Eski Başbakan Yardımcısı, AKP Ankara Milletvekili Yalçın Akdoğan, “Bu örgüte habis ur, zombi, istihbarat ve şer şebekesi diyen, tabiri caizse bu FETÖ vampirinin göğsüne yağlı kazığı sokan benim” dedi.
"Ergenekon ve Balyoz davalarıyla ilgili 'FETÖ’cülerin darbeci anlayışla hesaplaşma fırsatını da heba ettiğini" Akdoğan, “AK Partili FETÖ’cüler söyleminin biraz da fitne çıkarmaya yönelik başka bir oyun olduğunu da düşünüyorum. Bunlardan bir kısmı kendi ayrıldı partiden, bir kısmı tasfiye edildi” ifadesini kullandı.
Star gazetesinden Fadime Özkan’ın sorularını yanıtlayan (14 Kasım 2016) Akdoğan’ın açıklamaları şöyle:
Cumhurbaşkanımız diyor ki, “FETÖ ile mücadelede beni sadece halkım anladı, partim, çalışma arkadaşlarım anlamadı.” Bunun hem serzeniş boyutu var, hem tanımlama gücü. Buna sebep nedir, olan nedir? Neden halk anladı da yol arkadaşları anlamadı?
Şöyle bakalım, ortada bir tehdit var, Tayyip Erdoğan da bu tehdidi görüyor ve bir refleks ortaya koyuyor, büyük bir mücadele başlatıyor. Bu mücadelede tehlikenin çok kapsamlı olduğu, her tarafa yayıldığı anlaşılıyor. Bütün kurumlarca bütün siyasi partilerce, sivil toplum ve medyaca mücadelenin topyekûn verilmesi gerekiyor. Tayyip Erdoğan’ın oradaki aslında sitemi bu mücadelenin topyekûn bir mücadeleye dönüşememesidir. Devletin bütün kurumlarının elini taşın altına koymamasıdır sorun. Sadece AK Parti ye dönükte düşünmemek lazım bu eleştiriyi. Maalesef herkes bu mücadelede sınıfta kaldı. 17 Aralık vs. çok yanlış bir şekilde Tayyip Erdoğan, ailesi ve yakın çevresine yönelik bir saldırı gibi algılandı. Şu anlaşılamıyordu: burada devrilmeye çalışılan bir kişi değil, bir parti ve bir devlettir. Ben de o süreçte bunu yazmıştım. Bunun gereği o zaman yapılmadı, devlet, siyaset kurumu, medya hiç biri mücadele sürecine yeterince müdahil olmadı.
Neden olmadı?
Bu tehlike tam olarak anlaşılmadı bence, siyasi düzlemde yürütülen mevzi bir kavga gibi algılandı veya iktidar mücadelesinin zaten parçası olan bir kavga olarak algılandı; topyekûn devlete yönelik bir saldırı olduğu sonradan anlaşıldı. Herkes farklı gerekçelerle, farklı maslahatlarla, farklı endişelerle hareket etti. Kim korktu zarar görmeyeyim dedi, kimi tehlikeyi anlamadı, kimi gerilim olmasın istedi, kimi sorunun büyüklüğü karşısında ürktü kafasını kuma gömdü… AK Parti içinde bazı kişilerin yerel dinamikleri düşünerek daha pasif kaldığı belki söylenebilir ama bunu partimize yönelik yaygın bir tutum gibi algılamamak gerekir. Neticede bu bir neşter vurmayı gerektiriyor, bir hesaplaşma içine girmek gerekiyordu. Radikal şekilde ilişkileri yeniden dizayn etmek kolay değil, yerel bazda herkes bunu yapamamış olabilir. Burada tabi şu da var; bir gaziyi ziyarete gittim 15 Temmuz’da, bizde eşimle senden bahsediyorduk dediler, “bu bakan seçim süreçlerinde sürekli FETÖ, Paralel deyip duruyor bu da abartıyor, lüzumsuz takıntı yapıyor” diyorlarmış benim için. ‘Sonra baktık ki haklı çıktınız, boşa konuşmuyormuşsunuz’ dediler. Böyle bir psikoloji vardı o dönemde. Cemaate kafayı takmışlar, başka mesele yok gibi bunu konuşup duruyorlar deniliyordu bizim için.
15 Temmuz olmasaydı FETÖ tehlikesini anlamak mümkün değil miydi hakikaten? Bu mücadele yeterince, gereğince yürütülemeyecek miydi yani?
