Evrensel yazarı Erol Aral, Suudi Arabistan Başkonsolosluğu'na 2 Ekim'de girmesinden bu yana haber alınamayan Suudi gazeteci Cemal Kaşıkçı ile ilgili olarak değerlendirmede bulundu. Aral, "Lüzumlu çağrışım" diyerek gazeteci Can Dündar örneği verdi. "Ya Can Dündar Berlin Başkonsolosluğu’na girip de çıkamasaydı…" diyen Aral, "Siz de ‘Resmi Hizmete Mahsustur’ medyasındaki 'Paket'li manşetleri görür gibi oluyor musunuz?" ifadesini kullandı.
Eski Cumhuriyet gazetesi Genel Yayın Yönetmeni Dündar hakkında MİT TIR'larının durdurulması davası nedeniyle yakalama kararı var. Dündar hakkında gıyabi tutuklama ve kırmızı bülten çıkarılmasına da karar verilmişti. Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan da Dündar için "ajan" ifadesini kullanmıştı.
Aral'ın Kaşıkçı olayını irdelediği bugünkü yazısının bir bölümü şöyle:
Başlık lüzumlu çağrışımı yapmış olmalı…
Ama yine de kısaca özet geçelim:
Cemal Kaşıkçı...
Suudi Arabistan vatandaşı…
Bölgenin isim yapmış gazetecilerinden…
Rivayet o ki, ABD uyruğuna geçmeyi planlıyor…
Washington Post gazetesinde yazıyor…
Fakat en mühimi “muhalif gazeteci” olması…ki…
Tam da esas vurgulanması gereken bu sebeple ülkesinin iktidarıyla, Suudi yönetimiyle başı pek hoş olmadığı…
Suudi Krallığı’nın hedefindeki muhaliflerden sayılması…
Kaşıkçı ve nişanlısı bunun ne anlama geldiğini yeterince idrak etmiş olmalı ki…
Medyaya yansıyan kimi ifadelere bakılırsa, hayli tedirginler…
Nitekim… Hayırlı bir iş (evlilik muamelesi) için Suudi Başkonsolosluğu’na başvurmaları gerektiğinde, bunun yolunu yordamını uzun uzun tartışmışlar…
Sonra muamele için nişanlısı ile birlikte gitmeye karar vermişler…
Ve o gün… 2 Ekim 2018:
Cemal Kaşıkçı, nişanlısını sokak kapısında bırakıyor ve Suudi Arabistan İstanbul Başkonsolosluğu’na giriyor…
Giriş o giriş…
Klişe tabirle, Gazeteci Kaşıkçı sırra kadem basıyor…
Kapıda saatlerce bekleyen nişanlısı, Cemal Kaşıkçı’dan haber alamayınca olay patlıyor…
Yaygın kanaat:
Suudi muhalif gazeteci Cemal Kaşıkçı, casus filmlerinden aşina olduğumuz karanlık bir operasyonla yok edildi…
Öldürülme senaryolarının detaylarını medyadan izliyorsunuz…
Mevzunun o kısmına değinecek değilim…
Üstünde durmak istediğim başka veçheleri var meselenin…
Tabii ilk elden söylenmesi gereken, muhtemelen herkesin hissettiği,ziyadesiyle tekinsiz bir dünyada yaşadığımız gerçeği…
Dünyanın nereye gittiğini gösteren bir tabela olarak okunmalı, Suudi Başkonsolsoluğu’ndaki meşum pusu…
Söz konusu ‘olay mahali’nin başkonsolosluk olması dahi, tek başına her şeyi anlatıyor… denilebilir…
Tabii ki olayın vahametini küçültmemek lazım…
Tabii ki diplomasinin mabedinde kurulan kalleş pusuyu sıradanlaştırmamak şart…
Bunun için yine ısrarla şaşırmalı, bedel talep eden tepkiler gösterilmeye devam etmeli…
Lakin… Şunu da unutmayalım:
Bi’ nevi devlet dersindeyiz…
Ve bir kez daha devletlerin tabiatları icabı işlerini pek temiz yapmadığına tanık oluyoruz, Cemal Kaşıkçı’nın kaybedilmesi vakasıyla…
Mafya yöntemlerinin devlete yabancı olduğunu kim söyleyebilir ki?
