Yargıtay, Başbakan Tayyip Erdoğan’ın Taraf’ın eski Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’a, 2012 yılında yazdığı “Alaturkalık” başlıklı yazısı dolayısıyla açtığı hakaret davasında verilen tazminat kararını bozdu.
Bozma kararında, “Davacı Türkiye cumhuriyeti Başbakanı olarak eleştiri ağır dahi olsa eleştirilere olağandan daha fazla katlanabilmelidir” diyerek Altan’ın yazısını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdi.
Taraf gazetesinden Sümeyra Tansel'in haberine göre, Yargıtay, Ahmet Altan ve Taraf gazetesine Ankara 20. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen 15 bin liralık manevi tazminat kararını Altan’ın avukatı Veysel Ok’un temyiz başvurusu üzerine bozdu. Yargıtay kararın bozma gerekçesinde basın özgürlüğüne vurgu yapıldı ve şu ifadeler kullanıldı:
"Basın özgürlüğünün kapsamı demokrasiyle yakın ilişkisinin sonucu olarak bir dereceye kadar abartıya ve sert eleştiriye izin verecek şekilde geniş yorumlanmalıdır. Davanın tarafları siyasetçi ve basındır. Dolayısıyla sert ve yoğun eleştiriye katlanma yükümlülüğü söz konusudur. Davacı Türkiye cumhuriyeti Başbakanı olarak eleştiri ağır dahi olsa eleştirilere olağandan daha fazla katlanabilmelidir. Buna göre yazının içeriğinden yazılanların ifade özgürlüğü kapsamında kaldığı anlaşılmıştır. Mahkemece açıklanan olgular gözetilerek dava konusu yazı bütün olarak değerlendirildiğinde kişilik haklarına saldırı oluşturmadığı kabul edilerek istemin tümden reddi gerekirken, yerinde olmayan yazılı gerekçe ile davalıların manevi tazminat ile sorumlu tutulmuş olması usul ve yasaya uygun düşmediğinden kararın bozulması gerekmiştir.”
Başbakan Tayyip Erdoğan, Taraf gazetesi eski Genel Yayın Yönetmeni Ahmet Altan’a “Alaturkalık” başlığıyla 9 Mart 2012 tarihinde kaleme aldığı yazısı nedeniyle 30 bin liralık manevi tazminat davası açmıştı. Erdoğan’ın avukatları, Altan’ın yazısında “Erdoğan’ın şahsiyet haklarına saldırı kastıyla, fevkalade ağır hakaretlerde bulunduğu”nu iddia ederek, “Yazının Erdoğan’ı eleştirmeye değil; aşağılamaya, küçük düşürmeye, cahil, bilgisiz ve ilgisiz olmakla itham etmeye yönelik olduğu’’nu ve yazıdaki değerlendirmelerin “düşünce açıklaması” olarak kabul edilemeyeceğini iddia etmişlerdi. Ankara 20. Asliye hukuk Mahkemesi ise Altan ve Taraf gazetesinin, Başbakan Erdoğan’a 15 bin lira manevi tazminat ödemesine hükmetmişti.
Taraf gazetesinin avukatı Veysel Ok ise mahkemenin bu kararını temyiz etmişti. Yargıtay 13 Mart 2014 tarihinde verdiği kararla Altan’ın yazısını ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirdi.
Ahmet Altan’ın davaya konu olan “Alaturkalık” başlıklı yazısı şöyle:
Başbakan Erdoğan’ın, acemi garson çırağı gibi tablasındaki polemik sözcüklerini avuçlayıp âdapsız, usulsüz masaya fırlatması beni bazen öfkelendiriyor, bazen de onun bağırış çağırışlarına bakınca hiddetle olduğu yerde tepinen küçük bir oğlan çocuğunu izliyor duygusuna kapılıp gülümsüyorum.
Dün gene bizim gazeteyle ilgili izandan pek nasibini alamamış bazı laflar söylemiş.
Bizim bir gün önceki manşete ertesi gün tepki göstermesi gazeteleri pek de iyi izleyemediğini gösteriyor, basın danışmanları daha iyi çalışırlarsa adamcağız da sövmek istediğinde öyle eski zamandaki kara trenler gibi istasyona rötarlı girmez.
Bir de, Stratfor’un gizli raporlarını yayımladığımız için bizim gazete hakkında söylediği “müzik kutusu” lafı var.
Zavallı Başbakan’ın aklı iyice karışmış.
O Stratfor’un Türkiye’deki “ortağı” Başbakan’ın yakın akrabalarının yönetimindeki gazete, o Stratfor’un en önemli haber kaynağı Başbakan’ın başdanışmanı.
Başbakan dört bir koldan sarılmış, Stratfor burnunun dibine girmiş.
Ve Stratfor “müzik kutusuna” parayı atınca o müzik başka yerde değil Başbakan’ın odasında çalıyor.
