Avukat Memet Kılıç, Almanya Federal Parlamentosu Yeşiller Partisi Milletvekili
Almanya’da Köln Bölge Mahkemesi’nin (Landgericht) sünnet konusunda vermiş olduğu karar, hem kamuoyunu hem de Parlamento’yu meşgul etmeye devam ediyor.
Karar duyulur duyulmaz, “din özgürlüğünün elden gittiği” yolundaki refleks yorumlar ortama hakim oldu. Konunun önemi itibariyle tartışılması gerektiği konusundaki görüşler tartışmanın merkezi olan parlamentoda dahi başlangıçta rağbet görmedi. Yasaların dini geleneklere uydurulması gerektiği konusundaki refleks parlamentoya da hakim oldu. İspanya’ya yardım için karar almak üzere olağanüstü toplanan Alman Parlamentosu ön tartışmaların yapılmadığı bir ortamda acilen bir karar alarak sünnetin yasal işlem olduğunun bu yıl içinde kanunlaştırılması konusunda karar aldı.
Bu tartışmaya katılan herkesten ilgili mahkeme kararını okuması beklenemez. Ancak, sivil toplum kuruluşu önderlerinden, hukukçulardan ve parlamenterlerden bu beklenebilir. Ancak bunların birçoğu mahkeme kararını okumadan, “çok kalitesiz, araştırmadan uzak, hatta ırkçı” bir karar olduğu yolunda yorumlar yaptılar.
Halbuki, mahkeme kararı bu yorumların aksine kendi içinde tutarlı; bu konudaki tıbbi bilirkişi raporlarından, bugüne kadar verilmiş mahkeme kararlarına varıncaya kadar birçok hususu dikkate alan ve iyice tartan bir karardır. Din özgürlüğü, vücut bütünlüğünün korunması temel hakkı ve anne-babaların eğitim hakkı gibi temel unsurları tartan tartışan bir karardır.
Birçok çocuk doktoru ve psikolog bebek veya çocuk yaşta yapılan sünnetin, ruh sağlığına ciddi zararlar verdikleri konusunda bilgiler sunuyorlar. Bu bilgileri tartışmasız göz ardı etmek, akıl karı değildir.
Tüm özgürlüklerin olduğu gibi, seküler bir devlette, din ve inanç özgürlüğünün de sınırları vardır. Gelenekleri, töreleri ve ritüelleri her fırsatta aklın ve pozitif bilimlerin süzgecinden geçirmek, insan olma sorumluluğunun bir parçasıdır. Aksi takdirde kemale ermek mümkün olmayacaktır.
Almanya gibi çok kültürlü bir ülkede ortak yaşamın huzurlu kılınabilmesi için anayasamızın temel hak ve özgürlükler katalogu önemli bir kılavuzdur. Orada özgürlükler tanımlandığı gibi, özgürlüklerin sınırları da belirlenmiştir. İnanç özgürlüğü (inanma, inanmama ve din değiştirme özgürlüğü) yanında vücut bütünlüğünün korunması da temel haklardandır. Bunlar birbirleriyle çeliştiklerinde, bunları tartmak ve gerek halinde bir uzlaşma bulmak gerekir. Kutsal kitaplar, inanışlar, dinsel ritüeller, gelenekler ve görenekler, işin doğası gereği eski unsurlar içerirler. Bu unsurların akıl, yeni bilgiler ve bilimin ışığında yeniden anlaşılması ve yorumlanması gerekir.
İnsanlık, artık insanın kurban edilmesi inancından vazgeçmiştir. Evlilik dışı ilişkinin cezası artık taşlanarak öldürülme (recm) değildir. Hindu kadınlar yaklaşık 100 yıldan buyana ölen kocalarıyla birlikte canlı olarak yakılmamaktadırlar. Bazı Afrika topluluklarında kızların sünnet edilmesi uygulamasına hep birlikte karşı koyuyoruz. Bu ve benzeri inanç ve geleneklerin artık tarafımızdan kabul görmemesi mutluluk ve gurur vericidir. Kadın ve erkeğin hak eşitliği, homoseksüellerin ayrımcı muameleye tabi tutulmaması konusunda bazı olumlu gelişmeler yanında, bazı olumsuz gelişmeler de gözlenmektedir.
