Yahudi asıllı araştırmacı yazar Rıfat Bali, Yahudilerin 2003’te sinegoglara yapılan saldırıların tekrarlanmasından endişe duyduğunu söyledi. Vatan gazetesinden Sanem Altan Vatan Bali’yle, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın İsrail karşıtı demeçlerini, halen tartışılan Davos Krizi’ni ve Yahudilerin tüm bu olanlardan nasıl etkilendiğini konuştu. Bali, Yahudilerin her zaman Türkiye’de uslu çocuk olduğunu söylerken, son olaylarla cemaatte şikayetlerin arttığını da ekliyor. Rıfat Bali, “Biz uslu uslu oturuyorduk, bir şey yapmadık ama herkes bize, dinimize küfrediyor. Devlete hizmet ettik, hep de edeceğiz. Bizim sorunumuzu çözün, antisemitizmi önleyin” diyor Yahudiler ama önleyemiyor devlet çünkü 72 milyonluk memlekette 17 binlik cemaat zurnanın son deliği. 1.5 milyon Yahudi olsaydı, böyle olmazdı” diyor. Ama Erdoğan’ın Davos’taki çıkışını çok sert bulan ve bunun hayâl kırıklığı yarattığını söyleyen Bali, “Başbakan’ın bu elektrikli havada sorumlu bir dil kullanması lazım, yoksa kitleleri harekete geçirir. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın tabanı dindar ve yanlı” diye de uyarısını yapıyor. 6-7 Eylül’le bugün yaşananlar arasında büyük benzerlik var. Tek fark, kitlesel hareket yok! Geçtiğimiz pazartesi, Sabah Gazetesi’nde yayınlanan Dr. Dilek Güven röportajını okuduğumda aklıma ilk siz geldiniz. 2006 yılında yayınlanan Maziyi Eşelerken kitabınızda Dilek Güven’in doktora tezini eleştirdiğiniz bir bölüm vardı. Katılmadığınız noktaları yazmıştınız. 6-7 Eylül’de aslında ne oldu? 1955 yılında Rumlar’ın ev ve iş yerlerine hatta tüm okul, hayır cemiyeti, mezarlıklarına karşı düzenlenen utanç verici bir yağmaydı o yaşanan. Azınlık karşıtı olaylardan biriydi. Azınlıkların kendilerinin aktör olmadıkları, kendileri dışında gelişen uluslararası konjonktürlerde Türkiye coğrafyasında yaşayanların bir nevi rehine olmaları. Bugün aynı şey, Türkiye’deki Yahudiler için de geçerli. Kendilerinin müdahil olmadıkları bir olay yaşanıyor. Ama yansıyor ve mağdur oluyorlar. 6-7 Eylül’le bugün yaşananlar arasında büyük benzerlik var. Tek farklı tarafı, kitlelerin eyleme dönüşen hareketi yok. Çünkü Türkiye dersini aldı. Harika başladınız. Nereden devam etsem diye şaşırdım açıkçası. Ama önce Dilek Güven’in tezini konuşmak istiyorum izninizle. Siz o tez için hem teknik hem tarih anlatımı olarak hatalar var diyorsunuz. Nedir o hatalar? Teknik hatalara girmeye gerek yok. Çok da var aslında ama önemi yok. Tarihi anlamda olanlar daha önemli tabii. Kısaca, Dilek Güven’in “Azınlıkları yok etmek ya da Türkleştirmek için yapılmıştır” tezine katılmıyorum. Çünkü Türkleştirme politikası denen, günümüzde olumsuz anlamda değerlendirilen politikalar 1945’te bitti. O politikalar tek parti dönemi için geçerliydi. Dilek Hanım’ın “6-7 Eylül Rumlar dışında Yahudiler’i de hedefliyordu” açılımı tartışmalı. Yahudiler maddi zarara uğramıştır, fakat İsrail’deki Türk diplomatik misyonunun Türk hükümeti adına İsrail devletine üzüntülerini belirttiği ve olaylarda özellikle Türk Yahudileri’ne zarar verme gayesi güdülmediğini bildirmiştir. Bunu