Durumun vahameti tam olarak anlaşılmış oldu 15 Temmuz ile. Tüm millete bir saldırının olduğu anlaşıldı ve birlik beraberlik içinde hareket edilmesi gerektiği ortaya çıktı. Mesela CHP ilk defa 15 Temmuz’da tavır takındı bunlara karşı. Meclisteki tüm partilere, vekillere yönelik, yani hepimize bir saldırı oldu, böyle bir anlayış ortaya çıkmış oldu. FETÖ konusunda hükümet zaten 3-4 yıldır bir mücadele içerisinde, bu kitabı da aslında ben 15 Temmuz’dan önce yazdım. FETÖ konusunda bizim biraz daha fazla efor sarf etmemiz gerekir diye. Bazı devlet kurumlarında ki tasfiyeler bu kadar kolay olmayabilirdi. Bu süreçte biraz daha büyük bir farkındalık meydana gelmiş oldu. Bunların ne kadar hain, satılmış, katil, sinsi ve habis bir örgüt olduğu daha iyi anlaşıldı. CHP gibi PDY diyemeyenler bile FETÖ demeye başladılar.
15 Temmuz’da darbe-işgal girişimi oldu, 16 Temmuz’da HSYK toplandı ve 2000’den fazla FETÖ’cü hakim-savcıyı açığa aldı. Pek çok kamu kurum ve kuruluşunda benzer süreçler hızla yaşandı. Anlıyoruz ki devlet FETÖ’ye karşı önemli bir hazırlık yapmış ama çeşitli sebeplerle harekete geçilememiş. Darbe girişimi somut gerekçe verdi. Sizce de böyle mi?
Sarsıcı bir etki yarattı. İnsanlar bu kadar radikal bir hesaplaşma içerisine girmeyi göze alamıyorlardı. Bu silahlı kuvvetler için de geçerli, diğer kurumlar için de. Pandoranın kutusu aman açılmasın, açılırsa baş edemeyiz yönetilmez diye düşünceler vardı, ve bu düşünceler mücadeleyi ağırlaştırıyordu. Ama artık olan oldu, burada pasif durmak tamamen kayıptır, karşı taraf sana saldırıyor, yok etmeye çalışıyor.
Parti ve halk kavrayışına dönmek isterim. İcraatın başı, Başbakan iken Erdoğan çalışma ekibine, devlet üst düzey görevlilerine anlatıyor gerekli desteği alamıyor ama aynı adam tek başına meydanlara çıkıp halkla neredeyse göz göze gelerek aynı şeyi anlatıyor ve halk bunu anlıyor. Bu nasıl oluyor?
Bu güvenoyu alması demektir. O süreçte 17-25 Aralık süreci, Sayın Cumhurbaşkanı ile ilgili birçok şey iddia edildi, uydurma konuşmalar. Bunları muhalefete servis ettiler ve muhalefet bunları kullandı. Bütün o iddialara rağmen hem yerel seçimde hem Cumhurbaşkanlığı seçiminde halkın oyu şu anlama gelir; halk meseleyi anladı ve Tayyip Erdoğan’a güvenoyu verdi.
Halk nasıl anladı?
Tayyip Erdoğan’a duyulan güvenden kaynaklanıyor bence. Halk bir oyun olduğunu, Tayyip Erdoğan’ı devirerek başka bir şey elde etmek istediklerini anladı. Biz bu süreçte yargı darbesi dedik bir takım başka şeyler dedik, tam olarak algılanmamış olabilir ama dış kaynaklı bir oyun oynandığı konusunda halkta bir kanaat şekillendi ve Tayyip Erdoğan’a duyulan güvenle bir şekilde vatandaş kirli oyunu fark etti.
Halkın anladığını siyasilerin, bürokratların anlamaması tuhaf değil mi?
Burada dediğim gibi çok farklı sebepler, gerekçeler var. Belki kişisel ilişkileri aşamama durumu ya da müdahale edersek başımıza açılacak daha büyük meseleyi çözemeyiz kaygısı, anlasa bile bazı siyasileri durdurmuş olabilir.
Şununla ilgili olabilir mi? Devlete siyasete sızan bir işgal-terör örgütünden bahsediyoruz. Dolayısıyla FETÖ ile mücadele etmesi gereken mekanizmaları kilitlemiş, mesaj kırıcı bir etki üretmiş olabilirler mi?
Evet temizlenememişti. Onların da bu süreçte etkisi olabilir ama AK Parti olarak bakacak olursak, kongrelerde teşkilatlarda bir çaba ortaya konuldu. Bir kısmı kendi istifa etti, bir kısmı kongrelerle tasfiye edildi. AK Parti sürecin içerisinde oldu ama bunlarla yerel düzeyde göğüs göğüse mücadele vermek konusunda eksiklikler olabilir, bu kısımda siyasi kaygılar söz konusu olmuş olabilir.
