İstanbul 13. ve 26. Ağır Ceza Mahkemelerinin Anayasa Mahkemesinin Mehmet Altan ve Şahin Alpay için verdiği kararı tanımaması,Trabzon 3. Asliye Ceza Mahkemesi Hakimi, YARSAV Başkan Yardımcısı Murat Aydın, "Hükümet temsilcilerinin AYM’yi hedef alması, günlerdir iki gazetecinin serbest bırakılmaması, yargının giderek kaybolan itibarına ağır bir darbe vurdu" şekilde yorumladı.
Evrensel'den Çağrı Sarı'ya konuşan konuşan Aydın “Toplumun, ortaya çıkan kararlar kadar bu kararların verilmesine neden olan yargısal ve politik iklimi de sorgulaması gerekir” ifadelerini kullandı.
İstanbul 13. ve 26. Ağır Ceza Mahkemeleri, Anayasa Mahkemesinin Mehmet Altan ve Şahin Alpay için verdiği tahliye kararına direndi. İkinci kez verdiği ret kararında ‘Anayasa Mahkemesinin dosyamızın esasına girerek karar vermesi görev gaspı niteliğindedir’ dendi. Anayasa Mahkemesinin kararı tartışmaya açık mı?
Temel hak ve özgürlüklere yönelik ihlaller bakımından Anayasa Mahkemesine bireysel başvuru 2010’da yapılan değişiklik ile Anayasa’ya girdi. O zamandan beri AYM’nin bireysel başvuru üzerine verdiği kararlar olumlu veya olumsuz eleştirilere konu oldu. Esasen bu doğal bir durum. Zira, mahkemenin önüne gelen pek çok davanın hukuki, sosyal ve politik sonuçları var ve verilen kararlar hukuki ve politik tartışmalara konu oluyor. AYM’nin verdiği her kararın doğru olduğunu söylemek imkansız.
Buraya kadar her şey normal. Yani Anayasa Mahkemesinin verdiği kararın, kamuoyu tarafından eleştirilmesi, haklı veya haksız bulunması doğal bir süreç ve herkes bakımından bir hak aynı zamanda. Bu açıdan baktığınızda AYM’nin verdiği, vereceği her karar tartışmaya açıktır. Tıpkı tüm diğer mahkemelerin kararları gibi...
Ancak mahkemelerin verdiği kararları eleştirmek başka şey yerine getirmemek başka şeydir. AYM’nin kararını haklı bulsanız da eleştirseniz de; verilen karar kesindir. Yasama, yürütme ve yargı organları ile idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar ve gereği yerine getirilir.
AYM’nin sınırını aştığı, ‘görev gasbı’ yaptığı ileri sürülerek kararının uygulanmaması, yargının giderek kaybolan itibarına ağır bir darbe vurmaktır.
Ağır Ceza Mahkemesinin ‘direnişi’, Hükümet Sözcüsü Bekir Bozdağ’ın “AYM kararı sınırı aşmıştır” şeklindeki açıklamasıyla birlikte okunuyor. Bozdağ’ın sözlerinin yerel mahkemeyi etkilediğini düşünüyor musunuz?
Siyasi konumda bulunanlar, olayları siyasi konumlarına göre değerlendirmek imkanına her zaman sahiptir. Sayın Bakanın siyasi bir değerlendirme mi hukuki bir değerlendirme mi yaptığını bilemiyorum. Siyasi değerlendirme yapıyor ise sözleri politik zeminde tartışma ve eleştiri konusu olacaktır. Ancak değerlendirmesi hukuki ise buna katılmak mümkün değil. Zira yargı mercilerinin yaptığı uygulamanın temel hak ve özgürlükler bakımından Anayasal değerlendirmesini yapma yetkisi AYM’nindir. Bu yetki Sayın Bakanın da içinde bulunduğu siyasi iktidar tarafından 2010 yılında yapılan değişiklikle önemli bir reform olduğu söylenerek (Ki bence de öyle) Anayasaya kondu. Ben burada AYM’nin verdiği kararın hukuka uygun olup olmadığı, doğru olup olmadığı konusunda bir değerlendirme yapmıyorum. Zira böyle bir değerlendirmeyi dosyayı ve delilleri görmeden yapmak benim için mümkün değil. Ben verilen kararın bağlayıcı olup olmadığına dair değerlendirme yapıyorum.
AYM’nin gazeteciler Şahin Alpay ve Mehmet Altan kararının diğer gazeteciler için de emsal oluşturabileceği tartışılıyor. Ancak yerel mahkeme direniyor. Dışarıdan bakıldığında yargıda şu an bir ‘kaos’ görünüyor. Bundan sonra ne olacak?