MAH yaptı diyor. Tarihçi olarak bunu kesin bilmediğimiz için itirazım var. Kıbrıs’taki müzakere masasında elimizi güçlendirmek için karşı taraftakileri korkutmak, “İstediklerimizi vermezseniz topluma hakim olamayız” diye küçük bir yağma planladıkları gerçek. Kontrol dışına çıkması planladıkları bir şey değildi ama... Yahudiler yine sinagoglara saldırılacağından korkuyor 6-7 Eylül için “Bugün Ergenekon olarak bildiğimiz derin devlet yapısının ilk eylemidir” mealinde yazılar okudum... Tarihçi gözüyle söylüyorum, bilmiyorum. MİT ve emniyet teşkilatı arşivleri açıldığında tartışılmaz gerçeği öğrenebiliriz ancak. Ben bu konuda bir marj bırakıyorum. Belki denildiği gibidir, ama Dilek Güven “Kesindir” diyor, marj bırakmıyor. İddialı konuşmanın bana göre hiç manası yok. Bilmiyoruz henüz. Arşivlerin kapalı olması bu toplumun en büyük zaafı. Şeffaf olmalıyız. Bugünkü yaşananların 6-7 Eylül olaylarıyla benzerlik taşıdığını söylediniz. Şu an Türk toplumunda yaşayan Yahudiler ne hissediyor? Düşmanlık görüyorlar mı? Hayat yolunda bana kalırsa. Sansasyonel olaylar konuşuluyor ama doğru mu bilmiyorum. Ticarette özellikle, Yahudilere borçlarını ödemiyorlarmış daha doğrusu keserek ödüyorlarmış, “O parayı Gazze’ye göndereceğim senin adına” diyerek. Bunları duyuyoruz ama ne kadar doğru bilemiyorum. Ama sokakta eş dost arasında ben bir şey görmedim. Fakat herkesin içinde bir korku var. 2003 yılındaki sinagoglara olan saldırılar. Bunun tekrar edebileceği endişesi tabii ki var. Başbakan’ın Davos konuşması popüler olanla beslendiğini gösteriyor Bugün yaşananların sorumlusu kimdir? “Bu işi bu noktaya hükümetin tavrı getirdi” diyebilir miyiz? 700 sene şeriatla yönetildi bu topraklar. Bir toplumun değişmesi için birkaç kuşak lazım ve en önemlisi irade lazım. Bunlar olmayınca insanlar karşısındakini Musa dininden Türk diye görmüyor, Yahudi diye görüyor. Türk olmasının önemi yok onun için. Yahudi de böyle, onlar da Türk deyince Müslüman olarak algılıyor. Her iki tarafta da bu algı yanlışlığını yapıyor. Dolayısıyla karşısındakini Türk değil de, dünya Yahudilik aleminin parçasını olarak görünce o savaşı da karşındakine malediyorsun. Davos tabii ki bunu arttırdı. Çünkü Tayyip Erdoğan’ın kendisi ve tabanı mütedeyyin, dindar, İslami değerlere bağlı, Filistin-İsrail savaşına son derece hassas, “yanlı” bir duruş sergiliyor. O zaman Başbakan’ın tavrından kendisine göre pozitif enerji alıyor o kalabalıklar. Gerginlik ondan çıkıyor. Kitleleri harekete geçirmemek lazım. Sorumlu bir dil kullanmak lazım. Bu elektrikli havada bu doğru lisan değil. Ama Tayyip Bey’in Davos’taki tepkisini de, Emine Hanım’ın ağlamasını da çok samimi buldum. Ama çok melodramik, tuhaf bir taraftan da. Tarih, Tayyip Erdoğan’ın Peres’e söylediklerini mi yoksa Peres’in anlattıklarını mı doğruluyor? Emine Erdoğan da Peres’in yalan söylediğini söyledi. Başbakan’ın İsrail Cumhurbaşkanı Peres’e, konuşmasında sarf ettiği argümanlara bakınca, ne okuduğunu ve seyrettiğini anlıyorsunuz. Bunun entelektüel besin kaynakları ne? Popüler olanla beslendiği açık. Benim için hayâl kırıklığı. “Siz öldürmeyi bilirsiniz” lafı doğru bir laf değil. Bir savaş var orada. Ve o savaşta masumlar da ölüyor. Peres’in anlattığı kendisine göre doğru. Bunları basında okumadığımız için bilmiyoruz. Tarafsız yayın yapayım dersen de buna izin vermiyorlar. Toplam azınlık sayısı kaçtır Türkiye’de? 17-20 bin arası Yahudi, 60 bin Ermeni, 10 bin civarında da Rum. 1948’de 70 bindi ama İsrail kurulunca yarısı gitti. 