Yaşamın korunması 'Çevre Günü'ne sığar mı?

Yaşamın korunması 'Çevre Günü'ne sığar mı?

 

Av. Arif Ali Cangı*

 

Bugün “Dünya Çevre Günü”. 5 Haziran yaklaşırken beni bir sıkıntı sarar, yılın 364 günü “çevre”yle hiç ilgilenmeyenler, hatta çevreyi olabildiğince kirletenler, kirlenmeye yol açanlar bir günlüğüne “çevreci” kesilirler. Bir anda herkes çevreye ilişkin bir şey yapmak ister, toplantılar yapılır, bu toplantılar için yana yakıla “çevreci” konuşmacı aranır, süslü püslü laflar edilir ve bu şekilde dünya çevre günü “kutlanır”. Ardından 6 Haziran sabahı kalınan yerden devam edilir, doğa unutulur, diğer canlılar unutulur, dünyanın geleceği unutulur. Bu tür samimiyetsizlik sizi rahatsız etmiyor mu?

“Çevre hakkı”nın aslında “yaşamın korunması” olduğu fark edilmeden, dünyadaki yaşamın sürdürülebilirliğini tehlikeye sokan kirlenmenin, yok oluşun nedenleri sorgulanmadan bu samimiyetsizliğin önüne geçilebilir mi?

Bugün uygulanan politikaların insan emeğinin yanı sıra doğal varlıkları da sömürdüğü ortada. Sürekli ve hızlı büyümeyi hedefleyen endüstrileşmenin geldiği aşamada, yenilenemeyen doğal varlıklar hızla tükeniyor, oluşan atıklar çevrenin taşıma kapasitesinin çok üzerinde kirlilik oluşturuyor. Teknolojik gelişmeler bu olumsuz gidişi kolaylaştırıyor, dünya çevre günü kutlamaları ile birlikte ekolojik yıkıma doğru hızla ilerliyoruz. “Ne pahasına olursa olsun büyüme” anlayışından vazgeçmeden bu yıkım durdurulabilir mi?

Herkesin konuştuğu “Çevre Günü” için birkaç not düşmeye ne dersiniz?

En son yaşanan Fukuşima felaketinden sonra, dünya nükleer santrallerden kurtulmaya çalışırken, Türkiye Akkuyu’da, Sinop’ta nükleer santral kurmak için anlaşmaları yaptı, bakanlar üçüncüsünü de yapacaklarını böbürlenerek anlatıyorlar. Diğer yandan İzmir’deki nükleer atıkların nereden geldiği konusunda açıklama yapılamıyor, yasadışı yollarla gelen bu atığın bile bertarafı konusunda acizlik yaşanıyor, iki mahalle, Karabağlar, Gaziemir ve İzmir tehlike altında. Eski uranyum madeni ocakları yöresinde kanser sıradanlaşmış.

Dereleri kurutan, yaşamı yok eden Hidroelektrik Santrallar (HES)’e karşı yaşam alanlarını savunan köylülere Jandarma dayağı atılıyor.

Bergama ile başlayan, Uşak-Kışladağ, İzmir-Efemçukuru, Kozak Yaylası, Kazdağları, Artvin, Erzincan, Gümüşhane, Niğde-Ulukışla, Dersim-Ovacık ve pek çok yerde yerin altındaki “altın” için yerüstündeki yaşam tehlikeye atılıyor.

Yüzlerce emekçinin canı feda edilerek yeraltından çıkartılan kömür, küresel iklim değişikliğine yol açıyor, insan eliyle kıyamete gidiliyor.

Ormanlar, sulak alanlar, meralar, yaylalar endüstrileşmeye, yağmaya, talana açılıyor, ekosistemler yok ediliyor.

Halkın katılımı olmadan yürütülen çevresel etki değerlendirme (ÇED) süreçleri işletiliyor, bu yetmiyormuş gibi ÇED muafiyetleri genişletiliyor.

Köylülerin geçimlik arazileri zorla ellerinden alınıyor doğayı mahvedecek faaliyetler için şirketlerin mülkü haline getiriliyor, yoksulları mülksüzleştiren, yerinden yurdundan eden acele kamulaştırmalardan geçilmiyor.

Yaşam alanlarını korumak için yola koyulanlara akla hayale gelmeyecek suçlamalar yöneltiliyor, ceza ve tazminat davaları açılıyor.

Toprağı, havayı, suyu, yaşam alanlarını koruyan yasalar, yönetmelikler değiştiriliyor.

Adına “çılgın projeler” denen lüzumsuz devasa yatırımlarla, her alanda sömürüyü derinleştiren, yaşamı yok eden düzen sürdürülmeye çalışılıyor ve bunu durduracak yaşamın siyaseti bir türlü örgütlenemiyor.

Bu olumsuzluklar uzatılabilir, bu kadarı yetmez mi?

Bütün bu yaşananlar karşısında yılda sadece bir gün “çevre”nin konuşulması sizi rahatsız etmiyor mu?

Sahi sizin uykularınız kaçmıyor mu?

 

*Arif Ali Cangı - Yeşiller ve Sol Gelecek Partisi 1. Dönem Eş Sözcüsü