“PKK'ya üye olma; kereste fabrikasına, inşaat bürosuna, banka şubesine molotofla saldırı, Lice'de silahlı çatışmaya girme, karakola saldırı gibi eylemlere katılması” gibi iddialarla “bölücü faaliyetlerde bulunma’ suçlamasıyla müebbet hapis cezasına çarptırılan ve AİHM kararıyla yeniden yargılanan İlhan Çomak, 12 Nisan'da Çağlayan Adliyesi’ndeki 4. Ağır Ceza Mahkemesi’nde bugün saat 13.30’da hâkim karşısına çıkacak. 22 yıldır tutuklu olan İlhan Çomak, hakim karşısına çıkmadan önce “Cezaevinde büyüdüm, olgunlaştım. Bunca yılın acısına katlanmak ailemin desteği ve kendimden, özgürlükten umut kesmemekle oldu sanırım. Özgürlük bana mutlaka uğrayacak!” diye konuştu.
Evrensel gazetesinden Hazal Şahin’e konuşan Çomak, “İnsanların beni anlamalarını, benimle empati kurmalarını, benden çalınan yaşam ve özgürlüğü geri almak girişimi olan bu hukuk mücadelesinde büyük küçük demeden destek vermelerini bekliyorum” dedi.
Evrensel gazetesinde yer alan söyleşi şöyle:
22 yıl önce üniversite öğrencisiyken gözaltına alındınız, gerekçe neydi? Suçlamalara dayanak oluşturacak herhangi bir veri veya maddi bir delil var mıydı?
Örgüt üyeliği, bölücü faaliyet içinde olmak, örgüt adına orman yakmış olmak, kereste deposunda yangın çıkarmak ve devlet malına zarar vermiş olmak gibi çeşitli suçlamalarla gözaltına alındım. Tabi gözaltına alınınca niye alındığın söylenmiyor. Resmin tamamını, şayet takatin kalmışsa işkenceden, gözaltından sonra savcılık ve mahkeme huzuruna çıkınca görüyorsun. Ve hayır suçlamalara dayanak oluşturacak herhangi bir maddi veri, delil yoktu. Bugün de yok.
16 gün süren gözaltı ve 90’lı yıllar... Bu gözaltı süreci nasıl geçti?
Aslında bilinenin aksine 16 değil; 18 gün gözaltında kaldım. Gözaltına alınmış olduğum resmi olarak işlenmedi ve iki gün sayılmadı. Bu süreçte çok yoğun işkencelere maruz kaldım. Bilinen tüm işkenceleri gördüm. Falakaya yatırıldım, bedenime; ayaklarım, cinsel organım ve ağzımdan olmak üzere elektrik verildi. En ağır olanı Filistin askısına maruz kalmaktı, ustaca işkence yapıyorlardı. Tazyikli suya tabi tutma; bayılınca keskin, pis kokulu ve ne olduğunu bilmediğim bir şeyi yakıp nefes alıp verirken içine işlemesi için buruna bastırmalar. Ters askı ardından düz askı, askıda uzun süre kalıp, kollarda kan dolaşımı durup kangren olma raddesine vardığında bunu önlemek ve acıyı taze tutmak için, askıya aldıklarında tekrar ve dozu çok daha yüksek acı yaşatmak için kolların duvara vurulup kan dolaşımının sağlanması. En nihayetinde tüm işkencelerden sonra bedende iz kalmaması için yaralı yerlere ilaç sürülmesi… Yaşadığım işkenceleri böyle özet geçtiğime bakmayın, zira acı çok uzun! Elektrik verme seanslarından sonra yaşadığım susuzluğu, Filistin askısından sonra kollarımın duvara vurulmasıyla, yeniden canlanmanın işareti olarak milyonlarca iğnenin batmasının tahammül edilemez acısını asla unutmadım, unutamadım. Bu işkencelerden sonra kollarım hiçbir zaman eski gücüne kavuşamadı; kalbim ve aklımda öyle… İnsanın ne kadar kötü olabileceğini deneyimleyerek öğrenmiş biriyim…
DGM’deki yargılamadan karar çıkması ne kadar sürdü ve sonuç ne oldu?
Sonucunda, beraber yargılanmış olduğum kişilerden birçoğu beraat etti, şu an benim dışımda bu davada tutuklu bulunan kimse bulunmuyor. Ben de 6 yıl sürüp 2000 yılında biten DGM’deki davanın sonucunda, orman yakma suçlamasından beraat ettim ama “Devletin hâkimiyeti altındaki topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya matuf eylemlerde bulunmak” suçundan idam cezası aldım; ceza, iyi hal gerekçesiyle müebbet hapse çevrildi.