1980’den itibaren bu gidişler bitti. Problem Siyonizm’in şeytani ideoloji olarak algılanması En büyük şikayetleri nedir Türk Yahudi toplumunun? İki tanedir. Türk vatandaşı kabul edilmek ve antisemitizm denilen beladan kurtulmak için devletin kanunları işletmesi. Çünkü kanun var ama işlemiyor. Devlet ve toplum nezdinde duyarlılık kazanması bu konunun. Siyonizm en basit anlamıyla kendi ulus devletini kurmaya yönelik Yahudi milliyetçiliği. Sorun şu, bu devlet kurulurken o topraklardaki Filistinliler yerlerinden ediliyor. O yüzden Siyonizm kelimesine şeytani bir anlam yükleniyor. Herkesi manipule etmek isteyen bir ideoloji olarak algılanıyor. Devletin kurulmasına temel olacak hareketi böyle algılarsanız o devleti de zaten kabul etmezsiniz. Bir Amerikalı Yahudi hem Amerikan vatandaşı olup, hem İsrail’e sevgi besleyebiliyor. Ama burada bu hayâl bile edilemez bir senaryo. Burada bu ihanete girer.. Ermeniler Türkiye’nin değiştiğini sandığı için Hrant Dink suikastı oldu Peki burada yaşayan Yahudiler İsrail’e sevgi beslediğini söylemek istiyor mu gerçekten? Söyletmediklerini anlıyorum ama sanki söylemek için de büyük bir istek yok. Buna katılır mısınz? Türk Yahudisi’nin kendi kültürel geçmişini devam ettirmesini istiyorsak, ki devlet de bunu istiyor, ama bunun için İsrail’in kuruluşunu öğretmesi lazım, işte bu “Siyonist” bir kültür oluyor. Bu problem başka toplumda yok. Ermeniler’de ve Rumlar’da yok. Türk Yahudileri’ne has ve bence çözülmesi imkansız bir problem. Çözümü ancak, cemaat açısından kabul edilemeyecek bir şeyde: Tamamen asimile olacaksın ve Musa dininden çıkacaksın. Çünkü “Hem Türkiye’ye sadığım hem İsrail’e sevgi besliyorum hem Siyonistim” diyecek bir lüks yok burada. Gerçek bir istek var mı onu merak ediyorum. Çünkü azınlıklar arasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti ile en az ihtilafa düşmüş cemaat Yahudi cemaati. Şimdi bu, ya çok büyük korkuyu gösteriyor ya da aslında bunu çok istemediklerini. Çünkü söylemek istiyorsan bunu söyletmeyene kızarsın. Öyle değil mi? Doğru, Yahudiler Türk devleti açısından örnek bir cemaattir. Devletle kan davası en az olan azınlıktır. Öteki cemaatlere örnek gösterilir. Mutafyan’ın seçimlerinde bunların söylendiğini biliyoruz. Ermeniler Yahudiler’den biraz daha mı cesur isteklerini söylemek açısından? Hrant Dink cinayetini doğru biçimde yorumlamak istiyorsanız Agos Gazetesi’nin 1996’dan beri çıkışını bir strateji değişikliği olarak anlamanız lazım. O ana kadar devletle ihtilafı olmayan ama kendi içinde 1915’te neler olduğunu bilen bir cemaat, kamusal alanda bunu ifade etmeyen bir cemaat, Hrant Dink ve Agos’la bunu ifade etmeye ve talepkâr olmaya başladı. Cesaretten