Hürriyet gazetesi yazarı Mehmet Yakup Yılmaz, Yüksek Askeri Şura'daki kararlarının Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile Başbakan Binali Yıldırım'ın Huber Köşkü'nde 6 saatlik görüşmelerinin sonucu şekillendiğini söyledi.
Yılmaz, "YAŞ kararları Erdoğan'la Yıldırım'ın toplantısında şekillenmiş, dilerim bu kez de kandırılmış olmasınlar" diye yazdı.
Yılmaz'ın Hürriyet'teki yazısı şöyle:
Yüksek Askeri Şûra (YAŞ) toplandı, iki yıllık görev sürelerini dolduran kuvvet komutanları emekli oldular, yerlerine yenileri atandı.
Vatana, millete hayırlı olsun, dilerim bu komuta kademesi, kendilerinden öncekilerin düştükleri hatalara düşmesin, karargâhlarına, birliklerine hâkim olabilsinler.
YAŞ toplantısından önce Cumhurbaşkanı ile Başbakan altı saatlik bir toplantı yaptılar.
Bu toplantıya Milli Savunma Bakanı Nurettin Canikli ile Genelkurmay Başkanı da katılmıştı. Kulis haberlerine göre, YAŞ kararları büyük ölçüde bu toplantıda şekillenmiş.
Burada bir dileğimi daha söyleyeyim: Dilerim ki bu kez de yanılmış, kandırılmış olmasınlar.
Fetullahçı çetenin ordu içinde önemli mevkileri ele geçirmeleri ve bir darbeye kalkışacak cüreti kendilerinde bulabilmeleri, daha önce bu ekibin yanılmış, kandırılmış olmasından kaynaklanmıştı. Canikli’nin günahını almak istemem, o Milli Savunma Bakanı olarak ilk kez katılıyor. Bunu da belirtmiş olayım.
Normal olarak üst komuta kademesinin belirlenmesi işi esasen siyasi iradeye ait bir görev olmalıdır.
Ancak daha alt düzeylerdeki komutanların belirlenmesinde liyakat öne çıkmıştır diye ümit edelim.
O listede kimler vardı?
Yeri gelmişken merak ettiğim bir konuyu da burada açmak istiyorum.
15 Temmuz 2016 günü, MİT’e “Müsteşara yönelik askeri operasyon” ihbarı geldiğinde, Genelkurmay Başkanlığı’nda, Genelkurmay Başkanı ve Kara Kuvvetleri Komutanı, o yılki YAŞ’a girecek personelin dosyaları üzerinde çalışıyorlardı.
O gün, kim terfi etmeli, kim emekli olmalı, kim rütbesinde kalmalı, kim nereye tayin edilmeli, hangileri Fetullahçı, bunları hemen emekli etmenin yolunu bulmalı gibi konuları konuşmuş olmalılar.
Fetullahçı çetenin darbeye kalkışması da zaten o yıl yapılacak YAŞ’ta büyük bir Fetullahçı temizliğinin yapılmasını bekliyor olmalarıydı.
Adil Öksüz onun için Pensilvanya’ya darbe planlarını götürdü, döndü toplantılar yaptı ve düğmeye bastılar.
Merak ettiğim konu şu: O gün Genelkurmay Başkanı ile Kara Kuvvetleri Komutanı’nın çalıştığı listede “Fetullahçı” diye ayıklanmasına karar verilenlerin darbe girişiminde açığa çıktıklarını tahmin ediyorum.
Ama bir de kendisini gizlemeyi başaranlar olmuş olmalı. Acaba o toplantıda, iki komutanın “İyi personeldir” denilerek “terfi, tayin” listesinde yer alanların kaçı daha sonra Fetullahçı çıktı, darbe kalkışmasında yer aldı?
Dediğim gibi sadece merak. Bu çetenin kendisini gizlemek konusunda ne kadar başarılı olduğunu artık biliyoruz, o gün de iki komutanın yanıldıkları isimler olmuş muydu?
