Vincent Dieutre ile sanat, Avrupa ve yolculuk üzerine…

Vincent Dieutre ile sanat, Avrupa ve yolculuk üzerine…

Festivalin bu yıl bir retrospektif ile dokuz filmine yer verdiği Fransız avangart yönetmen Vincent Dieutre, FOL işbirliğinde Pera Müzesi Oditoryumu’nda bir festival sohbeti gerçekleştirdi.

Fatih Özgüven’ün Yalnızlık Alıştırmaları vurgusu ile başlattığı bu sohbet, Dieutre’ün Avrupa tarihi, kültürü ve sanatına olan ilgisi hakkındaki görüşleriyle devam etti:

"Benim için sinema tarihin, sanatın, müziğin, resmin, mimarinin bir sentezi. Kurgu da mesela bir çeşit mimari uğraş. Belki de bu yüzden ben sinemayı seçtim. Bu saydığım sanat formlarının hepsine ilgi duyuyordum ve sinemamda onların hepsini karıştırdım. Bu sanat dallarını yapıbozuma uğratarak, onlardan sinemada yeni bir kolaj yaptım; günümüz Avrupa’sının bahsettiğim bu referans noktalarından analizini yaparak, fakat bunu seyirciye çok da söylemeyerek… Zira dünya zaten hali hazırda sanatla dolu bir yer. Sinemanın işi, sanat dalları üzerinden sanatçının sunumunu yeniden üretmesi, derlemesi…"

80’lerde sinemaya bulaştığında insanların “radikal sinemayı unut. İyi bir hikâyen, iyi bir senaryon olmalı” dediğini söyleyen Dieutre şunları ekledi:

"Tam da bu öğretinin tersini izledim. İlk filmlerim çok somut bir mutluluk hissiyatıyla ilgiliydi, çünkü radikal sinema beni mutlu ediyordu.” Özgüven’in “anı sineması” benzetmesiyle ilgili; “sanat ve sanatı hatırlamak size yeni bir sanatı getiriyor. Wagner’in aksine, parçalı bir sanat anlayışı, üst üste katman katman… Sadece farklı sanat dallarının parçalı ve katmanlı hali değil üstelik, seyirci tarafından algılanan da parçalı. Kendi hayat deneyimim de öyle, pek çok şey birbiriyle iç içe. Bense kurmaca ve belgeselin tükettiği bütün düşünce sistemine karşı çok öznel bir bakış açısıyla, bu katmanları birleştirmeye çalışıyorum"

“Bir Caravaggio tablosunu filmde kullanarak, birincil bir sanat parçasını sinemada ikincil bir gerçeklikte sunuyoruz. Bunun üzerinden seyirciyi, kendisine ulaştığında üçüncü bir gerçekliğe kavuşan bir sanatla yüzleştirerek, seyirci ile farklı bir ilişki kurmak istiyorum” diyen Dieutre, filmlerinde konu ettiği “öteki” kavramından da bahsetti:

"Amacım azınlık fikrini adapte etmek: Toplumlar artık bir çoğunluk parçasından oluşmuyor, daha ziyade bir azınlıklar bütünü oldular. Hepimiz çoğunluğun kurallarına doğru hareket eden, bu veya o şekilde azınlığız. Kırılgan, sevgiye ya da tanınmaya muhtaç olduğumuz için azınlığız. Her defasında sokakta bir evsiz ya da mülteci gördüğümde, ben de yarın sokakta olabilirim diye düşünüyorum. Şehirlerin güzelliği herkese aittir, özel bir koleksiyona değil. Roma’daki evsizler İmparatorluk Sarayı’nda uyuyorlar. Kapitalizm bu zenginliği unutmamızı ve sadece kendisinin güzelliğin sahibi olduğunu düşünmemizi istiyor. Ona hepimiz sahibiz. Onlara, ortak bir güzellik demek istiyorum o yüzden."

Gençlerle iletişimde kalmaya özen gösterdiğini ve bu yüzden onlara ders vermekten çok keyif aldığını da ekleyen Dieutre, “gençler çok çaresiz bu acımasız dünyada. Onlarla ilişki halinde kalabilmek istiyorum. YouTube ve video kültürünü reddetmiyorum. Belli bir yaşı geçtikten sonra neler öğrendim diye düşünüyorum. Bunun üzerinden ders vermeye dair bir sorumluluk da duyuyorum” dedi.

 

Bonne Nouvelle

 

Sohbetten önce gösterilen Bonne Nouvelle filmiyle ilgili, oturduğu mahalledeki gibi küresel bir soundtrack’i olsun istediğini anlatan Dieutre, İstanbul ile ilgili de şunları söyledi: “ilk defa yirmi beş yıl önce partnerimle Istanbul’u ziyaret etmiştim. Bu sefer geldiğimde tanıyamadım. Şehir çok değişmiş. Berlin’de ya da Paris’te duyduğum şeylerin öyle olmadığını görüyorum. Ben burada kendimi hâlâ Avrupa’daymışım gibi hissediyorum. İstanbul hep çok heyecan verici.”

Seyahat etmenin, yeni formlarla buluşmak için çok önemli olduğunu açıklayan Dieutre, “bu benim için üretimin bir koşulu” dedi. Sanatsal arayışının, güzelliği bulunduğu yerde tanımak olduğunu vurgulayan yönetmen, filmlerinin geçen zamana rağmen ortadan kaybolmamasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi: “Düzenli bir işim yok ve bazen geleceğimi, yaşlılığımı düşündükçe çok çaresiz hissediyorum. Fakat düzenli bir işim olsaydı da, buraya gelemezdim, burada olamazdım. Sanat ve felsefe çevresinde kabul görüyorum ve o topluluğun bir parçayım. İşlerime gittikçe daha çok insan ulaşıyor. Para değil, bundan sonra insanlara ilham verdiğimi görmek beni mutlu ediyor. ”