Şu anda AK Parti FETÖ’den temizlendi mi? Halk şunu bekliyor; tamam askeriye temizlensin, emniyet, yargı temizlensin, devlet temizlensin. Ya siyaset ne zaman temizlenecek? Kandırılıyor muyuz gibi bir düşünce de var.
İç içe geçmiş halkalar şeklinde suçlar var. Bir darbeciler var. İki, bir takım suçlara karışanlar var, kumpas kuranlar, bir sürü insanı ceza evine dolduranlar, şantaj yapanlar, dinleme yapanlar. Üçüncüsü de bu örgütün hiyerarşik yapısı içinde imamları, bölge sorumluları, organik ilişki içinde olan kişiler var. Bir de bunların insan havuzu var, adam devşirdikleri bir şey var. Bu yapılar içerisine bakıldığında AK Partililerin bu halkaların içerisinde olduğu kanaatinde değilim. Darbeci, suça karışan veya örgütün o hiyerarşik yapısı içerisinde olan, bu halkalarda bulunduğunu düşünmüyorum. Bu mağduriyet edebiyatı ve AK Partili FETÖ’cüler söyleminin biraz da fitne çıkarmaya yönelik başka bir oyun olduğunu da düşünüyorum. Şöyle bir şey olabilir; Bunlardan bir kısmı kendi ayrıldı AK Parti’den, bir kısmı da tasfiye edildi. AK Parti içerisinde bu işlere karışan önemli pozisyondan kimse olduğu düşünmüyorum ama bunlarla mücadele edilirken daha pasif kalan, onlarla kişisel ilişki içerisinde olan kişiler olabilir. Bunların da bu sürece uygun olarak biraz daha geride durması gerekir. Yoksa onların Fetö’cü olduğu anlamına gelmez bu.
17-25 Aralık öncesi ve sonrası süreçte FETÖ’cü isimler AK Parti’den gösterişli bir biçimde ayrıldı. Muhalefete yöneldi FETÖ ve CHP FETÖ tezlerini, kumpas kasetlerini vs Meclis’e soktu, grup toplantılarında kullandı. Muhalefet partilerinde halihazırda bir FETÖ yapılanması ya da etkisi görüyor musunuz?
FETÖ’cü oldukları anlamına gelmese de bir kullanılma durumu olduğunu düşünüyorum. Medyada, siyaset kurumlarında FETÖ’cülerin kullandığı kişiler ve kurumlar olduğu kanaatindeyim. FETÖ’cü olmamakla birlikte onun amaçlarına hizmet eden, değerlerine su taşıyan bir şekilde onların verdikleri malzemelerle siyaset yapan kişiler ve kurumlar olduğu anlaşılıyor.
CHP tam aksini iddia ediyor?
Burada tabi CHP, AK Parti kendini kullandırttı, onları kullandı, iş birliği içerisine girdi diyor biz de tam tersi CHP örgütün kullandığı siyasi partidir diyoruz. Bugün FETÖ olarak adlandırdığımız örgütün, bir casusluk şebekesi, bir terör örgütü olduğu anlaşılmıştır.
Bu kategorizasyonda kriteriniz nedir?
Manevi çalışmalar yürüten bir cemaat olmadığı ortaya çıktı ve devlet kurumlarına saldırmaya başladı. Devletin onlarla mücadele ettiği süreçte kimin nasıl tavır takındığı belirleyicidir. Daha önce CHP de cemaat diyordu, AK Partililer de cemaat diyordu. Bunların gerçek yüzü ortaya çıktığı ve bir kavga başladığı zaman, sen nerede durdun, o önemli. Mücadele sürecinde kimin pasif kaldığının ve kendini kullandırttığının bence bir değeri var. Bunlar ihanet adımı attı dedik. Mesela MİT tırları meselesi açık bir ihanet, Türkiye’yi teröristlere yardım eden bir ülke gibi göstermeye çalışıyor. Şimdi bu operasyonu yapanlar, bunun medya ayağında destekçiliğini yapanlar, siyaset alanında sözcülüğünü yapanlar, bu suçun parçası değiller mi? Bu şekilde baktığımızda CHP hala bunları siyasette kullanıyor. 17 Aralık iddialarında MİT tırları ile ilgili iddialarda ve ihanet adımlarının hepsinde CHP bunların siyasetini yaptı. FETÖ’nün siyasi sözcülüğünü CHP yaptı.
Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı FETÖ-PYD çatı iddianamesinde FETÖnün yapısal tarihini 1966’dan başlatıyor. 40 yıllık bir örgüt yapılanmasından bahsediyoruz yani. Ama AK Parti 2002’den beri de Türkiye’yi yönetiyor. İki yapı yükseliyor bu süreçte, biri siyasi ve meşru, diğeri gayri meşru ve muğlak. Ama birlikte yürünen bir yol var, “ne istediler de vermedik” var. O süreç nasıl yaşandı, kronoloji nasıl çakıştı ve ayrıştı?
Ne istediler de vermedik sözü “Her istediklerini verdik veya bunlarla birebir bir pazarlık içindeydik” anlamına gelmez. Bu aslında tepkisel bir sözdür, “siz sivil toplum alanında sivil alanda bir organizasyonsanız legal çerçevede hangi amacınıza ulaşamadınız? Legal sivil alanda faaliyet yapmak neyinize yetmiyor” anlamında…
2012’de Yasin Doğan müstearıyla Yeni Şafak’ta yazdığınız yazıda “her türlü oyunun farkındayız” diyor ve “AK Parti ve Gülen hareketi sadece gönül birlikteliği değil güç birlikteliği de yapıyor, fitne çıkarmaya çalışanlar sadece AK Parti’ye değil Türkiye’ye de zarar verir” diyorsunuz?
2012 başındaki ortamı düşünmek lazım. MİT müsteşarına dönük bir saldırı var. Ben de diyorum ki, “bakın bu, büyük bir fitneye kapı açar, siz burada bir savaş başlatıyorsunuz. Bu zarar verir, önce insanlar psikolojik sıkıntı yaşar diyorum. Kim o insanlar? Diyelim ki o dönem cemaatin tabanında AK Partiye oy veren insanlar var. Bu insanlar Tayyip Erdoğan’ı seviyorlar hem de o cemaat bağlantısından dolayı Fetullah Gülen’i seviyorlar. Şimdi bu adamlar psikolojik travma yaşayacaklar. Siz burada doğrudan bir siyaset mühendisliği içerisine giriyorsunuz...”
Bunu Cemaate mi söylüyorsunuz?
MİT müsteşarına saldırının arkasındaki gücü sorgulayan, bunun habis bir anlayış olacağını, Türkiye’ye zarar vereceğini sorgulayan bir yazı o.
Cemaat diye bilinen yapıya bir uyarı, öyle mi?
Tabi o dönemde cemaat gibi görülen oluşumun içinden bu operasyonları çevirenlere yapılmış bir uyarı. Bak burada yanlış bir kulvara girdiniz, bu Türkiye’ye de çok zarar verir’ diyorum. Çok tehlikeli bir şeye kapı açmaktır. Burada siyaset mühendisliği yapmak veya MİT’i hedefe koymak meselesini sorgulayan bir yazı bu. Yanlış bir iş var, Türkiye’ye zarar verecek bir şeyler yapılıyor, bunu kim yapıyor? Cemaat isen sen böyle bir iş yapmaman lazım, cemaatin içindense yapıyorsa hangi amaca hizmet ediyor ve kim bunlar?
Bugünden düne bakınca Gülen yapılanmasının ne olduğuna, kimler tarafından kullanıldığına dair algılamanın sorgulamanın ilk evreleri gibi görünüyor ama sizin kronolojiniz nasıl oluşuyor?
Bugünden baktığımızda benim kanaatim 60’lar, 70’ler, 80’ler den beri istihbarat şebekesi gibi kurgulandığı, anahtar teslim bir fabrika gibi kurgulandığı kanaatindeyim. Yani bunlar başından beri buralara gelmek için devletin içine sızmışlar. Maneviyatı bir kamuflaj olarak kullanmışlar, gelinen nokta aslında bu. Ama o güne baktığımızda farklı şeyler ön planda; okullar, İstiklal Marşı okuyan yabancı ülkelerin çocukları vs. ama bugün geldiğimizde böyle bir kanaat ortaya çıkıyor. Ve bunları geriye doğru okuduğumuzda birçok karanlık işin içinde oldukları sadece AK Parti döneminde değil belki daha önce ki süreçlerde de devlet gücünü kullanarak devlete operasyon çekmeye başladıkları görülüyor.
Başka bir devletin istihbarat örgütünün aklını elini gücünü mü görüyorsunuz FETÖ’de?