DGM’de yargılanmış olmak bugünkü hukuksuzluğun temellerini atmıştır. Hüküm kurulurken maddi tutarlılık aramak gibi bir kaygı yoktu DGM’lerde. Ben, işkenceli gözaltı süreci ve hazırlanan tutanaklarda “düşman” olarak işaret edilmiştim. DGM’de bu işareti sorgusuz sualsiz kabul etti ve buna uygun düşecek şekilde davrandı. Adalet duygusunu yitirmek büyük bir yıkımdır. DGM’nin aldığı karar, bende böyle bir yıkıma neden oldu. Bu duygunun, hâlâ onarıldığını söyleyemem. İnsanlara kızgınlığım, öfkem bu duygunun zedelenmiş, yıkılmış olmasıyla açıklanabilir sanırım.
AİHM’e gidilmesi sürecinde neler yaşandı?
Dava, Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin kararının ardından Yargıtay’a gitti ve Yargıtay cezayı onadı. Sonrasında süreci başa döndürdük ve sırasıyla Özel Yetkili Mahkeme ve Yargıtay sahâlârı tekrar yaşandı. 2001 yılında, “DGM’deki askeri hâkim nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'ne başvuruldu.
AİHM kararının çıkması da 5 yıl sürdü ve hali hazırda 11 yıldır tutukluydum. AİHM, DGM’deki askeri hâkim varlığı nedeniyle adil yargılanma hakkının ihlal edilmiş olması gerekçesiyle, çıkmış olan müebbet hapis cezasını yok saydı ve yeniden yargılama olması gerektiğine yönelik karar verdi; ayrıca Türkiye’yi tazminata mahkûm etti.
Ancak AİHM’den çıkan kararın, hukuki olarak bağlayıcılığı olmasına rağmen davaya bakacak bir mahkeme bulmak bile çok uzun zaman aldı, 2013’te yani 6 yılın sonunda ise davaya bakmasını başardığımız Özel Yetkili Mahkeme, bağlayıcılığı bulunan AİHM kararına uymayarak yeniden yargılama talebini reddetti. Yapılan itiraz üzerine bir üst mahkeme yeniden yargılanma talebini kabul etmek durumunda kaldı.
Yeniden yargılama aşamasına geçildiğine göre, neden hâlâ çözüm yok, neden hâlâ tutukluluk sürüyor?
Çünkü süreç ilk başladığında hiçbir mahkeme bu davayla ilgilenmek istemedi; ilk mahkeme sudan gerekçelerle, yargılama yapamayacağını ve Ağır Ceza Mahkemesi’nin yargılama yapması gerektiği hükmünü verdi. Ağır Ceza Mahkemesi ise yine sudan gerekçelerle önceki mahkemeye topu atarak kendisinin de yargılama yapamayacağına hükmetti. Sonunda, dosya yine Yargıtay’a gitti ve Yargıtay, Özel Yetkili Mahkemelerin de kapatılmış olması sebebiyle de ertelenen karar aşamasının sonucunda yargılamanın Ağır Ceza Mahkemesi’nde görülmesi hükmünde bulunarak, dosyayı oraya gönderdi, yine olmadı. Anayasa Mahkemesine gittik; bir umut AYM hukuku hatırlar, hatırlatır dedim ama nafile... İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ne yetki verildi, dosya oraya gitti ve böylelikle, süreç başladı.
Aslında, yeniden yargılama başladığı için nihai karar artık geçersiz oluyor yani mahkûmiyet geçersizleşiyor ve tutuklu sanık olarak yargılama süreci başlıyor. Bu noktada, kesinleşmiş bir hükmüm bulunmadığı ve 5 yıllı açan tutuklulukların yasak olması nedeniyle serbest bırakılmam gerekiyor çünkü mevcut durumda 5, 10 değil; 22 yıldır tutuklu oluyorum. Ama inatla tahliye talepleri reddedilmeye devam ediyor.
Yeni kararlar eski gerekçelerle veriliyor ve olmaması gerektiği halde önceki hüküm hâlâ belirleyici olarak ortada duruyor. AIHM kararının daha önceki yargılamayı yapan kuruma yani artık şekil değiştirmiş olan DGM’ye yönelik olması ve dosyada delil durumunun değişmemesi gibi gerekçelerle; kaçma ihtimali ve delillerini karartabileceği şüphesi gibi bahane ve gerekçelerle tahliye edilmiyorum.
