42 yaşında yaşamına son veren Yargıtay'ın hem usul, hem de esas bakımından bozduğu Ergenekon'dan yargılanan Yarbay Ali Tatar'ın abisi Ahmet Tatar, TSK'daki cunta yapılanması tarafından düzenlenen darbe girişiminin ardından firar eden "Amirallere suikast" soruşturmasının savcısı Süleyman Pehlivan'a yönelik yaptığı 'teslim ol' çağrısında, "Biz senin adam gibi gelip, adil yargı karşısında hesap vermeni istiyoruz. O kadar. Sana hukuki uygulamaların dışında bir şey yapmaya kalkan olursa önce karşısına biz dikiliriz" dedi.
Cumhuriyet'ten Aykut Küçükkaya'nın Ahmet Tatar'ın mektubuna da yer verdiği haberi şöyle:
İçimde hep bir yaradır... Deniz Yarbay Ali Tatar’ı ölüme sürükleyen süreç aklıma geldiğinde acılı eşinin o günkü isyanını düşünürüm.
Tarih: 20 Aralık 2009...
Yer: Karacaahmet’teki cemevi...
Tatar ailesi, Yarbay Ali Tatar’ı son yolculuğuna uğurluyor. Acılı eş Nilüfer Tatar’ın ağzından dökülen cümleler beynimin bir kenara işlenmiş, halen çıkmıyor:
“Ey Süleyman Pehlivan. Adını hiç silmeyeceğim. Kocamın katili sensin. Rahat nefes alıyor musun?”
Bir gün öncesi... Eski Deniz Kuvvetleri Komutanları emekli oramiraller Metin Ataç ile Eşref Uğur Yiğit’e yönelik suikast girişiminde bulunduğu iddiasıyla ikinci kez gözaltına alınırken 19 Aralık 2009 akşamı intihar eden Ali Tatar ailesine şunları yazacaktı:
“...Sizlerin başını eğecek hiçbir şey yapmadım. Başınızı dik tutun. Ben, bana yapılan bu haksızlık ve hukuksuzluğu kaldıramam. Yaşadığım bu hukuksuzluk sonucu o deliğe bir daha girmektense mezara girmeyi tercih ederim. Bu şekilde ölmeyi hiç istemezdim. İnsanın kendi eliyle hayatını sonlandırmasına önce ben karşı çıkardım. Ama kader böyleymiş, hakkınızı helal edin.”
Onun elinden çıkmadı
İntiharından önce yukarıdaki satırları kaleme alan Tatar’ın ölümünün ardından “19 gün sonra” ise savcılık kayıtlarına satırı satırına şu not düşülecekti:
“Dosyada mevcut Emniyet Genel Müdürlüğü İstanbul Kriminal Polis Laboratuvarı Müdürlüğü’nün 07/01/2010 tarihli raporunda şüpheliler Faruk Akın ve Sinan Efe Noyan’ın kullandıkları ikametgâhta ele geçirilen, üzerinde ‘Alb. Tayfun Duman’dan gelecek fizibiliteye göre Uğur ve Metin Paşa’ya yapılacak operasyonun detay ve tarihlerini Levent Bektaş, Orhan Yücel Albay üzerinden iletecek. Size teslim edilen malzemeleri korunaklı bir yerde tutunuz’ şeklinde yazı bulunan notun şüpheli Ali Tatar’ın eli ürünü olmadığı belirtilmiştir. Soruşturma başlatılmasına esas alınan ihbar mektubuna konu edilen, şüpheli Tatar’ın muvazzaf teğmenler ve askeri öğrencilerin uyuşturucu satışına göz yumduğu, bu suretle uyuşturucu satışını kolaylaştırdığı iddiasını teyit eden delil ve emare bulunmadığı, bu suçla ilgili olarak hakkında kovuşturma yapılmasına yer olmadığına dair karar verilmesi gerektiği kanaatine varılmıştır.”
Ve aradan neredeyse 7 yıl geçti...
15 Temmuz’daki kanlı darbe girişiminin ardından Tatar ailesinin gözleri bir kez daha cemaat yapılanmasıyla ilgili soruşturmada hakkında gözaltı kararı bulunan Savcı Pehlivan’a çevrildi. Ailenin ağabeyi Ahmet Tatar, firari savcıya Cumhuriyet aracılığıyla seslendi. 7 yıl boyunca ‘hukuk’ çağrısı yapan aile, yine hukuktan yanaydı!..
