Ve 27 Nisan soruşturması başladı

Ve 27 Nisan soruşturması başladı

 

27 Nisan 2007'de dönemin Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt tarafından kaleme alınan e-muhtıra için soruşturma başlatıldığı öğrenildi. TBMM'de Cumhurbaşkanlığı seçiminin ilk turunun yapıldığı gün gece yarısına doğru yayımlanan bildiriyi bizzat kalme aldığını açıklayan Büyükanıt'ın ifadeye çağrılması bekleniyor.
 
Nazif Karaman'ın Sabah'ta yayımlanan haberine göre; 27 Nisan bildirisi ile ilgili Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı adli süreç başlattı. Dosyaya bakan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin'in bir süredir 'e-muhtıra'yı soruşturduğu kaydedildi.
 
Soruşturma sürecinin Adalet Platformu Başkanı Adem Çevik'in Özel Yetkili İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'na yaptığı suç duyurusu üzerine başladığı belirtildi. İstanbul Başsavcılığı, "suç yeri Ankara olduğu" gerekçesiyle dosyayı "görevsizlik" kararıyla özel yetkili Ankara Cumhuriyet Başsavcı Vekilliği'ne gönderdi. 
 
 

28 Şubat savcısında

 
 
Soruşturma için Ankara'da 28 Şubat soruşturmasının da savcısı olan Özel Yetkili Cumhuriyet Savcısı Kemal Çetin'in görevlendirildiği öğrenildi. Soruşturmayla ilgili bilgi veren Adem Çevik'in avukatı Berrin Yeşilyurt, savcı Kemal Çetin'in soruşturmayı sürdürdüğünü, fakat 28 Şubat soruşturması ile de ilgilendiği için yoğunluktan ötürü işlem yapılamadığını kaydetti. Yeşilyurt, Çetin'in, bildiriyi bizzat kaleme aldığını açıklayan dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'ı ilerleyen zamanda ifadeye çağırabileceğini söyledi. 
 

E-muhtırada ne dendi?

 

''Türkiye Cumhuriyeti devletinin, başta laiklik olmak üzere, temel değerlerini aşındırmak için bitmez tükenmez bir çaba içinde olan bir kısım çevrelerin, bu gayretlerini son dönemde artırdıkları müşahede edilmektedir. Uygun ortamlarda ilgili makamların, sürekli dikkatine sunulmakta olan bu faaliyetler; temel değerlerin sorgulanarak yeniden tanımlanması isteklerinden, devletimizin bağımsızlığı ile ulusumuzun birlik ve beraberliğinin simgesi olan milli bayramlarımıza alternatif kutlamalar tertip etmeye kadar değişen geniş bir yelpazeyi kapsamaktadır.

Bu faaliyetlere girişenler, halkımızın kutsal dini duygularını istismar etmekten çekinmemekte, devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar. Özellikle kadınların ve küçük çocukların bu tür faaliyetlerde ön plana çıkarılması, ülkemizin birlik ve bütünlüğüne karşı yürütülen yıkıcı ve bölücü eylemlerle şaşırtıcı bir benzerlik taşımaktadır.

Bu bağlamda;

Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir.

22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş, bu sırada Atatürk resimleri ve Türk bayraklarının indirilmesine teşebbüs edilerek geceyi tertipleyenlerin gerçek amaç ve niyetleri açıkça ortaya konulmuştur.

Ayrıca, Ankara’nın Altındağ ilçesinde “Kutlu Doğum Şöleni” için ilçede bulunan tüm okul müdürlerine katılım emri verildiği, Denizli’de İl Müftülüğü ile bir siyasi partinin ortaklaşa düzenlediği etkinlikte ilköğretim okulu öğrencilerinin başları kapalı olarak ilahiler söylediği, Denizli’nin Tavas ilçesine bağlı Nikfer beldesinde dört cami bulunmasına rağmen, Atatürk İlköğretim Okulunda kadınlara yönelik vaaz ve dini söyleşi yapıldığı yolunda haberler de kaygıyla izlenmiştir.

Okullarda kutlanacak etkinlikler, Milli Eğitim Bakanlığı’nın ilgili yönergelerinde belirtilmiştir. Ancak, bu tür kutlamaların yönerge dışı talimatlarla yerine getirildiği tespit edilmiş ve Genelkurmay Başkanlığınca yetkili kurumlar bilgilendirilmesine rağmen herhangi bir önleyici tedbir alınmadığı gözlenmiştir.

Anılan faaliyetlerin önemli bir kısmının bu tür olaylara müdahale etmesi ve engel olması gereken mülki makamların müsaadesi ile ve bilgisi dahilinde yapılmış olması meseleyi daha da vahim hale getirmektedir. Bu örnekleri çoğaltmak mümkündür.