değil ama Türkiye’nin değiştiğini sandığını için. Ama Türkiye değişmemişti ve o illüzyondu. Ve bunun maalesef 19 Ocak 2007’de illüzyon olduğunu gösterdi. Onların zımnen talep ettikleri 1915’in soykırım olarak kabul edilmesi. Bunun için devletle ihtilafa girdiler. Devlet açısından kabul edilemeyecek bir pozisyon. Dolayısıyla onların problemi kendi taleplerinden dolayı “uslu çocuk” olmadıkları için çıkan bir problem. Yahudilerinki ise “Biz uslu uslu oturuyorduk, bir şey yapmadık ama herkes bize, dinimize küfür ediyor. Devlete hizmet ettik, hep de edeceğiz bizim sorunumuzu çözün, antisemitizmi önleyin” diyor. Önleyemiyorlar çünkü 72 milyonluk memlekette 17 bin kişilik cemaat zurnanın son deliği. 1.5 milyon Yahudi olsaydı durum böyle olmazdı. Erdoğan’ın çıkışı Yahudiler’i hayâl kırıklığına uğrattı Azınlıklar birbirlerini sever mi, kendi aralarında anlaşırlar mı? Görünürde anlaşır ama bence gerçek öyle değil. Siyasi stratejilerinden dolayı anlaşamıyorlar 1996’dan beri.. Biri devlete hizmet ediyor. Diğerinin 1996’dan beri öyle bir gayreti yok. Dahası Yahudiler devlete hizmet ederek tekere çomak sokuyor bir yerde. Bütün lobilerde var, bir yerde karar tasarıların geçmesini engelliyor. Ermeni toplumunun haklı olarak bir kızgınlığı var. Çünkü Yahudiler’in bakışı “Ne yapalım onlar kavga etmek istiyor, etsinler, bize ne?” Ermeniler müttefik arıyor. Bugün Yahudi cemaatinin sorununu paylaşır onlar, Yahudiler ise müttefik aramıyor. Çünkü en büyük müttefikleri devlet. Tarih boyunca da bu böyle olmuş. Hayatta kalma mücadelesi bu. O halde şu an çok kırgın olmalılar. Şu an yaşanan beklenmiyordu. Tayyip Erdoğan’ın böyle sert çıkışı hayâl kırıklığı yarattı. Yahudi Cemaati’nin artık biraz ses çıkarması gerektiğini düşünüyor musunuz? Geçen sene Bensiyon Pinto Bey’in bir kitabı çıktı. Orada Ankara’ya, topluma bir şikayet var. “Türk Yahudileri’ni Türk kabul etmiyorsunuz” diyor. Buna şimdiye kadar rastlanmamıştı. Türk Yahudi toplumu kamusal alanda hiç şikayet etmemişti. Üstelik bunu uzun süre devlete hizmet etmiş biri yapıyor. İkincisi, Leyla Navaro’nun Radikal’de çıkan yazısı. Üçüncüsü Amerikan sivil toplum kuruluşlarının bir araya gelerek Türk Yahudileri’ni korumaya yönelik, Başbakan’ın lisanına yönelik şikayet var. Ben bütün bunları “Yeter artık, üstümüze çok geldiniz” diye yorumluyorum. Şikayet etmeye başladık. Ve bence bu mesaj algılandı. Bütün bunlar bence kırılma noktası. Ama çok da umutlanmamak lazım. Bir-iki şikayet edersin, sonra biri çıkıp kulağını çeker ve “Sen de mi Brütüs!” diyebilir. Rıfat Bali kimdir? Rıfat Bali 1948 yılında İstanbul’da doğdu. Saint Michel ve Saint Benoit okullarında orta ve lise eğitimini tamamladı. 2001 yılında Sorbonne Üniversitesi’ne bağlı Ecole Pratique des Hautes Etudes’den mezun oldu. 1996 yılından bu yana başta Yahudiler olmak üzere gayrimüslim azınlıklar, antisemitizm, komplo teorileri, Türk toplumunun kültürel ve sosyal değişimi, dönmeler konularında araştırma ve yayın yapıyor. Osmanlı-Türk Sefarad Kültürü Araştırma Merkezi üyesi olan Bali, halen Sorbonne Üniversitesi’nde araştırmalarına devam ediyor.