T24 - Kurban Bayramı'nın gelmesiyle beraber vejeteryanlar ile etseverler karşı karşıya geldi. Radikal gazetesi yazarları Elif Türkölmez ve bülent Mumay, bu iki karşıt grubu köşelerine taşıdı.
Naylon leğen logoya karşı - Elif Türkölmez
Kurbanlığın ipini çözmek isteyenler, fast food zincirlerinin hamburger için dar alanlarda yetiştirdiği danaların iplerini de çözebilir mi?
90’larda kız çocuklar arasında saçı dolma yapmak pek popülerdi. O zamanlar adını ‘muz çorap’ zannettiğimiz mus çorap giymek de öyle. Bayram benim için biraz da paketinden yeni çıkmış mus çorap kokusudur. Kurban Bayramı’ysa mahalleye getirilen hayvanlardan yükselen kokularla başlayıp, kaynayan tencereden yayılan kavurma kokusuna bir kokular toplamı...
Mahalledeki arkadaşlarla gözümüzü kırpmadan, heyecanla izlerdik kurban kesimini. İsim verdiğimiz, oyunlarımıza kattığımız hayvanın kesilişine bakarken, ‘bunun neden yapıldığını bir şekilde bilir’, şaşırmaz, bozulmaz, ağlamazdık. Büyükler bizden bu sahneyi esirgemezlerdi, tıpkı bir çift ayakkabıyı esirgemedikleri gibi. Annem içi, henüz kesilmiş sıcak et dolu plastik leğenle merdivenleri çıkarken, soğukkanlı olurdu. Kalabalık sofralar kurulur, ‘Allah kabul etsin’lerle başlanır, konuşmalardan kurban edilen hayvana saygı da duyulduğunu hissettiğim bir yemek sürer giderdi. Bense, tabağımdaki et parçalarını daha da küçük parçalara ayırmakla meşgul, böyle yaparsam belki birazını yediğimi sanarlar umuduyla gözlerinin içine bakardım. Bu yıllarca böyle devam etti. Bir farkla: Ben vejetaryen oldum! Doğru vejetaryen miyim?
Ama benim vejetaryenliğim, biraz bizim modernleşmemiz gibidir: Halka rağmen! Dolayısıyla gülünç duruma düşmemek için çaba sarf ederim. Kurban kesen birine nutuk atmam! Bana, ‘bir vejetaryenin bayramı nasıl geçer, sen yaz’ dediklerinde doğru vejetaryen ben miyim acaba diye düşündüm. Çünkü dediğim gibi benim vejetaryenliğim bir yandan geleneğin değerini iyi biliyor. 12 yaşımda yaptığım ‘devrim’den beri, ilk kez birlikte yemek yediğim her insana sabırla neden et yemediğimi anlattım. Türlü alaya, budalalığa da maruz kaldım, saygı, gıpta, şefkat de gördüm. Ama hiçbir kurban sofrasında benim zeytinyağlılar unutulmadı. Kurban kesen halalar, dayılar, kurban kesmeyen arkadaşlardan daha saygılı, hoşgörülü davrandı.
Tabii, bayramla bunca barışık olmama rağmen, hâlâ bir hayvanın kesilişine bakamam. Ama bu bakamayış ‘başkasının acısına bakamayış’tandır. Aslında benim, bir vejetaryen olarak derdim hiçbir zaman kurban kesen insanla olmadı. ‘Kurban eti yemiyorum’ deyip, bayramdan sonra kasaptan iki kilo pirzola alan insanla oldu, ‘Göz görmeyince gönül katlanır’cılarla oldu. Kurbanlığın ipini çözmek isteyenlerin, büyük fast food zincirlerinin hamburger köftesi yapmak için daracık alanlarda hareket ettirmeden yetiştirdiği güzel gözlü danaların iplerini çözmek için de bu kadar hevesli olmalarını bekledim.
Plastik leğende olunca ‘gayri medeni’, logolu karton kutularda olunca ‘pek medeni’ olmuyor. Dünyada pek çok hayvan çok kötü şartlarda yaşıyor, ölüyor. Bana kalırsa biz Kurban Bayramı’ndan utanıyoruz. Ama hayvanlara yapılanlarla bir ilgisi yok bunun. İlgisi, o mavi plastik leğenlerle, bir türlü modernleşemediğimizi bize inatla hatırlatan o pembe plastik kovalarla... Herkese iyi bayramlar.
Bayram gelmiş etime - Bülent MumayBayram namazından dönenlerin burnuna evlerden et kokuları gelirdi. En kıymetli günde en kıymetli yemek yapılırdı.
Türkiye’nin kültürel zenginliğinin ‘en dişe dokunur’ yanının mutfak kültürümüzde olduğu su götürmez bir gerçeklik. Anadolu coğrafyasındaki her damar bambaşka bir kültür, her kültür de bambaşka bir renk bıraktı. Keşke bütün renkler, kendi dokularıyla birlikte kalsaydı. Birçok değeri kaybetsek ve kaybedilmesine göz yumsak da ‘damağımızda kalanları’ kimse silemedi.
Ne ölümler ne sürgünler, türkülerimiz gibi damak tadımızı da yok edebildi. Artık kimseye ait olmayan, nicelerinin ‘anonim’ dediği değerlere dönüştü sadece. Oldum olası anonim sözcüğünü sevmedim, tarihsizleştirmenin veya bunu hızla kabullenmenin özeti olduğu için. Damağın belleği
Bu satırları yazan ben, geleneği, müziği, yemeği ortaklaşmış, değerleri ‘ora’ya sinmiş bir coğrafyada doğdum, beslendim; o topraklarda eriyen, kimsenin değil herkesin olan geleneklerle büyüdüm. En lezzetli dolmaları, en son büyük dedemin gördüğü, sonraki hiçbir kuşağın tanıyamadığı Ermeni komşulardan miras edindiğimizi hatırlamak hep acı verdi. Bakracındaki yoğurda parmağını sokarak tadanların Kürt köylünün gözlerini nemlendirmelerini de hep acıyla hatırlarım.
‘Ora’nın uzak ve yakın tarihindeki kanamalı duruma, miras alınan acılara rağmen, birbirimize düşman kesilmemizi bekleyenlere inat bayramın adı da tadı da birdi. Bayram sabahları namazdan dönenlerin burnuna evlerden yükselen et kokuları gelirdi. En kıymetli günde, en kıymetli yemek yapılırdı. Yoksul komşulara, kimsesiz yaşlılara da yemekten sonra değil, bayram sabahı herkesle beraber yiyebilsinler diye (Türkçeye ‘ataların ruhuna’ diye çevirebileceğimiz) bir tepsiyle yemek gönderilirdi; ki bütün damaklar aynı anda bayram edebilsin. Coğrafya imkân vermiyor
Bayram sabahlarını et, pilav ve harçlık üçgeniyle hatırlayan ve metropolde de güzel annemin kurduğu o şahane sofraya her bayram yeniden oturan biri olarak vejetaryenlerle hep birbirimizi uzaktan sevdik. Anlattığım coğrafyadan vejetaryen çıkmanın ne denli ihtimal dışı olduğunu kestirmek güç değil. Tüm değerlerine saygı duymama rağmen vejetaryen dostlarım, empati duygumdan en az yararlananlar oldu maalesef. Kimse kızmasın, kan gölüne dönmüş sokakların değil, bu toprağın kanla hemhal olan geçmişinin getirdiği bir güzelliğe karşı bir güzelleme benimki sadece. İyi bayramlar herkese!