Davanın içeriğinin ve dahası kimliğinizin bu gidişatta belirleyici bir etkisi olduğunu düşünüyor musunuz?
Bazen vazgeçiş yaşıyorum, karamsarlık uğruyor ama sonra tüm yaşadıklarımı, dava sürecini; ülkemin demokrasi ve hak arama mücadelesinin bir parçası olarak görme eğilim baskın çıkıyor. Davanın sürekli ertelenmesini de pekâlâ bir yıldırma çabası olarak görmek mümkün. Dava içeriğinin siyasi olması ve benim Kürt olmam gibi hususlar, normal demokrasilerde içeriği etkileyen veya yargılamanın gidişine yön veren bir konu olmaması gerekir ama bunu ülkemiz ve onun yargısı için yazık ki söyleyemiyorum. Siyasi bir dava olması mahkemenin karar almasını veya almamasını etkiliyor. Mahkemeler konjonktür ne emrediyorsa ona göre davranıyorlar; hukuka ve onun evrensel normlarına göre değil. DGM’nin işlediği olağanüstü şartlar şekil değiştirerek bugün de yürürlükte; aksi olsaydı, hukukun işlemesi ve benim özgür olmam, hiç olmazsa tutuksuz veya infaz durdurularak yargılanıyor olmam gerekirdi. Ama ortada tutarlı bir kötülük var.
Davanıza eşdeğerde, emsal olabilecek olumlu sonuçlanan örnekler var mı? Varsa, neden sistem farklı şekilde işliyor?
Çok daha dezavantajlı durumlarda olan davalarda gördük ki hukuk az biraz hatırlandığında, kişiler tutuksuz yargılanıyor veya infaz durduruluyor. Hukuku hatırlamak mı, insanları yargı karşısında tasnif etmek ve güç ilişkileri mi, karar veremiyorum. Mesela Balyoz, şike, Ergenekon davalarında Anayasa Mahkemesi adil yargılamama durumundan hareketle yeniden yargılama kararı verdi. Tutuklu olanlar, hüküm yemiş olanlar hemen sonrasında duruşma yapılmasına gerek duyulmadan tahliye edildi. Salih Mirzabeyoğlu, yeniden yargılama kararı olmadan, bir başvuru ile yine duruşma bile gerçekleşmeden mahkeme tarafından serbest bırakıldı. Hele ki sadece akit gazetesinde çıkan bir habere dayanılarak hükmün infazı durdurulup mahkemece serbest bırakılan Çetin Yıldırım davası… Tüm bu örnekleri bir yana kendimi bir yana koyuyorum, hakikaten anlam veremiyorum içeride tutuluyor olmama. Üstelik 2007 yılından beri ortada bir yeniden yargılama kararı bulunmasına; 6 yıl uğraşıp didinerek, yasalarda açık hüküm bulunduğu halde yeniden yargılanmayı mahkemelere kabul edilmesine ve iki yıldır duruşmalara çıkıyor olmama rağmen, hâlâ içeride tutuluyorum.
Yargının araçsallaşmış olması o kadar açık ortada ki. Adım Aziz Yıldırım olsa, ya da bir titrim, bir apoletim olsa veya Kürt Alevi kimliğimin yerine Türk Sünni Kimliğe sahip olsam diyorum bazen kendime, mutlaka bırakırlardı. Yazık ki böyle düşünmek tam da yaşanan hukuksuzluğun yansıması, zira mahkeme çok ciddi bir kılıf bulmadan büyük bir cesaretle bu kanımı besleyecek şekilde hareket ediyor. Öte yandan zulüm söz konusu olduğunda Kürt Türk diye ayırmadan devletimizin herkese oldukça eşit davrandığını da biliyorum.
Dışarıda bu davayı takip eden, destekleyenler var. Tepkiler yeterli mi sizce?
Yaşadığım, bana yaşatılan hukuksuzluğu takip edenler var, biliyorum. Dürüst olmam gerekirse, tepkileri yeterli göremiyorum, çok zayıf buluyorum. İnsana güvenimi, haklı ve haksızı ayırma kabiliyetine olan inancımı yitirmedim hiç. Yine de inatçı bir duyarlılık oluştuğunu göremiyorum. Herkes bana yaşatılan bu adaletsizliği hiç olmazsa bir yakınına anlatmalı. Ta ki ortaya çıkan tepki ve hisler birleşip bu haksızlıktan daha büyük bir güze dönüşsün, ta ki daha fazla direnemesinler, beni bıraksınlar… Duygular bulaşıcıdır, hakka ve iyiliğe inanır ve bu uğurda bir söz söylersek, doğru hüküm uzak bir olasılıkta olsa mutlaka gerçekleşir.
