'Ya Yıldırım'ı hukuka aykırı olarak içerde tuttular, ya da bıraktılar'

'Ya Yıldırım'ı hukuka aykırı olarak içerde tuttular, ya da bıraktılar'

Ahmet Altan (Taraf, 3 Temmuz 2012)

 

Biz bize benzeriz

 

Mustafa Kemal, işin içinden çıkamayınca “Biz bize benzeriz” diyerek Türkiye’nin “hiçbir şeye benzemediğini” açıklamak zorunda kalmıştı.

Bu “hiçbir şeye benzememe” halimiz hâlâ devam ediyor.

Böyle giderse pek bir şeye de benzeyemeyeceğiz anladığım kadarıyla.

Fenerbahçe Başkanı Aziz Yıldırım biliyorsunuz bir yıldan beri tutukluydu.

Hakkında bir mahkûmiyet kararı yoktu ama hapisteydi.

Dün mahkûm oldu ve serbest bırakıldı.

Mahkûm olmadığı halde hapiste tutulan adam, mahkûm olunca hapisten çıktı.

Yeryüzünde böyle bir “hukuk sistemi” var mı doğrusu bilemiyorum.

Madem bu insan mahkûm olunca hapisten çıkacaktı, neden mahkûm olmadığı halde hapiste tutuldu?

Madem cezasını çekmesi için Yargıtay kararı beklenecekti, neden bir yıl hapis yattı?

Ya Yıldırım’ı hukuka aykırı olarak içerde tuttular ya da hukuka aykırı olarak bıraktılar.

Bir hukukçu, mahkûm olduğunda bırakılacak birinin, mahkûm olmadan neden bir yıl hapis yattığını açıklayabilir mi acaba?

“Yattığı süre, aldığı ceza gereği yatacağı süreyi karşılıyor” da denilemez çünkü Yargıtay cezasını onaylarsa 3 yıl daha yatacak.

Mahkûm olan Yıldırım’ı serbest bırakan hukuk, neden elli binden fazla tutukluyu hâlâ hapiste tutuyor?

Niye o insanları serbest bırakmıyor?

Mahkûm olanları serbest bırakan bir ülkede, mahkûmiyeti olmayan elli bin kişiyi hapiste tutmak adalete nasıl uygun olabiliyor?

Adalete göre mi, siyasete göre mi karar veriliyor?

Şikeden mahkûm olmuş birinin başkanlığını yaptığı futbol takımının durumuna hiç girmiyorum.

Çünkü orası tam anlamıyla bir muamma.

Altı ay arayla birbirinin zıddı iki yasa çıkaran bir iktidardan “net ve berrak” bir durum yaratması, hukuku güvenilir kılması pek kolay beklenemez.

Sanırım futbolda tam bir kaos yaşayacağız.

Hukukta da, siyasette de, diplomaside de “ilke” diye bir şey yok anlayabildiğim kadarıyla.

Hukuk da, siyaset de, diplomasi de tamamen “keyfi” bir şekilde varlığını sürdürüyor.

İktidarın meşrebine, ilişkilerine, çıkarlarına göre işler yapılıyor.

Biz Suriye’yle savaşın eşiğine geldik, değil mi?

Neden?

“Şii” Beşşar Esed, insafsızca halkını katlettiği için buna karşı çıktık ve muhalefeti destekledik.

Haklı ve soylu bir davranış.

Demek ki Türkiye, “diktatörlerden”, kan dökücülerden, canilerden hoşlanmıyor ve onlarla mücadele ediyor.

Ne iyi.

Lakin şu anda yaklaşık 300 bin kişinin ölümünden sorumlu tutulan, Uluslararası Ceza Mahkemesi savcısı tarafından hakkında “soykırım” suçlamasıyla “tutuklama” emri çıkarılan Sudan Diktatörü Ömer El Beşir’le imzalanan ve Parlamento’da onaylanan “askerî anlaşmayı” nasıl açıklayacağız?

Sudan halkının çoğunluğunun ve yönetiminin “Sünni” olmasının bir rolü var mı bunda?

El Beşir tarafından öldürülenlerin “dinleri” bu tercihte bir rol oynuyor mu?

Türkiye’nin siyasi iktidarı, diktatörleri “Şii diktatörler ve Sünni diktatörler” diye ikiye ayırıp, Sünni diktatörlerin her türlü suçunu destekliyor olabilir mi?

Dün yayınlanan söyleşisinde Neşe Düzel, Doçent Gülden Ayman’a soruyor:

“Türkiye Ortadoğu’da ‘Sünni temelli’ bir politika izliyor deniliyor. Sizce bu saptama doğru mu?”

Ayman bu soruya şöyle cevap veriyor:

“Şu anda evet, bu saptama doğru. Türkiye Sünni temelli bir politikadan medet uman bir hale geldi. Suudi Arabistan ve Katar da bu oyunun içindeler. Onlar da Müslüman Kardeşler’e oynuyorlar. Belki Türkiye, İran nedeniyle böyle bir tercihte bulundu ama biz Türkiye’nin dış politikasında bugüne dek mezhepsel bir yön hiç görmemiştik.”

Türkiye’nin dış politikası gerçekten de “mezheplere” göre mi şekilleniyor?

Eğer ölçü “mezhep” değilse, Türkiye hükümeti Esed’le El Beşir arasında nasıl bir fark görüyor da biriyle savaşın eşiğine gelirken diğeriyle askerî anlaşmalar imzalıyor.

Hakkında uluslararası “tutuklama” kararı bulunan bir “soykırım sanığı” ile böylesine canciğer oluyor?

Böyle bir “tercih” hangi anlayışa dayanıyor?

Neden Türkiye’nin ordusuyla, kanlı bir diktatörün ordusu “işbirliğine” gidiyor?

Nasıl bir işbirliği olacak bu?

Daha fazla nasıl insan öldürüleceğini mi öğreteceğiz El Beşir’e?

Yoksa daha fazla nasıl adam öldürüleceğini mi öğreneceğiz El Beşir’den?

Dışişleri Bakanlığı, acaba bu iki diktatör arasındaki farkları bize de açıklayabilir mi?

Benim görebildiğim tek fark, El Beşir’in şimdilik Esed’den çok daha fazla insan öldürmüş olması ve görüldüğü yerde “tutuklanacak” olması.

Bizim “hukuk” anlayışımızın gelişmiş dünyanın hukuk anlayışından çok farklı olduğu zaten El Beşir olayında da ortaya çıkıyor.

Onların “soykırım sanığı” dediğine biz “değerli müttefik” diyoruz.

Mustafa Kemal “Biz bize benzeriz” derken daha yıllarca da böyle süreceğini biliyor muydu acaba?

İnsanları mahkûm olmadan hapis yatırıp, mahkûm olunca serbest bırakıyor, Şii diktatörle savaşmanın eşiğine gelip, Sünni diktatörle anlaşmalar imzalıyoruz.

Bizim bir gün gerçek bir devletimiz olacak mı acaba?

Biraz zor gözüküyor, neden derseniz, biz bize benziyor ve hiçbir şeye benzemiyoruz.