalik yankısı.
Anne, talimat verdi oğluna.
Git de as Elife'yi.
Elife, ağabeyi odaya girdiğinde, yaşadıklarının oyun olmadığını anladı.
Özenle çengel asıp tavana, ipi geçirdi ağabeyi.
Evdeki en yüksek sandalyeyi koydu altına.
"Çık" dedi Elife'ye. Üzerine çık.
Çıktı Elife.
Diğer bütün olanlara yetmediği gibi, boyu yetmedi yine, kısa kaldı tavandaki ipe.
Ağabeyi sağına soluna baktı, bir yastık koydu sandalyenin üzerine.
"Çık" dedi.
Çıktı Elife.
 
Ne yok oluşu, ne sonrasını, ne toprağı, ne çürümeyi, ne yeniden dirilmeyi, ne ruhunun gezinmesini, ne yeniden dünyaya gelmeyi, ne sonrasızlığı düşünmeye vakti olmamıştı daha.
Karnında, yaşamı boyunca ilk kez sahip olduğu bebeği.
Bırakıverdi kendini.
"Tecavüz etti" diye bağırarak, o serin Maraş akşamının rüzgarına bıraktı bedenini.
 
Ama bitmedi Elife'nin bedeni üzerindeki işkence.
Annesi ve ağabeyi tutuklandı.
"Töremizdir" dediler, o namus-töre cinayeti ayrımını pek seven büyük devlet adamlarının sözlerinden feyz alan hukukçuların aklına uyarak. İndirim istiyorlardı.
"Yok" dedi mahkeme. Töre biraz daha doğuda olur, burada olmaz.
Size tahrik indirimi yapalım.
Anne müebbet hapis, ağabey 30 yıl yedi. 
Dosya Yargıtay'a geldi. 
O sırada bir de tecavüz davası sürüyordu Maraş'ta. Elife'nin karnından çıkan ölü bebeğinin DNA'sı, uyuşmuştu o akrabayla. Ama bu kez de Elife'nin 15 yaşından büyük olduğunu savunuyordu o akraba. Ne de olsa bir indirim daha alınabilirdi Elife büyüdüğünde. Mezarından çıkartıldı kemikleri, test için.
15 yaşındaki bir çocuktan daha çocuktu neticede işte.
 
Sürüp giderken zabıt sesleri, duruşmalar, Elife'nin küçük bedeninin üzerinden büyük büyük laflar.
Ankara'da Ulucanlar'da yatan annesinin neden bilinmez yumuşamış yüreğine düştü Elife.
Annesi bir ip buluverdi hemen.
Gitti, kızı nasıl bir ipte can verdiyse, tam da öyle.
Rüzgarsız, şarkısız kupkuru bir cezaevi akşamı, veda etti bütün o büyük "ahlak" seslerine.
 
Evet, sezaryen sağlıksızdır çoğu zaman ve ameliyattır neticede.
Evet, kürtaj bazen can almaktır ama bu yüzden zaten yasal sınırlamaları vardır, iyi hissettirmez, en başta yaptıran için, kötüdür her şekilde.
Ama işte bazen bu ülkede, kadınların yaşamı kürtaja bağlıdır, bazen yaşayabilmesi sezaryene.
Bazen gelecekleri bağlıdır bir doktor masasındaki hüzne.
Bir gece vakti, bir köyün başına bomba atamazlar.
İlla da benzetmek gerekirse bombalanan köylülere benzerler bu coğrafyada, herkesin ve her şeyin hedefi olan bedenleriyle.