Tabi bir istihbarat örgütü nasıl dizayn edilmişse bunlar da öyle bir kurgulanmış. Türkiye’de diyelim MİT nasıl kurgulanmışsa bunlar da o şekilde bir yapılanmaya girmiştir. İletişim ağı, çalışma şekilleri, haberleşme yöntemleri her şey ona göre kurgulanmış. Bu kadar sinsi bir yapı olması zaten onu gösteriyor. Abi kardeş birbirini bilmiyor, eşler birbirini bilmiyor. Bu kadar sinsi bir yapılanma ancak o kadar profesyonel bir örgütlenme tarzı ile kurulabilir. Bu dış bağlantıyı gösteren bir faktör, ayrıca 150 ülkede faaliyet gösterebilmeleri de bu dış organizasyonu gösteriyor. Bunların zaten Türkiye’den kalkıp bu kadar kolaylıkla kapılar açılarak iş yapmaları öyle kolay değil. Ayrıca FETÖ sadece Türkiye’de casusluk şebekesi olarak kullanılmamışlar, o ülkelerde de aynı faaliyetleri yapıyorlar. O ülkelerde de iktidarları dinliyor, tapeler, şantajlar, güç elde etme, sızma yapılıyordur.
FETÖ’nün bu anlamda sahibi kim?
Bu örgütler istihbarat örgütleri veya küresel güç odakları tarafından kullanılıyor diye baktığımızda görünen devletlerin, hükümetlerin her şeyi bilemeyebildiğini, belli servislerin, ülkeleri aşan güçlerin, lobilerin, örtülü operasyon yapan kimi yapılanmaların bunları şekillendirebildiği söylenebilir. Amerika’yı yöneten güç kimdir diye sorduğunuzda bununla ilgili de bir sürü spekülasyonlar yapılabilir. Sadece bir hükümet bütün dünyayı yönetiyor gibi bakmak doğru değil. Bu kadar yaygın bir sinsi yapıyı ancak derin devletler veya ulus-üstü şer yapılanmalar kullanabilir.
Dalga dalga gelen bir süreçti. Önce emniyet boşalmış. Sonra askerlere yönelik saldırılar operasyonlar oldu. Ergenekon, Balyoz, casusluk...
Sonraki süreçlerde Cumhurbaşkanımızın da tepkisi ortaya çıktı. Ama doğrudan ilk müdahale MİT müsteşarına dönüktü. Onun bir hafta öncesinde eski Genelkurmay Başkanı tutuklandı. Orada artık aleni bir savaş pozisyonu aldıkları görülüyor. 2010’da referandum da belli bir güce ulaştıklarını düşündüler. Yargıda, diğer kurumlarda 2011’de AK Parti iktidara gelince bence bunların düğmesine basıldı. Ondan sonra bu hadiseler üst üste gelmeye başladı. Sayın Cumhurbaşkanının o dönemde dershane hamlesi bunların çok aleni bir şekilde savaş pozisyonu almasına sebep oldu. Beddualar vs. 2013 sonu Kasım ayında zaten Cumhurbaşkanımız dershane yasasının Meclis’e geleceğini söyledi, hemen arkasından, yaklaşık bir hafta sonra 2004 MGK’sıyla ilgili cemaatleri bitirme planı vs haberleri yaptırıldı. 17 Aralık darbe girişiminden üç hafta önce bu hamlenin yapılması hem cemaatleri hükümete karşı kışkırtma, hem de darbeye zemin hazırlama amacı taşıyordu.
Herkes bu derece böyle algılamadığı için de mücadele gevşedi tabi...
Ne kadar gereğini yaptı o ayrı bir şey ama çıkıp da rüzgarın tersine konuşan bir iki kişi vardı. Bunlar nihayetinde hükümetin pozisyonunu savunan ve örgütün hamlelerini eleştiren kişilerdi, ancak cemaat tabanına yönelik endişeleri aşamıyorlardı. Bu manevi bir çalışma burada bir sorumluluk var, anlamında bir duygusal refleks ile hareket ettikleri zamanlar var, bir de açık bir şekilde madem hükümet tavır aldı biz de tavır alıyoruz şeklinde pozisyon aldıkları durumlar var. Konu netleştikçe saflar da daha belirgin şekilde ayrıştı.
Siz durumu ilk fark eden ve tavır takınanlardansınız?
O süreçte tehlikeye işaret edip sorumluluk çağrısı yapan ve örgüte karşı net tavır takınanların başında geldiğim söylenebilir. Bu örgüte habis ur diyen, zombi diyen, istihbarat ve şer şebekesi diyen, tabiri caizse bu FETÖ vampirinin göğsüne yağlı kazığı sokan benim. Bunlarda bunun farkındalar ve o yüzden 17 Aralık’tan önce bana saldırdılar. Bir takım iddialar falan.
