(12 Mart 2012, Taraf)
"Yeryüzünde hiçbir kuruluşun elinde böyle bir erişim olanağı yok.”
Bu sözü, Taraf ’ın yayımladığı “Gölge CIA” olarak adlandırılan Stratfor belgelerinde okuduk. Yeryüzünde eşi benzeri olmayan “erişim” ve “kaynak” ise bir başdanışman. Başbakan Tayyip Erdoğan’ın başdanışmanlarından İbrahim Kalın.
Kalın’ın, “Gölge CIA” olarak adlandırılan, bilgi toplama ve değerlendirme ağırlıklı çalışma yapan, binlerce müşterisi olan bir kuruma bilgi vermesi günlerdir kamuoyunda tartışılıyor. Stratfor gibi bir kuruluşa, ülke yararını ilgilendiren ne tür bilgilerin verildiğini, bu bilgilerin nasıl kullanıldığını ise şimdilik bilmiyoruz. Bildiğimiz tek bir şey var. Stratfor’un temsilcisiyle, Kalın ve bazı isimlerin sık sık biraraya geldiği ve ülke gündemini ilgilendiren çeşitli konularda bilgi paylaşımı yaptıkları. Bu paylaşımların da ânında merkeze geçildiği ve bazı isimlerle ilgili “Yeryüzünde hiçbir kuruluşun elinde böyle bir erişim olanağı yok” notunun düşüldüğü.
Ortadaki durum bu kadar vahimken, asıl ilginç olan ise bu bilgi alışverişinin “hükümet” ve “kaynak” tarafından doğal karşılanması. Hükümet kanadının sessizliğe gömülmesi, konuyla ilgili suskunluğu tercih etmesi, “Kaynak”ın ise kamuoyunu tatmin edici bir açıklama yap(a)maması.
Kim bu Stratfor?
1996 yılında Amerika’da kurulan şirket, gerçek anlamıyla tam bir “özel” istihbarat kuruluşu. Şirket tıpkı CIA’in, MOSSAD’ın ve diğer istihbarat kuruluşlarının yaptığı gibi dünyanın her tarafından kendisine casuslar ve muhbirler buluyor. Kamu kuruluşlarından elde edilemeyecek bazı bilgiler, kamu kurumundaki ajanlar tarafından elde edilerek bu kuruluşa sızdırılıyor. Elde edilen bilgi buradan da Amerika’ya ve şirketin ilgili abonelerine gönderiliyor.
Şirket, Bush’a yakın, neo-con’cu bir çizgide. Topladığı bilgileri analiz edip raporlar hazırlamasının yanı sıra casusluk benzeri istihbarat faaliyetleri de yürütüyor. Öyle ki askerî istihbarat faaliyetleri Stratfor’un ilgi alanlarından. Normal bir ülkede “casusuluk” ve “vatan hainliğiyle” eşdeğer görülebilecek faaliyetler, kamu kuruluşlarındaki elemanlar tarafından Stratfor’a aktarılıyor. “Eşi benzeri olmayan bu bilgiler”, “eşi benzeri olmayan kişiler” tarafından alındıktan sonra, yabancı bir ülkenin sivil bir istihbarat teşkilatına gönderiliyor ve oradan da abonelere pazarlanıyor.
Stratfor’un müşteri portföyünde sivil kuruluşlar var. Petrol şirketleri, silah şirketleri, bilgisayar şirketleri, borsacılar ve binlercesi. Sivil kuruluşların yanı sıra Amerikan Askerî İstihbaratı, Amerikan Hava Kuvvetleri, Amerikan Deniz Kuvvetleri gibi askerî- istihbarî faaliyet sürdüren askerî kurumlar da aboneler arasında. Bu kurumlar, elde edilen bilgileri yüz binlerce dolar karşılığında Stratfor’dan temin ediyorlar. Stratejilerini aldıkları bu bilgiye göre kuruyorlar. Ya da girecekleri ihaleleri, ihalenin içeriğini bu yönle öğreniyorlar.
Yeryüzünde hiçbir kuruluşun elinde olmayan “erişim olanağı” Başbakan’ın başdanışmanı İbrahim Kalın, işte bu kuruluşa “kaynaklık” yapan isimlerden biri.
MİT-KCK ilişkisini eleştiren yazarlara, MOSSAD ajanlığı suçlamasını yapan dünün Milli Görüş’çüsü, bugün gömlek değiştirip AK Parti’ye yanaşan “yanaşma kalemleri” ise bu gerçekler karşısında nedense sessizliğe bürünmeyi tercih ettiler. Bir başdanışmanın “Gölge CIA” olarak adlandırılan bir kuruluşla ilişkisini normal karşılıyorlar. Bazıları ise “kem-küm” ederek, “ama bu kuruluş dedikoduyla uğraşıyor” diyerek, Stratfor’u masum bir kuruluş olarak değerlendiriyorlar.
Oysa görünen ve ortaya çıkan belgeler tam tersini söylüyor. Normal bir ülkede casuslukla suçlanacak fiiller, şu sıralar hem hükümet kanadında hem de medyanın yeni yanaşma kalemleri tarafından normal karşılanıyor.
Bu yanaşmaların birçoğunun “Müslüman” ve de “milliyetçi” olarak kendilerini tanımladıkları notunu da ekleyeyim. Müslümanlar ama Allah’tan korkmuyorlar. Müslümanlar ama “düzenin” yeni güçleri kendilerini Allah’tan daha fazla korkutuyor. Milliyetçiler ama bir danışmanın istihbarî bir kuruluşa bilgi vermesini normal karşılıyorlar.
Tüm bunları ne uğruna mı yapıyorlar?
Bulundukları kurumdaki köşelerini, işlerini kaybetmeme adına.
Birkaç televizyon programı yapıp, üç beş kuruş fazla para kazanma adına.
Geçen hafta 28 Şubat ve o dönem yaşanan hukuk dışı baskıları yeni itiraflarla okuduk. Özellikle medyada yaşananlar, hafızalardan silinmeyecek türdendi.
Stratfor gerçeğini görünce, aslında medya üzerinde 28 Şubat sürecine benzer hatta daha ağır bir yaptırım olduğunu net bir şekilde görmeye başladık. Dün askerin korkusuyla yazı yazamayanlar, bugün hükümet korkusuyla yazı yazamamaya, eleştiri yapamamaya başladılar. Öyle ki Taraf dışında “eleştiri” yapacak, gerçekleri ortaya koyacak bir medya organı bulmak neredeyse imkânsız hale geldi. “Postal” gitti, “Beyefendi” geldi...