En son 22 Aralık 2015 tarihinde görülen davada yine problem çıktı ve mahkeme 12 Nisan 2016 tarihine ertelenmiş oldu. Davada neler oluyor?
Son mahkemenin talebi yine reddetmesi üzerine yeniden Yargıtay’a gitti dosya ve Yargıtay, 4. Ağır Ceza Mahkemesi’ni yargılama mahkemesi olarak görevlendirdi. 22 Aralık’taki görülen duruşmada Savcılık dosyanın ellerine yeni geçtiğini belirtip, tutuklu yargılama yönünde mütalaa verdi ve dosyanın incelenmemiş olması sebebiyle de infazın durdurulması talebim yeniden reddedildi ve duruşma Nisan 2016’ya ertelendi. Yani, aslında yeniden yargılanma durumu yok; yargılanıyormuş gibi yapma durumu var.
22 yıllık mahpusluk ve devam eden hukuki çözümsüzlük... Moraliniz nasıl?
22 yıllık mahpusluğumda ahvalimi öğrenmeye dönük yöneltilen her soruda, karşıdakinin sorma amacından bağımsız olarak, hep bir istihza aramışımdır. Kişi hukukla ve dahi hukuksuzlukla ezildiğinde nasıl olursa, işte ben de öyleyim. Umutsuzluğa, karamsarlığa gönderme yapmıyorum; öfkeliyim ve daha çok kızgınım. Bu denli büyük bir haksızlığa karşı, insanların dur dememelerinden, duyarlı olmamalarından, ses verip elimi tutmamalarından dolayı şaşkınlık hissiyle dopdoluyum.
Moralim genelde ülkemizdeki havayla doğru orantılı, sanırım. Gözaltılar, sokağa çıkma yasakları, katliamlar… Tüm bunlar, dışarıdaki her duyarlı vatandaş gibi beni de etkiliyor, üzülüyorum. Ülkemde huzur olsun istiyorum.
Yargılama sürecim evlere şenlik. Bazen, ben değil de başkası yaşıyormuş gibi tüm olup bitenlere uzaktan baktığımda bir inanmama hissiyle sarmalandığımı hissediyorum. Ama genelde, bana yaşatılanları doğal görmeme, yaşatılanlara alışmama, bu hukuksuzluğu kabul etmeme ve başkalarına duyurma çabasının verdiği kararlı bir enerjiden ve onun yarattığı ruh halinden bahsetmek mümkün. Özgürlük bana mutlaka uğrayacak!
Asla umutsuz olmadım. Çoğu zaman beni arayıp bulan hayal kırıklığı olsa da ben hep umudu aradım, ondan vazgeçmedim. Dışarıda, benim bu yaşadıklarımdan çok farklı ve güzel, karışıp tatmak istediğim akışkan bir yaşamın olduğunu bilmek bana acı veriyor. Bu imkân benden, bilerek isteyerek alındı, çalındı. Bu acıya rağmen karamsar değilim, hem de hiç değilim. Olgun bir akılla ve sabırla, benden esirgenen o canlılığa bir şekilde karışma çabasındayım. Cezaevinde büyüdüm, olgunlaştım. Bunca yılın acısına katlanmak ailemin desteği ve kendimden, özgürlükten umut kesmemekle oldu sanırım.
12 Nisan’daki duruşmada bir değişim olmasını bekliyor musunuz? Geleceğe yönelik beklentiniz nedir?
12 Nisan’da gerçekleşecek duruşmada, bir şey değişir mi bilemiyorum. Umarım değişir ve elbette beklentim değişmesi yönünde. Her halükarda hukuksuzluğa karşı benim sözüm bitmedi, bitmeyecek. Ama benim sözüm ve mücadelem kadar dışarıdaki iyi ve güzel insanların, bu hukuksuzluğa karşı duyarlı olan yüreklerin söyleyeceği sözler ve çabaları çok önemli bu noktadan sonra. Bana çektirilen acıları tekil bir durum olarak ele almamak gerekir. Ben değil, başka bir isim de bu zulmü yaşayabilirdi, yaşayabilir. Ülkemiz yargısı söz konusu olduğunda her şey mümkün. Kimsenin benim yaşadıklarımı yaşamasını istemem; çabamın bir de bu yönü var, böyle bir anlamı var. İnsanların beni anlamalarını, benimle empati kurmalarını, benden çalınan yaşam ve özgürlüğü geri almak girişimi olan bu hukuk mücadelesinde büyük küçük demeden destek vermelerini bekliyorum.