Evvelce buna benzer elçiliklerde pusu atarak, muhalif kırımı yaşandı mı, diye, doğrusu bakmadım…
Fakat hatırlayın… Benzer bir hadiseyi, Öcalan’ın “paketlenmesi” olayında yaşamadık mı?
CIA, Kenya’daki Yunanistan Büyükelçiliği’ni operasyon merkezi olarak kullanarak, Öcalan’ı Türkiye’ye “paket”lemedi mi?
CIA demişken… ABD’nin diplomatik misyonların karıştığı askeri operasyonlarını anmaya hacet var mı?
Devlet dersinin diğer faslı da, ülkelerin yüksek menfaatleri uğruna ‘can’ların kolayca unutulabileceği realitesi…
Öldükleriyle bırakılmalarının hazin hikâyeleri…
Misal mi?
Ankara’da Rusya Büyükelçisi’ne düzenlenen suikast hadisesi…
Moskova’nın Ankara’ya yönelik stratejik hesapları olmasaydı, öldürülen büyükelçi olayını böyle bırakır mıydı, Putin?
Buralara yürümemin sebebi de şu:
Suudi meslektaşın kaybedilmesinin ardından beklenti yaratan ‘hızlı soruşturma’, ‘gerçeği ortaya çıkarma’ ve ‘takipteyiz, bir an evvel sonuçlandırıp neticeyi dünyaya açıklayacağız’eksenli beyanlar…
Şüpheniz olmasın…
Ankara-Riyad ve angajmanları arasındaki pazarlığa göre yol alacaktır, “Kaşıkçı” soruşturması…
Tabii iç ve dış kamuoyu baskısının yaratacağı tazyikin gücü, demokratik takipteki ısrar, İktidarların evdeki bu süfli planlarını bozabilir…
Mevzuya dair bana sahici gelmeyen yanlardan birisi de şu:
Aaaa hem de köonsolosluktaaa! şaşkınlığı eşliğinde…
Suudi Arabistan’ın “muhalif” kimliğinden ötürü bir gazeteciye diplomatik alanda kurduğu pusuya duyulan öfke…
Riyad’a yönelik veryansın ve kınamalar…
Bilhassa Saray medyasından verilen, ‘resmi’ ağızlara bakılarak verilen bu yöndeki tepkiler bana ziyadesiyle samimiyetsiz ve iki yüzlülük olarak görünüyor…
Zira daha yakın zamanlarda yurt dışında kimi firarilere dönük yapılan MİT operasyonlarının, medyada nasıl coşkuyla karşılandığını biliyoruz…
Onlar ‘FETÖ’cü olduğu için meşru mu?
Bu halde sormak farz olur:
Suudi’lerin Kaşıkçı tarzı operasyonlarına ilkesel olarak mı karşısınız yoksa bahse konu olayın Türkiye’yi zora sokma, itibarını zedeleme ihtimali sebebiyle mi?
Muhaliflere dönük bu tür “imha” operasyonlarını kategorik olarak reddediyor musunuz?
Misal… Cumhurbaşkanı’nın ajan ilan ettiği Gazeteci Can Dündar…
Oğlunun kaybolan pasaportu için Türkiye’nin Berlin Başkonsolosluğu’na gitse…
Gitse ve kapıda bekleyen arkadaşları bekledikleriyle kalsa…
Ve farzı muhal, meslektaşımız Can Dündar(*) illegal olarak İstanbul’a getirilse, tepkiniz ne olur?
Siz de ‘Resmi Hizmete Mahsustur’ medyasındaki “Paklet”li manşetleri görür gibi oluyor musunuz?