2010 referandumuyla birlikte HSYK’da yapılandığı ve yüksek yargı dahil yargıyı tamamen ele geçirdiği anlaşılıyor. Ama öncesi de olmuş. Hükümetin 2004 MGK’sında dönemin Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök tarafından uyarıldığı ama bunun dikkate alınmadığı beyanları oldu?
2004 meselesi şu; 2002 AK Parti iktidara gelmiş, 28 Şubat sürecinin devamı olan o laikçi zihniyet refah partisine nasıl tahammül edemiyorsa AK Partiye de tahammül edemiyor. Ve AK Partiyi biz bir kaç ayda deviririz anlayışı vardı. O dönemde gündeme getirilen şey toplumsal alandaki dindarlaşma sorunudur. Yani irtica yaygarası kurumların içerisindekilere yönelik değil daha çok toplumsal kesime dönük bir irtica iddiasıydı. Din ile ilgili bir sorunu var ve bütün bunların siyasi uzantısı olarak AK Parti görülüyor hedefe konulan AK Parti oluyor. O dönemde ki hassasiyet böyle bir hassasiyet. Bu FETÖ’ye dönük bir hassasiyet olmaktan öte bütün muhafazakar kesime dönük ve onun temsilcisi AK Partiye dönük bir şeydir. Orada AK Parti’nin manevi çalışmalar yürüten cemaatlere savaş açması intihar anlamına gelir kendi ayağına sıkmak anlamına gelir. Bu başka bir şeydir. Bu yüzden 2004’te psikolojisini doğru anlamak lazım.
FETÖ özelinde cemaati değil, tüm dindarları hedefe koyan bir yaklaşım vardı?
TSK içerisinde FETÖ’cüler temizlenecekse bunun zemini MGK değildir, YAŞ’tır. YAŞ’ta getirilmiş FETÖ’cüler atılmak istenmiş de hükümet engel mi olmuştur? Hükümet şerh koydu o da namaz kılıyor, oruç tutuyor vs. diye farklı cemaatlerin içerisindeki kişilere dönük şeyler yaptı. Yani atılmayı engelleyemiyorsun. Zaten Başbakan, Savunma Bakanı iki kişi var, dosyaları asker hazırlıyor. Asker getiriyor, sen aklına yatmıyorsa şerh koşuyorsun. Yani temizlik yapmayı engelleyen bir mekanizma değil bu. Peki sen YAŞ’ta bunları mı gündeme getirdin? Atsaydın o zaman o adamları. O dönem hatırlıyorum her YAŞ bir gerilim konusuydu. Yani İmam Hatip’te kız başını örtmüş, Kur’an kursu açılmış diye toplumsal alandaki dindarlık ile kavga etmek yerine askerin içerisindeki bu adamlarla uğraşsalardı ve bunları dindar diye değil, bunlar casustur, örgütçüdür diye kodlasalardı ve o şekilde bunların gereğini yapsalardı.
Özkök‘ün “Cemaat takip edilmezse bu işin sonu kötü olacak, inanılmaz bir hareket kabiliyetine kavuştu. Niyetin değişmesi bir gün sürer” gibi bir ifadesi olmuş MGK’da. Aslında FETÖ’yü doğru kavramış gibi görünüyor ama bugün mü böyle konuşuyor yoksa bu sarih bakış o zaman da var mıydı?
O zaman onun gereğini yapmaları lazımdı. YAŞ’ta getirselerdi, bu kişiler böyle diye, gereğini yapsalardı. Orada bir mekanizma var bunu yapabilen, AK Parti zaten o süreçte onu engelleyemiyor. Bunu yapabilirlerdi diye düşünüyorum. O dönemde yaşanan hadiseleri biliyoruz biz, getirilen dosyalar şikayet edilen konular biraz önce bahsettiğim bağlamdaki şeyler.
Şimdi bunun gerçekliği var mı?
Asker içerisinde de bir takım çalışma grupları var, rektörlerle toplantılar var. Yani bunlar ileride güce ulaşır da darbe yapabilirler diyorsan, bu kadar öngörülüysen kendi içinde şuan da bir sürü birileri bir şeyler yapıyor. Muhtıra vermek isteyenler var bunları temizleyelim diye uyarsaydı. Darbeci anlayışa karşı olan YAŞ’ta bunları gündeme getirir, tasfiye ettirilir. O günkü darbeciler daha yakın tehlikeydi ona karşı hangi temizlik yapıldı? Darbecilik tehlikesi dini istismar edenlerden gelirse mi sorun, diğer ideolojik gruplar veya kurumun kendisi bunu yaparsa ihanet olmayacak mı?
