Cumhuriyet Gazetesi yazarı Emre Kongar, çocukluk yıllarında Vahdettin Köşkü'nün yeşilliklerden görülmediğini, devlet konutu olacak diye yapılan müdahalelerle köşkün kabak gibi açıkta kaldığını söyledi.
Emre Kongar'ın 'Vahdettin’in Köşkü Nasıldı?' başlıklı yazısı şöyle:
Vahdettin’in Köşkü Nasıldı?
Perşembe günkü gazetede Vahdettin’in Köşkü ile Savarona yatını birlikte gösteren fotoğrafa bakarken yüreğim burkuldu: 15 yaşıma kadar, her yaz gittiğimiz o güzelim köşkler, bir yeşillik yığını ile örtülü olduğundan Boğaz’dan görülmezdi... Anlaşılan önce restorasyon, sonra da devlet konutu olacak diye yapılan müdahaleler, o güzelim doğayı yok etmiş, köşkler kabak gibi açıkta kalmıştı.
***
Biz “Vahdettin’in Köşkü” derdik... Şimdi “Vahdettin Köşkü” diyorlar... Benim zamanımda, üç büyük bir küçük, dört ahşap binadan oluşan, bahçeler içinde çok büyük bir yerleşkeydi... Birinci köşk ile Kuleli Askeri Lisesi arasında bizim kısaca “orman” dediğimiz bir çam ormanı, birinci ve ikinci köşkün arkasında, Münire Hanım’ın bağından önceki mezarlığa kadar giden büyük bir tarla, üçüncü köşkün arka bahçesinden sonra da muhteşem bir meyve bahçesi vardı.
***
Kendinizi Çengelköy İskelesi’nin biraz sol karşısındaki (şimdi köşesinde benzin istasyonu olan) yokuşa vurduğunuzda, iki virajdan sonra bir küçük meydana ve Ayazma’ya ulaşırdınız... Ayazma’nın hizasında sadece çerçevesi kalmış büyük bir ahşap kapıdan köşkün yoluna girilirdi.... O yoldan düz devam edilirse Kuleli Askeri Lisesi’ne yakın olan birinci köşkün “orman” dediğimiz ön bölümündeki “Parmaklık” alanına, sağa doğru kıvrılan viraja sapılırsa, üçüncü köşkün arka bahçesindeki mavi boyalı demir arka kapıya gidilirdi...
***
Birinci köşkün denize bakan ön bahçesinde, önündeki set demir parmaklıklarla çevrildiği için “Parmaklık” dediğimiz alanda, hemen “ormana” bitişik olarak, dalları şemsiye gibi açılmış duran fıstık çamları vardı. Hem “ormanda” hem de ön ve yan bahçede, gövdelerinde simetrik bir biçimde yerleşmiş dallarını merdiven gibi kullanarak tırmandığımız çok uzun yeşil çamlar rüzgârda nazlı nazlı sallanırdı. Mürdümeriği dahil, yeşil, sarı, kırmızı, çeşit çeşit erik veren ağaçlar bütün köşklerin bahçelerine dağılmıştı. İkinci ve üçüncü köşkün ön bahçeleri ceviz ve atkestanesi ağaçlarıyla doluydu... Üçüncü köşkün arkasındaki meyve bahçesinde, o günden beri başka hiçbir yerde görmediğim, bildiğimiz cevizlerden en az iki kat daha büyük ceviz veren tek bir ağaç ile birlikte başka ceviz ağaçları, nar ağaçları, özellikle “kayısı eriği” dediğimiz kayısı tat ve kıvamında sarı renkli erik veren ağaçlar vardı. Birinci köşkün “ormanla” birleştiği yerde “Vişnap” dediğimiz, vişne renginde, ama daha büyük, buruk tadı olan vişneye benzer meyve veren bodur ağaçlar vardı. Birinci köşkün önünde, “Parmaklık”tan sonra, setin altında çilek tarlası uzanırdı. (Şimdi orada beş tane villa var.) İkinci ve üçüncü köşkün büyük ön bahçelerinin yolla birleştiği setin üstü bodur böğürtlen ağaçlarıyla kaplıydı, yoldan bahçe görülmezdi.
***
Masum çocukluğum bu cennet gibi bahçelerde, doğa ile kucak kucağa geçti... O, yeşili katledilmiş, çıplak kalmış köşklerin fotoğraflarına buğulu gözlerle uzun uzun baktım... Politikacılar tarafından yağmalanan değerlerimizin sadece doğa ve yeşil değil, masumiyetimiz olduğunu da fark ettim!