Cumhuriyet karşıtı olan ve devletimizin temel niteliklerini aşındırmaktan başka amaç taşımayan bu irticai anlayış, son günlerdeki bazı gelişmeler ve söylemlerden de cesaret almakta ve faaliyetlerinin kapsamını genişletmektedir.

Bölgemizdeki gelişmeler, din ile oynamanın ve inancın siyasi bir söyleme ve amaca alet edilmesinin yol açabileceği felaketlerin ibret alınması gereken örnekleri ile doludur. Kutsal bir inancın üzerine yüklenmeye çalışılan siyasi bir söylem veya ideolojinin inancı ortadan kaldırarak, başka bir şeye dönüştüğü, ülkemizde ve ülke dışında görülebilmektedir. Malatya’da ortaya çıkan olayın bunun çarpıcı bir örneği olduğu ifade edilebilir. Türkiye Cumhuriyeti devletinin çağdaş bir demokrasi olarak, huzur ve istikrar içinde yaşamasının tek şartının, devletin Anayasamızda belirlenmiş olan temel niteliklerine sahip çıkmaktan geçtiği şüphesizdir.

Bu tür davranış ve uygulamaların, Sn. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısında ifade ettiği “Cumhuriyet rejimine sözde değil özde bağlı olmak ve bunu davranışlarına yansıtmak” ilkesi ile tamamen çeliştiği ve Anayasanın temel nitelikleri ile hükümlerini ihlal ettiği açık bir gerçektir.

Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.

Özetle, Cumhuriyetimizin kurucusu Ulu Önder Atatürk’ün, “Ne mutlu Türküm diyene!” anlayışına karşı çıkan herkes Türkiye Cumhuriyeti’nin düşmanıdır ve öyle kalacaktır.

Türk Silahlı Kuvvetleri, bu niteliklerin korunması için kendisine kanunlarla verilmiş olan açık görevleri eksiksiz yerine getirme konusundaki sarsılmaz kararlılığını muhafaza etmektedir ve bu kararlılığa olan bağlılığı ile inancı kesindir.

Kamuoyuna saygı ile duyurulur.''

 

Hükümetin karşı bildirisi

 

E-Muhtıra, hükümetin 28 Nisan'da açıkladığı bildiriyle reddedildi. Dönemin Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek tarafından okunan açıklamada şöyle dendi:

 

”Dün Genelkurmay başkanlığı tarafından çeşitli konulardaki görüşlerini ifade eden bir açıklama basın yayın organlarına gece yarısı verilmiş ve Genelkurmay başkanlığının internet sitesinde yayınlanmıştır.
 
Bu açıklama Hükümete karşı bir tutum olarak algılanmıştır.
 
Kuşkusuz, demokratik bir düzende bunun düşünülmesi dahi yadırgatıcıdır.
 
Öncelikle söylemek isteriz ki, Başbakana bağlı bir kurum olan Genelkurmay Başkanlığının herhangi bir konuda Hükümete karşı bir ifade kullanması demokratik bir hukuk devletinde düşünülemez.
 
Genelkurmay Başkanlığı, Hükümetin emrinde, görevleri Anayasa ve ilgili yasalarla tayin edilmiş bir kurumdur. Anayasamıza göre, Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.
 
Bu metnin basın yayın organlarına verilmesi ve Genelkurmay’ın internet sitesinde yayınlanmasındaki zamanlama manidardır. Öncelikle, devletimizin yüce makamı olan Cumhurbaşkanlığına 11. Cumhurbaşkanını seçme sürecinde böyle bir metnin, hem de geceyarısı ortaya çıkması son derece dikkat çekicidir.
 
Bunun, bu hassas dönemde, Anayasa Mahkemesi eksenli tartışmalar yapılırken ortaya çıkması, yüce yargıyı etkilemeye yönelik bir girişim olarak algılanacaktır..
 
Herkes şunu açıkça bilmelidir ki, Hükümetimiz, devletimizin Anayasa’nın 1,2 ve 3. maddelerindeki temel ve vazgeçilmez ortak değerleri, ülkemizin birlik ve bütünlüğü, milletimizin saygınlığı, Türkiye’nin laik, demokratik ve sosyal bir hukuk devleti olma niteliği konusunda herkesten daha fazla taraftır ve hassastır.
 
Türkiye’nin milli birlik ve bütünlüğü ve Türk Milletinin esenliği bu değerlerin korunması ile mümkündür.
 
Cumhuriyetimizin temel niteliklerine, Anayasa ve yasalara aykırı, gerçek ve tüzel kişiler tarafından zaman zaman ortaya konan hiçbir tutum ve davranışı tasvip etmek mümkün değildir.
 
Bu durumlarda zaten başta Cumhuriyet Savcıları olmak üzere, soruşturma makamları hiç kimseden izin almadan gerekli soruşturmaları yapma yetkisine sahiptirler. Bu konularda gereğini yapmak vazifeleridir.
 