Anne ve babaların çocukları hakkında en iyi kararı verecekleri varsayımı her zaman doğru değildir. Anne ve babalar doğal olarak çocukları için en iyi olanı isterler. Ancak geçtiğimiz yıl Almanya’da 12.700 ailenin velayet hakkı kötü muameleden dolayı ellerinden alınmıştır. Bu kararlardan bir kısmını yanlış karar olduğunu kabul etsek dahi, kötü muamele olduğu halde farkına varılmayan olayların sayısı daha da fazladır. Anne ve babalar çocukları için iyi bir şey yaptıklarını düşündükleri zaman dahi doğru yapmamış olabilirler. Gelenekler içinde kalıp, bilimsel verilerden uzaklaşmak bu sonucu doğurabilir.
Çocuklar ne ebeveynlerinin, ne cemaatlerin ne de devletin malıdır. Onlar anayasal hakları taşıyan bireylerdir. Çocuğun mutluluğunu ve sağlığını korumak yasal sınırlar içerisinde hem ebeveynlerin hem de devletin görevidir.
Seküler devlet, dini cemaatlerin ve diğer dünya görüşlerinin bireyler üzerindeki baskısını engelleyerek ve en azından hafifleterek bireylerin özgür gelişimini güvence altına almakla yükümlüdür (Alman Anayasası madde 2). Tıbbi açıdan gerekli müdahaleler tartışma dışıdır. Sadece tartışma konusu olan, çocukların ve hatta bebeklerin vücut bütünlüğüne müdahale olan kanlı dini ritüellerin ne ölçüde sadece ebeveynlerin veya dini cemaatlerin takdirine bırakılabileceği konusudur.
Sünnet olgusunda bu en ön planda duran tartışma konusudur. Erkek çocuğun veya bebeğin cinsel organının ön derisinin kesilerek vücuttan koparılmasının, vücuda geri dönüşü mümkün olmayan ve hafife alınamayacak bir müdahale olduğu konusunda hem bilimsel hem de politik fikir birliği mevcuttur. Ancak birçok ebeveynin kendilerini bu konuda dinsel veya geleneksel bir zorunluluk içinde gördükleri de sosyolojik bir olgudur.
Yasalar, çocuğun veya gencin bu karara dahil olmasını sağlayacak bir düzenleme yapabilir.
Hem toplumsal, hem de bireylerin temel hakları konusunda yapılacak böylesine önemli bir yasal düzenlemenin acil bir şekilde gerçekleştirilmesi, işin önemini görmezlikten gelmektir. Parlamenter sistemin, komisyonlarda bilirkişi görüşlerine başvurmalar dahil, tüm usule hakkıyla uyması gerekir. Ancak bu şekilde sağlıklı bir tartışma gerçekleştirilebilir. Bu yönteme uymayan bir parlamenter uygulamaya karşı koymak benim için ilke meselesidir.
İngiltere’de Yahudiler bebekleri sekiz günlük iken sünnet etmek yerine, sembolik bir tören düzenliyorlar ve ülkenin yasaları elverdiği yaşta çocuklarını sünnet ediyorlar. Almanya’da çocuk on dört yaşında tam din hürriyetine sahip olur. Bunun bir uzlaşma olup olamayacağı bu parlamenter tartışma sonucunda belirlenmelidir. Bu tartışmayı boğarak, yasaları ritüellere uydurmak, bir seküler devletin gidebileceği en yanlış yoldur.
Avukat Memet Kılıç, Almanya Federal Parlamentosu Yeşiller Partisi Milletvekili