Peki. 2007 sonrasında Özden Örnek’in günlükleriyle birlikte Sarıkız, Ayışığı gibi darbe planları çıktı ortaya. TSK içinde bir huzursuzluk ve hatta hareketlilik var. dolayısıyla bunu bertaraf etmek isterken görüldü ki Gülen yapısı kendini öne atıyor. Bu sayede devlete daha güçlü çökme imkanı bulduklarını da görüyoruz. Acaba o darbe hareketliliği de sanal bir şey miydi yoksa gerçek ve yakın tehditler miydi?
AK Parti’ye karşı bir hazımsızlık var. Baskılamaya dönük bir şey vardı. Bunlar kimi zaman hükümetin dirayetli duruşu kimi zamanda kuvvet komutanlarının dirayetli duruşu ile aşıldı. Burada Hilmi Paşa’nın da hakkını vermek lazım altta birçok fokurdama var, kaynama var, onların somut bir şekilde ortaya çıkması, bir takım neticeler alınmasına engelleyici oldu bence. Ama FETÖ’cüler bunun üzerinden bir tehdit algısı oluşturarak temizlenmeye çalışırken işi başka bir duruma getirdiler kendi adamlarının önünü açtılar ve bu FETÖ’cülerin orduyu bir şekilde etki altına alabilmek için kullandıkları bir malzemeye dönüştü ve o darbeci anlayış ile hesaplaşma fırsatını da heba ettiler.
Ben bir gözlemci olarak bütün sürece baktığımda şunu görüyorum, siz ne düşünürsünüz? Çevreden gelen ve toplumun ana gövdesini oluşturan dindar, muhafazakar kesim merkeze sokulmadı. 28 Şubat’la birlikte özellikle elendi. Ama FETÖ kendini kamufle etti ve devlete yerleşti. Ne zamanki AK Parti iktidar oldu ve devletteki klasik darbeci vesayetçiyi yapıları temizlemek istedi, sonra temizledi işte o zaman yetişmiş eleman sıkıntısı yaşadı. Bu esnada ise çok yakınında kendine benzeyen, “alnı secdeye değen insanlar gördü ve onlardan faydalandı. Bir süre sonra ise resim değişti. Olay bu mudur?
Şimdi AK Parti bir cemaat değil, cemaatimsi bir parti değil, AK Parti bir merkez partisi, kitleselleşmiş bir siyasi hareket içinde her siyasi görüşten insan var. Cemaatlere, farklı gruplara, destekleri var. Türkü, Kürdü, Alevisi, Sünnisi her kesim AK Parti’yi destekleyebiliyor. FETÖ ise AK Parti’nin sağladığı özgürlük ortamını kullandı. AK Parti’yi kullanmaktan çok, özgürlük imkanından faydalandılar. Bütün yapılar toplum grupları nasıl rahat nefes aldı ve daha önce ki o baskıcı anlayıştan, ayrımcılıktan kurtularak, belli pozisyonlarda yer bulabilme imkânına kavuştuysa bunlar da kavuştular. Yoksa AK Parti ne bunlarla bir iş birliği içerisine girdi ne de bunlarla bir koalisyon kurup bunları büyüttü.
Ergenekon, Balyozda mağdur olan insanlar “siz bizi dinlemediniz, cezalandırdınız, dolayısıyla biz haklıyız ve tepkiliyiz’ diyorlar. Bu konuda nasıl bir ayrım yapıyorsunuz?
AK Parti’ye yönelik bir tepki vardı. Bu darbeci anlayışın bir türevi idi ve bununla yargı önünde hesaplaşması gerekiyordu. Ama bu yaşadığımız süreç tam böyle olmadı, sapla samanın birbirine karıştığı, FETÖ’nün kendi mücadelesinin bir parçası olarak burada büyük haksızlıklar zulümler yapıldı. Birçok ilgisiz kişi bu işin içine çekildi ve bu iş sulandırıldı. Bunu böyle görmek lazım hiç bir şey yoktu, her şey hayaldi gibi bir kanaat yok bence.
Şimdi Türkiye FETÖ ile mücadele ediyor, hukuki idari süreçler yaşanıyor ve hali ile Ergenekon, Balyoz gibi süreçleri de yaşamış bir ülke olarak tedirginiz. Tekrar bir yanlışa düşmek riski var. Bu süreçte mesela mevcut durumda mağdur kesim oluştu ve CHP diyor ki “ben savunacağım, FETÖ mağdurları bana gelsin”, nasıl görüyorsunuz?
