Yargıdaki çatlak bugün de başka bir boyuta taşındı. YARSAV Başkanı Adalet Bakanı gölgesini yargının üstünden çeksin derken, Bakan Şahin'de YARSAV'ı siyasi bir parti gibi davranmakla suçladı. Yargıçlar ve savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu, ülkemizde son günlerde yaşanan, hukuk ve yargı sürecini yakından ilgilendiren gelişmeler konusunda açıklamalar yaptı. Eminağaoğlu, “Yargı, her türlü darbeden hesap soracaktır" dedi. Yargıtay ek binası giriş katındaki salonda düzenlediği basın toplantısında konuşan Eminağaoğlu, demokrasinin varlığı için hukuka ihtiyaç olduğunu belirterek, “Yargı da demokrasinin sigortasıdır. Bunun için yargı bağımsız olmalı, etki altında tutulmamalı, çalışma koşulları zedelenmemeli, tarafsızlığına el uzatılmamalıdır. Yargı her türlü darbeden, eli kolu ayağı bağlanmadığı sürece hesap soracaktır" diye konuştu. 'YARSAV Değil YARSAP' Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin, "Ergenekon" soruşturmasıyla ilgili, "Ben yargı süreçlerine karışmam. Yargılama faaliyeti tamamen bağımsız yargı organlarımızın yapacağı bir iştir. Adalet Bakanı olarak bu konulara ne ben ne bir başkası müdahil olamaz" dedi. Şahin, Bakanlıktan ayrılırken gazetecilerin sorularını yanıtladı. İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Aykut Cengiz Engin’in ziyaretinin nedeninin sorulması üzerine Şahin, "Başsavcı Engin’in aşağı yukarı her hafta Ankara’ya geldiğini, geçen hafta da Ankara’da olduğunu" belirterek, şunları söyledi: "Bugün de bana uğradı. İstanbul’da Adalet Bakanlığı olarak çokça yatırımlarımız var. İstinaf mahkemelerinin yeri ile ilgili. İstinaf mahkemesi yeri ile ilgili birtakım problemler vardı, onları görüştük. Teknik İşler Dairesi ile tekrar değerlendirilecek. Sadece hizmete dönük, İstanbul’un yargısal faaliyetlerle ilgili fiziki ihtiyaçlarına dönük zaman zaman görüşmeler yaparız. Bu bağlamda bir görüşmeydi." Baykal benzetmesi"Ergenekon konusu gündeme geldi mi?" sorusunu Şahin, şöyle yanıtladı: "Ben defalarca açıkladım. Ben yargı süreçlerine karışmam. Yargılama faaliyeti tamamen bağımsız yargı organlarımızın yapacağı bir iştir. Adalet Bakanı olarak bu konulara ne ben ne bir başkası müdahil olamaz. Türkiye’de kuvvetler ayrılığı ilkesi vardır. Yasama, yürütme ve yargı ayrı ayrı erklerdir, birbirlerinin işlerine karışmaz. Ben de yargının işine karışmam." Yargıçlar ve Savcılar Birliği (YARSAV) Başkanı Ömer Faruk Eminağaoğlu’nun açıklamalarının anımsatılması üzerine Şahin, şöyle konuştu: "YARSAV bilindiği gibi bir dernektir. Yargı camiamızı temsil etmemektedir. Sayın Başkan’ı ben de izledim. Bu açıklamadan sonra benim hafızam da yenilendi, o vesileyle sizlerle paylaşmak isterim. YARSAV, YARSAP haline dönüşmüştür. Yani savcılar ve yargıçlar partisi haline dönüşmüştür. Bu tür konuşmaları Sayın Deniz Baykal’dan dinliyorduk, bugün de Sayın Eminağaoğlu’ndan dinlemiş olduk." YARSAV'ın iddiaları Ülkemizde yargı için yargı darbesi nitelemeleri yapıldığını belirten YARSAV Başkanı Eminağaoğlu, şunları söyledi: “Yargı hiç kimsenin beklentilerine göre herhangi bir tarafa çekilmemelidir. Siyasi bakış ve