MAHCUBİYET KONUSU
ESKİ Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Mehmet Görmez, başkanlık personeline yaptığı veda konuşmasında, Fetullahçı çetenin yıllarca rahatça at koşturması konusuna da değindi.
“Diyanet teşkilatı, bir daha sapkın hiçbir dini yapı konusunda 40 yıl gecikmiş olmanın mahcubiyetini yaşamamalıdır” dedi.
Sonra da ekledi: “Ancak tek gayesi cemiyete imanlı, ahlaklı bireyler yetiştirmek olan dini kurum ve kuruluşlar bu tür yapılarla karıştırılmamalıdır.”
Başkanın “dini kurum ve kuruluşlar” dediği şey, bir bölümü şu anda Fetullahçılardan boşalan yerleri doldurmak gayesiyle de hareket eden tarikatlar olmalı.
Her biri İslam’ı kendince yorumlayan, kendisinin dışındakine en azından iyi gözle bakmayan, hatta bazı tarikatları “din dışı” bile kabul edebilen tarikatlar!
Diyanet’in bu tarikatlarla ilgili bir şeyler söylediğine pek tanık olmadık.
Bu tarikatların internet sitelerinde, televizyonlarında, radyolarında yayınlanan dini konuşmaların, yorumların (ki bazıları gerçekten abuk sabuk) İslam açısından eleştirildiğine, insanların uyarıldığına da.
“İleride bir kez daha mahcup olmamak için” bu işe bir an önce girişseler iyi olur.
Gaziantep'te iki gazeteci (Murat Güreş ve Furkan Gökşen) tutuklandı, birisi de (Metin Aybey) adli kontrol şartı ile serbest bırakıldı.
Gazetecilere yönelik suçlama, üzerinde “gizlilik kararı” bulunan bir ifadenin yerel gazete ve internet sitelerinde yayınlanması.
Fetullahçı diye tutuklanan bir işadamının savcılıktaki ifadesi için gizlilik kararı alınmış, gazeteciler de bu ifadeyi bir şekilde ele geçirip yayınlamışlar.
Önce şunu söyleyeyim ki bir belgenin “gizli” kalmasından sorumlu olan, o işe bakan kamu görevlisidir. Gazeteci değil.
Gazeteci, halkı ilgilendiren bir konuda eline geçen belgenin “gizli” olup olmadığıyla ilgilenmek zorunda değildir.
Bunu yapana yönelik cezalandırma girişimi ve tutuklama basın özgürlüğünün ihlalidir.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin çok kararı var bu konuyla ilgili.
RadioTwist / Slovakya (2006), Bladet Trömsö / Norveç (1999), Fressoz ve Roire / Fransa (1999) kararlarından daha önce bu köşede söz etmiştim. Bu kararların hepsinde “yasadışı yollardan elde edilmiş gizli bilgilerin yayınlanması” söz konusu ve mahkeme ilgili ülkeleri bu nedenle mahkûm etti.
Ceylan / Türkiye (1999) kararı da bununla ilgili.
Mahkeme, demokratik bir ülkede kamu yöneticilerinin her türlü hareketinin kamuoyunun denetimine açık olması gerektiğini söylüyor.
Gaziantep’teki adli makamların bu kararları bilmiyor olmaları mümkün değil. Çünkü işleri zaten bunları bilmek.
Çünkü AİHM kararları, Anayasa gereği, Türkiye’de uyulması zorunlu kararlar.
Gaziantep’teki meslektaşlarımızın vakit geçirilmeksizin serbest bırakılmaları gerekiyor, çünkü zaten tutuklanmış olmalarının da hukuki bir nedeni de yok. Delil mi karartacaklar, kaçıp saklanacaklar mı?
Bir de tabii şunu merak ettim: Fetullahçılar ile ilgili her türlü ifade, belge, bilgi aleniyken, bu işadamının ifadesi neden “gizli”?