Ben bu şeye hiç katılmıyorum. Elbette yönetenler, yargılama yapanlar adil olmak durumundadır adaletten şaşıldığı zaman haksızlık ortaya çıkar haksızlık ortaya çıktığı zamanda o şey sürdürülemez. Bizim ahlaki ilkesel duruşumuz budur. Ama böyle baktığımızda ortada sinsi bir yapılanma var, bu mücadelenin çok keskin bir şekilde ve uzun soluklu olarak verilmesi lazım yoksa bunlar başka bir formatta başka bir şekilde reenkarne olarak benzer şeylerle tekrar karşımıza çıkar. Evet mağduriyet yaşandı peki ne zaman yaşandı? Bunların dört beş yıldır yaptıkları kumpaslarla, komplolorla yaşandı, bir sürü yuva yıkıldı, bir sürü insanın sicili bozuldu, bir sürü insanın hayatı kaydı. Bunların zulmetmediği, mağdur etmediği kimse kalmadı Türkiye’de. Öğrencilerin sorularını çaldılar, iş adamlarına şantaj yaptılar, gazetecileri dinlediler, futbol klüplerine bilmem ne yaptılar, herkese dokundular ya da zulmettiler. O insanların çocuğu yok muydu? Ailesi yok muydu? Onlar haksız bir şekilde terörist vatan haini vs. gibi iftiralara maruz kalmadılar mı? Bunların tökezlemesinin bir sebebi de yaptıkları zulümlerdir. 15 Temmuz’dan sonra da mağdur etmeye devam ettiler. Şehitler, gaziler bütün Türkiye etkilendi. Üçüncü dünya ülkesi pozisyonuna düşürdüler bizi. Darbe yapılan, darbelerle anılan bir ülke. Ekonomiye zarar verdiler. Türkiye bu işin mağdurudur burada çocuğunun bir şekilde vatan haini darbeci vs. olduğunu öğrenen anne babanın, ailenin yaşadığı mağduriyet değil bir şok. Bu nasıl olabilir diye onu kabul edememe durumudur. Ortada somut bir suç var. Senin oğlun gitmiş darbeye kalkışmış, insanları öldürmüş insanları dinlemiş, insanlara her türlü haksızlığı yapmış, bu yüzden o çevrenin yaşadıkları şoku bir mağduriyet gibi değerlendirmemek gerek. Elbette bir travma var, onlarında rehabilitasyonu gerekebilir, onların kabullenmesi de zaman alır ama sonuç ortada. Bu mağduriyeti onlara yaşatan devlet değil.
Trump’ın gelişi Türkiye ABD ile ilişkilerini nasıl etkiler?
Trump’ın başarısı, Clinton’dan önce Obama’nın ve Demokrat Hükümetin başarısızlığı anlamına geliyor. ABD’nin dünyada izlediği güvenlikçi politika ülke olarak üzerinde yükseldiği değerleri tahrip eden ve Demokratları kendi ilkelerine yabancılaştıran bir etki yaptı. Bölgemizde yaşanan darbeler, iç savaşlar, terör örgütlerinin mevzi kazanması hep bu politikanın bir yansıması, doğrudan veya dolaylı etkisi olarak görüldü. Bölgede ahlaki duruş sergileyen Türkiye ile bu ahlaki/ilkesel/demokrat hassasiyeti kaybeden Obama yönetimi arasında istenen işbirliği oluşamadı. Türk-Amerikan ilişkileri iki ülkenin sınırlarını aşan birçok boyutluluğa sahiptir. Umarız sistem kurmakta daha başarılı olan Cumhuriyetçiler son dönemde sergilenen dirayetsiz perspektiften ABD’yi kurtarırlar ve bölge halklarının iradelerine saygı duyan bir siyaset izlerler.
Gülen’in iadesi konusunda Trump yönetimi Obama yönetiminden farklı davranır mı?
Fetullahçılar özellikle Demokratların iktidara geldiği 1993’ten sonra ABD’de mevzi kazanmaya başladılar. Gülen de 1999’da Clinton döneminde ABD’de konuşlandırıldı. Hillary Clinton’un kazanması halinde bu çizgide değişiklik yapması daha zor görünüyordu. Trump ve yakın ekibi bu konuda daha duyarlı görünüyor ve Cumhuriyetçiler bu ayıbı temizleyecektir diye umuyoruz. İnşallah bu sorunun Türk-Amerikan ilişkilerini esir almasına izin vermezler. Beklentimiz terörle mücadelede temiz bir sayfa açmaları, PKK-PYD-DAİŞ-FETÖ ile mücadelede Türkiye’nin hassasiyetlerine uygun hareket etmeleridir.