Arada bir, mesela Türkiye’de gazete almak istediğini söyleyen Murdoch’la konuşurken, kulağına bir müzik sesi gelir de oturduğu yerde hafif hafif kıpırdanmaya koyulursa, anlasın ki yanındaki müzik kutularından birine yeni bir “jeton” atılmış, o jetonun başlattığı müzikle kıpırdanıyor.
Kendi polisine sahip olamayan, yönettiği ülkenin ordusunun Uludere’de yaptıklarını açıklayamayan, başdanışmanlarının ilişkilerinden haberi bulunmayan, “yakını” gazetelerin “gayrı resmî istihbarat örgütleriyle” gizli ortaklıklarını başka gazetelerden öğrenen biçare bir başbakandan söz ediyoruz neticede.
Onun etrafında kutu da çok, jeton da.
Bence böyle polemiklerden uzak dursun, onun altından kalkabileceği işler değil bunlar, “sen ona buna laf yetiştireceğine önce etrafına sahip ol” derler adama.
Her neyse, kızıp biraz söylendim ama bu işi öyle fazla uzatmayacağım.
Umarım hakkında söylenenler tümüyle temelsizdir ve kısa zamanda sağlığına kavuşur.
Ama bir devletin başbakanının sağlığı ciddi bir meseledir.
Herhangi bir insanın sağlık durumu onun “özel” hayatıdır, öyle paldır küldür o konuya giremezsiniz ama bir başbakanın sağlığı “özel bir konu” değildir.
Dün dünyadaki birçok gazete Erdoğan’ın sağlığıyla ilgili haberleri ve Stratfor’un iddialarını sayfalarına almıştı.
Stratfor’un yazdıklarından çok daha ayrıntılı ve kapsamlı raporların yeryüzünün bütün devletlerinin dosyasında yer aldığını tahmin etmek de güç değil.
Devlet yöneticilerinin sağlığı bütün toplumu ilgilendirir.
Bizim “muz cumhuriyeti” diye küçümsemeye heveslendiğimiz Latin Amerika’da devlet yöneticileri hastalıklarını derhal açıkladılar halklarına.
Amerika’da başkanın check-up sonuçları, tansiyonunun ne olduğuna kadar kamuoyuna açıklanır.
Bu işler bizde olduğu gibi “alaturka bir laubalilikle” ele alınmaz.
Eğer ortada ne hastalıkla, ne hastalığın gelişimiyle ilgili ciddi ve resmî açıklamalar olmazsa, çeşitli söylentiler kaçınılmaz bir biçimde ortalara dökülür.
Ne yazık ki bu laubalilik bizim bütün yönetim biçimimize yayılmış vaziyette.
Devlet köy kahvesine döndü.
Olup bitenleri hep birlikte izliyoruz işte, yaşanan pejmürdelikleri bir daha tadat edip canınızı sıkmayacağım.
Ama beni çok üzüp, çok öfkelendiren, insan haysiyetine de, devlet yönetimine de, vicdana da aykırı bir gelişmeyi, nasıl bir ülkede, nasıl bir yönetimle, ne tür yasalarla yaşadığımızı daha iyi kavrayabilmemiz için anlatmak istiyorum.
Biliyorsunuz, “taş attığı” için Pozantı hapishanesine konulan bir çocuk, hapishane müdürünün kendisine kızıp “Özgür’ün koğuşuna” koyduğunu ve Özgür’ün de onun ırzına geçtiğini anlattı.
Adalet Bakanlığı da derhal soruşturma açtı.
Sonra kendisinin de “taş atan” sanıklardan biri olduğu anlaşılan Özgür, “tecavüz” suçundan tutuklandı.
Daha sonra ne oldu peki?
Pozantı mağduru çocuğu da “korsan gösteriye” katılmaktan tutukladılar.
İçimden geçen daha ağır sözleri sarf etmemek için sadece “el insaf” demekle yetineceğim.
O mağdur çocuğun “taş atmak” ya da “korsan gösteriye” katılmak gibi sizin yasalarınızda “ağır suç” sayılan bir suçu olabilir, hakkında tutukluluk kararı da bulunabilir ama biraz ciddiyeti olan bir ülkede bu çocuğu hapishaneye mi koyarsınız yoksa yaşadığı travmayı tedavi edebilmek için bir hastaneye mi?
Çocuğu hapishaneye atan bu devlet, hapishanede koruyamayan bu devlet, bu gelişmelere hiç aldırmadan onu yeniden hapse koyan da bu devlet.
Buna devlet mi diyorsunuz gerçekten?
O çocuğu “Özgür’ün odasına gönderdiği” söylenen müdürle ilgili ise ne bir ses var, ne bir nefes.
Şu âna kadar Adalet Bakanlığı’ndan da hiçbir resmî açıklama yapılmadı bu olaylarla ilgili.
Burası, vahşi, vicdansız, insafsız bir köy kahvesi işte.
Bir çocuğu bile koruyamayanların, o çocuğun acısını kendi vicdanında duymayanların iktidar için tepiştikleri bu kahveyi ha o yönetmiş ha öbürü yönetmiş, ne fark eder?
Hepsi aynı sefil “müzikle” oynadıktan sonra?