23 yıllık meslek hayatımda beni etkileyen olaylardan birisidir Tatar ailesinin büyük acısı...
Sarı-lacivert eldiven
Nilüfer Tatar’ın çığlığını, Ağabey Tatar’ın isyanını, şimdilerde 17 yaşında olan kızı Gökçen’in “Babam için hukukçu olacağım” sözlerini gazetemde yazdım. Yıllar sonra gazeteye sarı zarf içinde bir paket geldi. Zarfı gönderen Yarbay’ın annesi Satı Tatar’dı. Zarfın içinden ne mi çıktı? Fenerbahçeli olduğumu öğrenen Anne Tatar kendi elleriyle ‘sarı-lacivert’ bir eldiven örmüştü.
O eldiven hâlâ evimde asılı!..
Ali’ye verdiğimiz söz
Adalet sistemimiz üstüne çöreklenen, kara cüppeli, Fethullah çetesinin acımasız uygulamalarının kurbanlarından biridir Yarbay Ali Tatar. Bu çetenin bir elemanı olan savcı Süleyman Pehlivan, örgütünün amaçları doğrultusunda, bilinçli olarak, elinde hukuki hiçbir somut belge-bilgi olmamasına rağmen, kardeşimin üzerine gitti. Tutuklanmasını sağladı. Hukuki bütün girişimlerimize kulaklarını tıkadı. İtirazlar sonunda serbest bırakılan kardeşim için adeta kan davası güdercesine yakalama kararı çıkarttırdı.
Bütün bu haksızlık, hukuksuzluk girdabından kurtaramadık kardeşimizi. Tüm yaşadıklarına isyan ederek Hakk’a yürümeyi seçti. Ali’nin kaybı bütün ailemizin yaşamında telafi edemeyeceğimiz büyük bir boşluk yarattı. İlk günden itibaren ya bu haksızlığı sineye çekmek ya da bu haksızlığı yapanların peşine düşmek gibi bir seçimle karşı karşıya olduğumuzu gördük. Zor olanı, Ali’nin anısına yakışanı seçtik.
O günden beri peşindeyiz, başta savcı Süleyman Pehlivan olmak üzere bütün işbirlikçilerin; bütün Fethullahçı çetenin. Açtığımız davaları boşa çıkarmak için her yola başvurdular. Sonunda ilk fırsatı yarattıklarında Süleyman Pehlivan’ı Yargıtay’a kaçırdılar. Yılmadık, peşlerini bırakmadık. Bu devranın böyle sürmeyeceğine olan inancımızı yitirmedik. Bu alçakların, bir gün mutlaka ellerinin ayaklarına dolaşacağını biliyorduk. Oldu. Hem de kendilerini en güçlü gördükleri, en ulaşılmaz gördükleri zamanda oldu.
15 Temmuz’da bütün memleket, bu çetenin karanlık yüzünü, nasıl canavarlaşabildiğini, ne kadar insanlıktan uzak ve acımasız olduğunu yaşayıp gördü. Şimdi darbe artıkları bir bir tutuklanıyor. Bir çoğu ise beklendiği üzere fareler gibi sıvışma derdine düştü. Hakkında gözaltı kararı çıkarılan Yargıtay 19. Daire üyesi Süleyman Pehlivan’da bu kaçaklar arasında. Cemaati onu yine hukuktan, adaletten kaçırıyor. Ama bu kez işleri zor. İpler, bu kez onların elinde değil. Uzun süre kaçabileceğini sanmıyorum. Er ya da geç sanık sandalyesi ile tanışacak.
Şimdi sana sesleniyorum Süleyman Pehlivan, korkma. Biz senin adam gibi gelip, adil yargı karşısında hesap vermeni istiyoruz. O kadar. Sana hukuki uygulamaların dışında bir şey yapmaya kalkan olursa önce karşısına biz dikiliriz. Bizim niyetimiz senden öç almak değil. Biz adaletin yerini bulmasını istiyoruz. Bizim Ali’ye verdiğimiz söz bu.”