beklentiler, yargının görevini ilgilendirmemektedir. Yargıyı kınayanlar, kendi beklentilerine uygun kararlar ortaya çıktıkça alkışlar pozisyona geçiyorlarsa, önce kendi demokrasi ve hukuk anlayışlarını sorgulamadırlar. Hakkındaki yargı süreci kesin hükümle sonuçlanana kadar herkesin suçsuz olduğu evrensel kuralı, bugün sonuçlanmamış soruşturma ve yargılamalarda medya kullanılarak yaratılan bilgi kirliliği ile herkes suçsuzluğunu ispatlama durumuna sürüklenmiş, ortaya atılan isimlerin suçluluğu konusunda önyargı yaratılmıştır. Bu, bir hukuk devletinde olmaması gereken bir durumdur." Yargıtay Onursal Cumhuriyet Başsavcısı Sabih Kanadoğlu’nun YARSAV kurucu üyesi olduğunun altını çizen Eminağaoğlu, Ergenekon soruşturmasında dalgaların devam edeceğininin altını da çizerek, “Türkiye’nin en saygın ve yaratıcı hukukçularından, ömrünü, adalete hizmet etmekle geçiren Sabih Kanadoğlu’nun yakın zamanda hukuksuzluğa uğradığı kamuoyunun bilgisindedir. Bu durum yaşanan hukuksuzluklar için ilk değildir, mevcut tablo da son da olmayacaktır" diye konuştu. 'Arama kararları devlet televizyonunda'Kanadoğlu ile ilgili arama kararının TRT’de yayınlanmasını da eleştiren Eminağaoğlu şöyle devam etti: “Arama kararları, artık arama gerçekleşmeden devlet televizyonundan duyurulur hale gelmiş, insanların evleri önünde medyanın konuşlanması için yeterli zaman dilimi beklendikten sonra, bu aramalar gerçekleştirilir olmuş, gizlilik taşıyan soruşturma bilgilerinin daha işlem yapılır yapılmaz medyanın eline geçmesi sağlanarak, medya infazları için kullanılması kural haline gelmiş, bu soruşturmaların adalet için mi yoksa bazı şovlar ve bilgi kirliliğine zemin yaratmak için mi yapılmakta olduğu soruları ciddi biçimde gündeme oturmuştur. O Kanadoğlu ki, çetelere karşı verdiği hukuk savaşımı görmezden gelinerek, ismi onların yanına konulmuş, çetelerin hukuk karşısında sınav vermesi için görevi gereği yaptığı itirazlar, çeteleri kapatmak olarak yorumlanır hale gelmiş, yaratılan cesaret ortamında Yargıtay Ceza Genel Kurulu bile verdiği kararla çetelere hizmet etmekle itham edilir duruma sürüklenmiştir. Sorumsuzca davranışlarla kamuoyunda ve ülkede yaratılan kafa karışıklıkları, hiç kimse kuşkuya kapılmasın ki yine hukuk tarafından ve hukuk yoluyla önlenecektir. Onursal Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı, Yargıtay’a suikast planları yapanlarla, Danıştay’a saldıranlarla irtibat içinde gösterilmiş, katiller yargıç ve savcıların evlerinde aranır hale gelinmiş, bu irtibatı ortaya koyan somut gerekçeler ise arama kararında her nedense görülememiştir. Bir hukuk devletinde gerekçesiz hiçbir işlem söz konusu olamaz. Kurgulara dayanarak, sosyal birliktelikler dahi bir örgüt varlığı için yeterli görülerek, tesadüfi telefon takılmaları bile, en ciddi kanıt niteliğinde sayılarak, soruşturmalar yürütülemez." 