Yaşananın yargısal anlamda bir kaos olduğu ortada. Ancak durum iki kişinin tahliye edilip edilmemesinin ötesine geçti. Söz konusu olan yargı sistemimizin tümü ile etkisiz hale gelmesidir. AYM’nin verdiği kararların bile uygulanmadığı bir ülkede, bir başka mahkemenin politik tartışma yaratacak bir karar vermesi ve verilen kararın uygulanması ihtimali ortadan kalkar. Bu durum “hukuk devletinin sonu” anlamına gelir. Politik sonuç doğuracak ve siyasi iktidarın olumlu karşılayacağı her karar “Zaten aksine karar verilemezdi, verilseydi de uygulanmazdı” denilerek baştan hukuksuzluğa mahkum edilir. Böyle bir ortamda hukuk güvenliği var sayılamaz, kişi hak ve özgürlüklerinin teminatının mahkemeler ve hukuk olduğu söylenemez. Böyle bir ortamda nefes alınamaz.
AYM verdiği kararlarla da zaman zaman eleştiriliyor bir taraftan. KHK kararlarına bakmadı, tutuklu milletvekilleri ile ilgili verdiği kararlar ortada... Ama bugün iki gazeteci için ‘Kuvvetli delil yoktur’ dedi. Siz bir hukukçu olarak AYM’nin kararlarını genel olarak nasıl yorumluyorsunuz?
Terörle mücadele amacıyla ilan edilen OHAL’in sağladığı Anayasal yetki ile çıkarılan OHAL KHK’lerini, içeriği ne olursa olsun inceleyemeyeceğine karar veren AYM esas itibarıyla, varlık nedenini inkar etti.
Yürütme gücü, zaman zaman haklı veya haksız nedenlerle, kendi anayasal sınırlarının dışına taşma eğilimi gösterir. Böylesi durumlarda yürütme erkini sınırlarına çeken, yurttaşların teminatı olan yargıdır. Yargı mercileri, yürütmenin etkinlik alanını genişletmek istediği zamanlarda hukuktan yana tavır almak zorundadır. Böyle zamanlarda bu tür kararlar vermek zordur biliyorum. Ama başta AYM olmak üzere yargı mercileri bu zor zamanlarda hukuka ve adalete uygun kararlar versinler diye vardır. AYM “OHAL’de ben yokum” derse, kendisine “O halde neden varsın?” diye sorulur. Yargının saygınlığını belirleyen şey zor zamanlarda verilen kararlardır.
Tüm bu tartışmalar sürerken Başbakan Binali Yıldırım, yeni bir yargı paketi hazırlayarak Meclise getireceklerini söyledi geçtiğimiz hafta. Bunu da yargıya güveni daha da artırmak için yaptıklarını söyledi. Hükümetin bu yönlü adımlarını nasıl okumak gerek?
Yargı mensuplarının işe alımında asgari not sınırı kaldırılmışken, mülakat sınavlarında neredeyse hiç bir kriter yokken (Bilinen kriterleri ben bilmek dahi istemiyorum), yargı mensuplarının tayinlerinde, terfisinde, üst mahkemelere seçiminde, disiplin soruşturmalarında tümü ile kuralsızlık hakimken, yargı mensuplarının açığa alınması, ihracı, tutuklanması konusunda yaşananlar ortadayken, yargının verdiği her karar tartışmalı olacaktır. Çünkü kamuoyu her zaman şunu soracaktır: Yargıç bu konuda aksine karar verebilir miydi?
Yargıya güven; hukukun üstünlüğüne inanmış, tarafsız, bağımsız ve teminatlı yargı mensuplarıyla, yargı mensuplarına yargı teminatını gerçekten sağlayan sistemle ve toplumun yargı sistemine olan sahip çıkma duygusuyla sağlanır.
YARSAV başkan yardımcısısınız aynı zamanda... Bir bütün olarak baktığımızda bu tartışmalar hakim ve savcıları nasıl etkiliyor? Yani zaman zaman ‘belirli dosyalara’ bakmak istemediklerini duyuyoruz.
Yargı mensuplarının sağlıklı karar verebilecekleri bir ortamda değiliz. Yarın yargıçlık görevine devam edip edemeyeceği, edecekse hangi adliyede, hangi mahkemede göreve devam edeceği belli olmayan, hakkındaki her türlü tasarrufa açık, etkin yargı yoluna ve toplumsal desteğe sahip olmayan bir yargı mensubu, hiç bir tartışmadan etkilenmeden nasıl karar verebilir?
Elbette, Gustav Radbruch’un söylediği gibi “Yargıç, kendi yaşamı dahil, ne pahasına olursa olsun adalete yönelmelidir.” Ancak verdiği karardan sonra açığa alınan, meslekten çıkarılan, sürülen, soruşturmalara maruz bırakılan yargıçlara toplum sahip çıktı mı? Bu yargı mensuplarının kullanabileceği etkin yasal yolları var mıydı?
Yargı mensupları, verdiği veya vermediği karar nedeniyle başına bir şey geldiğinde, toplumun kendisine sahip çıkmayacağını, gidebileceği etkin bir hukuk yolunun da olmadığını öğrendi. Bunu öğrenmiş yargıçlardan doğru ve adil karar beklemek ne derece mümkün.
Toplumun, ortaya çıkan kararlar kadar bu kararların verilmesine neden olan yargısal ve politik iklimi de sorgulaması gerekir. Yoksa tüm bu yaşananları bundan öncekiler gibi “bir kısım yargı mensubunun hukuk dışına çıkması” olarak niteleyip geçmek işin kolay yolu.