Ayrıca Hükümetimizin ve bağlı birimlerin gerek basın yoluyla duyulan, gerekse çeşitli ortamlarda dile getirilen, devletimizin temel değerleri ile çelişen uygulamalar konusunda duyarsız kalması sözkonusu olamaz.
 
Bu nedenle ilgili metinde Genel Kurmay Başkanlığı’nın Hükümetle ilişkileri bakımından son derece yanlış ifadelerin yer alması üzücü olmuştur. Devletimizin tüm temel kurumlarının bu konularda daha özenli ve dikkatli olması gerektiği, Türkiye’nin güçlenme, modernleşme ve demokratik standartlarını yükseltme sürecinin sağlıklı yürümesi bakımından zorunludur. Aksi halde devletimizin güçlenmesine, ülkemizin huzur ve refahına telafi edilemez zararlar verilmiş olacaktır.
 
Devletimizin temel değerlerini koruma konusunda birincil görev Hükümetindir, Hükümet bu konuda tavizsiz bir şekilde taraf olduğu için, Hükümete bağlı tüm kurumların da bu doğrultuda taraf olmaları zaten eşyanın tabiatı gereğidir.
 
Türkiye’nin her sorunu hukuk kuralları ve demokrasi içinde çözülecektir. Aksi bir düşünce ve tutum asla kabul edilemez. Herkese ve her kuruma düşen görev, bu sürecin işlemesini kolaylaştırmaktır. Bunun dışındaki arayışların ülkemize ve milletimize ne kadar zarar verdiği geçmişte yeteri kadar, acı biçimde tecrübe edilmiştir.
 
Hükümetimiz, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devleti olan cumhuriyetimizi daha da güçlendirmek ve demokrasimizi zedeletmemek konusunda tam bir kararlılık içindedir.
 
Cumhuriyetimiz ve Demokrasimiz vazgeçilmez, geri döndürülemez bir kazanımdır. Bugün devletimizin temel niteliklerini korumak konusunda hepimiz el ve gönül birliği içinde geleceğe nasıl daha güçlü yürürüz onun mücadelesini vermeliyiz. Enerjimizi iç tartışmalarla tüketmek yerine ülkemizi küresel rekabette daha güçlü hale getirmeye ve milletimizin refah ve mutluluğunu arttırmaya sarfetmeliyiz.
 
Bu bağlamda, bazı iyi niyetli olmayanların hükümetimizle Türk Silahlı Kuvvetlerimizi karşı karşıya getirme çabalarını boşa çıkarmalıyız.
 
Türkiye’nin uluslararası toplumda itibarını zedeleyen, çağdaş dünyadaki konumumuza zarar veren, Türk ekonomisinin istikrarını tehdit eden, demokrasiye aykırı ve Türk Milletinin vicdanında yara açan davranışlardan tüm sorumluluk sahiplerinin kaçınması gereklidir.
 
Güven ve istikrarı zedeleyenler, ülkemizin ve milletimizin ali menfaatleri bakımından doğuracağı olumsuz sonuçların sorumluluğunu da yükleneceklerini bilmelidirler.”
 
 

Dolmabahçe görüşmesi

 
 
Genelkurmay'ın gündeme bomba gibi düşen 27 Nisan bildirisi ve hükümetin verdiği cevabın ardından Başbakan Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt yüz yüze görüştü. Erdoğan'ın isteği üzerine gerçekleşen ve iki saat 15 dakika süren sürpriz görüşme Başbakan'ın Dolmabahçe'deki çalışma ofisinde gerçekleşti. Görüşme sonrası hiçbir açıklama yapılmadı.
 
Genelkurmay Başkanlığı tarafından da Erdoğan- Büyükanıt görüşmesinin içeriği hakkında bilgi verilmedi. Bu arada dönemin Milli Eğitim Bakanı Hüseyin Çelik de Erdoğan'ın talimatıyla Genelkurmay Karargâhı'na giderek, bildiride sıralanan olaylar konusunda Yaşar Büyükanıt'a bilgi vermişti.
 
 

Hükümet, Büyükanıt'a madalya verdi

 
 
Hükümetin reddettiği bildiriyi kaleme alan Büyükanıt için, görev süresi dolarken Bakanlar Kurulu kararıyla "Üstün Hizmet Madalyası" verilmesi dikkat çekti ve çeşitli eleştirilere yol açtı.
 
Hükümetin Büyükanıt'a emekliliğinde kullanmak üzere, diğer emekli Genelkurmay başkanlarının aksine son model zırhlı bir Audi A8 tahsis etmesi de tartışmalara yol açtı.
 
Büyükanıt'tan sonraki Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'a ise hükümet tarafından madalya verilmemişti.