'İşkencenin yerini telefon dinleme aldı'Eminağaoğlu, Türkiye de geçmiş yıllarda işkenceler yaşandığını hatırlatarak, “Geçmişte işkenceler konusunda yaşanmayan bir şey kalmayan ülkemizde, artık telefon dinlemeleri ve ucu açık teknik izlemeler herkesin beynine geçmişteki yaşananların da ötesinde işkence niteliğinde kazınmış, başka türlü kanıt toplanmasının olanaklı olmadığı durumlarda söz konusu olabilen telefon dinleme ve izlemeleri, ilk başvurulan ve tek kanıt niteliğinde, özel yaşamı ilgilendirsin ilgilendirmesin, insanların önüne kanıt ve suçlama olarak konulan tek metin haline gelmiştir" diye konuştu. Eminağaoğlu, isim vermeden Ergenekon iddianamesinin yazımına polisin katkı yaptığını iddia ederek, şunları söyledi: “Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nden hukuk adına askeri yargıcı çıkartan Türkiye Cumhuriyeti, bu mahkemelerin yerine kurduğu geniş yetkili ağır ceza mahkemeleri ile hukukun üstünlüğü için adım atmayı amaçlamış iken, askeri yargıcın yerini bu sefer soruşturmalarda daha etkin bir biçimde polis almış, soruşturmalar polis veya jandarma bölgesi ayrımı yapılmayarak, polis her noktada kendisini etkili ve yetkili halde görmüş ve işin içine sokulmuş, Cumhuriyet savcılarının bizzat soruşturma yapmakla görevli olduğu yolundaki CMY’nın 251’nci maddesindeki kural atlanmış, yargıç ve savcı dışındaki kişilerin, bu bağlamda polislerin elde edilen evrakı inceleme yetkisi olmadığına ilişkin CMY’nın 122 nci maddesi nedense unutulmuş, soruşturmalar polisin inisiyatifinde ve etkisinde gerçekleştirilmeye başlanmış, savcılar polis olmadan bizzat yürütecekleri ve yürütmek zorunda oldukları soruşturmaları, kendi olanakları ile yapabilir duruma getirilmemiş, soruşturmalardaki tarafsızlık ciddi biçimde sarsılmıştır. Hatta mevcut olayda, Terörle Mücadele Yasası’nın 1’nci maddesini yorumlama yetkisi sadece yargı organlarına ait iken, bu maddeyi emniyet birimleri yorumlayarak, soruşturma bunun üzerine inşa edilmiş, iddianamenin bile 91, 230 ve 248 nci sayfalarında da görüldüğü üzere, polis iddianamenin yazımına doğrudan katkı yapmaktan geri bile durmamıştır. ‘Sadece Cumhuriyet savcısına bağlı’ bir adli kolluk kurmaktan ısrarla kaçan, tüm ülkelerdeki gelişmelere gözlerini kapatarak bağımsız bir Ülke Başsavcılığı kurmaktan uzak duran siyasi irade, Cumhuriyet savcısına bağlı olmayan, ancak kendisini savcı olarak niteleyerek, kendisine bağlı bir polis teşkilatıyla bu soruşturmaların yürütülmesini sağlamış, kendisine karşı işlendiği ileri sürülen olayları neredeyse kendisi sorgular hale gelmiştir." 'Dinlemenin başında Başbakan var'Eminağaoğlu, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’nın görevleri arasında Başbakan’a bilgi vermek de olduğunu belirterek, “Tüm adli dinlemeler yürütme organı karşısında hiçbir kurumsal güvencesi olmayan ve tüm faaliyetlerinden derhal Başbakan’a bilgi vermekle görevlendirilen, kuruluşu bir reform nitelemesiyle sunulan Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı’na devredilmiş, siyasi iktidar ileride atılacak soruşturma adımlarını ima ve beyanlarla, sürecin doğrudan içerisinde yer almaktan geri durmamıştır. Bu durum soruşturmaların yönlendirme içinde yapılıp yapılmadığı sorularını ciddi biçimde gündeme taşımıştır" diye konuştu. Yapılan gözaltı, arama, yakalama, tutuklama koşul ve yöntemleri konusunda Ceza Muhakemesi Yasası’ndaki kurallar yerine, yeni fiili uygulamalar yaratılarak, insan hakları ihlallerinin en üst düzeyde ortaya çıktığını da iddia eden Eminağaoğlu, “Bir hukuk devletinde esas olan insan haklarıdır ve soruşturmalarda insan hakları ihlal edilerek değil, korunarak yürütülmeli, bu duruma en üst düzeyde özen gösterilmelidir. Darbe, militarizm, YÖK, MGK, laik hukuk karşıtlığı söylemleri; medyanın soruşturmayı göklere çıkarmasına neden olmuş, ancak hukuk devletinin kuralları hiçe sayılmıştır. Darbe ve militarizm karşıtlığı başka bir şey, yaşananlar ise bir başka şey olmuştur" dedi. ‘70 milyon insana terör şüphesi kararı 'Konuşmasında, Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi’nin tüm Türkiye’yi izleme yönünde Emniyet Genel Müdürlüğü ve MİT’e verdiği izleme kararlarına da değinen Eminağaoğlu şöyle devam eti: “70 milyonun terör şüphesi içinde görülmesi demektir. Bu durum, bir hukuk devleti olan Türkiye Cumhuriyeti’nde değil, ancak bir polis devleti ve dikta yönetiminde söz konusu olabilir. 70 milyon izleme kapsamına sokularak, istenilen herkes için irtibat ve takip sağlayacak bilgiler toplanmış, bizzat savcının yapması gereken bu soruşturma 70 milyonun izlendiği kararlarla yönlendirilmiş, böyle bir cesaret ortamının içinde görev yapan polis, soruşturmanın sahibi olarak kendisini görmeye başlamış ve bu merkezde çalışmalarını yürütmüştür. Bu anlayış, kanıt olarak kullanılamayacak istihbari dinlemelerin bile, sonuçta bir yargı kararıyla kanıt sayılması talebine kadar gitmiş, böyle bir talebin hukuk adına reddi gerekirken bu çalışma ortamında polisin istekleri, Ülkemizdeki darbe karşıtlığı duyarlılığından yararlanılarak bu yoldaki söylemlerin coşkusu altında kamuoyu desteği yaratılarak, yargı organları noter pozisyonuna sokulmak istenmiştir. Süreçte yapılması gereken, iktidara karşı darbe iddiasını içeren soruşturmanın iktidara bağlı ve güvencesiz ve yürütmenin memuru polisler eliyle yürütülmesinin örneğinin yaşanmadığı, bunun hukuk tarihinde hukuk yoluyla iktidar darbelerini yarattığı gerçeği karşısında, etki altında kalmadan, tarafsız bir soruşturmanın yürütülmesi için yeterince Cumhuriyet savcısının sadece bu soruşturmayla görevlendirilmesi, soruşturmanın yasa hükmü uyarınca bizzat Cumhuriyet savcıları tarafından yürütülmesinin sağlanması, bu konuda Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun kararname ya da yetkilendirme ile işlem yapması, Telekomünikasyon İletişim Başkanlığı ile ilgili yasanın bir an önce anayasal denetim sürecinin sonuçlanması, polisin CMY’ndaki konumu içinde tutulması, siyasi iradenin etkisini yaratabilecek etkenlerin ortadan kaldırılması, Adalet Bakanı’nın yargı üzerinden elini çekmesidir. Türk yargısı, iktidar sahipleri ve güç grupları tarafından gerekmediğinde yok saydıkları, gerek duyduklarında ise kullanmaya çalıştıkları bir araç değildir. Yargının bağımsızlığına sürekli/aşırı müdahale etmek ve yargıyı kendi çıkarlarına uygun ve güdümlü hale getirmek isteyenler ve ortakları bilmelidirler ki, Ergenekon, güdümlü yargı yaratmanın izdüşümü olmayacaktır. Cumhuriyetin yargıç ve savcıları buna izin vermeyecektir.