Eski Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt, 32. Gün programında 27 Nisan Bildirisi’ni bizzat kendisinin kaleme aldığını açıkladı ve bildirinin arkasında durdu. İşte o söyleşinin tam metni: Mehmet Ali Birand: 27 Nisan Bildirisi nasıl oldu? Yaşar Büyükanıt: Şimdi şunu söyleyeyim, silahlı kuvvetin görevi yasalarla veriliyor. Bu yasalarla size verilen görevlerin ben bir kısmını yaparım, bir kısmını yapmam deme lüksümüz yok. Neyse gereği eğer bu bildiri yayınlamaksa bildiri yayınlanır, bu da bir önlem. Darbeye kadar götüremezsiniz beni. Benim meslek hayatım boyunca basınla hep yakın ilişkim oldu, bir gün bile basının önüne çıkıp ‘beni yanlış anladılar’ demedim. Yanlış anladılarsa siz yanlış anlatmışsınız demektir. MAB: 27 nisandaki sert açıklamanızı, keşke yapmasaydım diyor musunuz? YB: Hayır, görüyoruz, izliyoruz... Zaten yaşanan herşeyi bu açıklamaya koymadık. Daha pek çok yaşanan olay var. Örneğin Kutlu Doğum Haftası, Millî Eğitim Bakanlığı’nın hangi günleri kutlayacağı yönetmelikte vardır, yönetmelikte Kutlu Doğum Haftası yok ama bakanlığın sitesine girdiğinizde yönetmelikte olmayan şey sitede var. Ben de saygı duyuyorum, anlamlı gün ama neden kuralları çiğniyorsunuz? O zaman yönetmeliğe koyun kutlayın. Anaokullarına kadar yayılıyor bu. MAB: AKP’nin genel seçimlerde ki başarısı askeri erozyona ugrattı mı? YB: Bu rejimin tek muhafızı asker midir? Her kesim üzerine düşeni yapsa, şiddete baş vurmadan yasal yollarla tepkisini gösterse, başarılı bir sonuç alınılabilirdi. Ama bu yapılmayınca iş askere kalınca, askerin de yapacağı tek şey kalıyor: Silahı eline almak. Rıdvan Akar: 27 Nisan açıklamasından sonra başbakanın sizi aradığı ama sizin telefona çıkmadığınız rivayet edildi, doğru mu? YB: Ertesi sabah ben gittim, Ankara’da değildim. İstanbul’dan kendisiyle konuştum. MAB: Ne gerek vardı böyle bir şeye diye sordu mu başbakan size? YB: Neden sebep olduğunu sordu medeni bir şekilde konuştuk. MAB: Bütün sebepleri anlattınız mı? YB: Zaman zaman anlattım ben başbakana. Bakın ben MGK’da konuşmadığım bir şeyi kamu oyuna açıklamam. RA: 27 Nisan'dan sonra başbakanlığın yaptığı açıklamada ‘ Genelkurmay Başbakanlığa bağlı bir kurumdur’ minvalindeki sözlere ne diyorsunuz? YB: Genelkurmay Başkanlığı başbakana karşı sorumludur. RA: Satır arasını okursak? YB: Hatırlatmış oluyor ama biz biliyoruz zaten. MAB: Genelkurmayda subayları en çok ne kızdırır? Subay darbe düşünür mü? YB: İzin verirseniz kızdırma lafını üzer diye değiştirelim. Kızdığı da olabilir tabi, TSK iki konuda hassastır, birincisi; anayasada tarif edilen cumhuriyetin tarifleri, ikincisi devletin üniter yapısı, bu konularda bir zafiyet varsa mesela PKK terörü yada anti-laik hareketler gibi bunlar tabii ki rütbeli insanları üzer. 27 nisan bir muhtıra değil YB: 27 Nisan bildirisi, muhtıra değil. MAB: Muhtıra değil diyorsunuz ama dili ve şekli muhtıra olarak algılandı. Bunu siz kendiniz mi yazdınız? YB: Evet bunu ben kendim yazdım. Cuma akşamıydı. Oturup bizzat kendim yazdım. Neden Cuma akşamı verdik? Ertesi gün Ankara’dan ayrılmam gerekiyordu. Dolayısıyla gitmeden önce yayınlanmasını arzu ettim. MAB: Neden istediniz? YB: 27 Nisan Bildirgesi TSK’ nın laiklik karşısındaki hassasiyetini vurgulayan bildiridir. Laikliğin zedelenmekte olduğu kuvvetli şekilde ortaya çıktı. Bildiri de bir de laiklik vurgusu vardı. Cumhurbaşkanlığı seçimi değildi. Cumhurbaşkanı ile ilgili olarak tek bir cümle vardı. RA: İzin verirseniz o kısmı okuyayım? Cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde laiklik karşıtı faaliyetlerde vahim bir artış vardır diyorsunuz. YB: Cumhurbaşkanlığı seçimi süreci Laik-Anti laik tartışmalarına odaklanmıştır. MAB: Yani sizi bu bildiriyi yazmaya iten Türkiye’deki laiklik aleyhtarı gelişmelerdir. YB: Evet. Parti kapatma davası genelkurmayın bu hassasiyetini teyid etmiştir. MAB: Peki Genelkurmay fişeklemiş olmadı mı o süreci? Parti kapatılmasına karşıyım YB: Hayır, ben yanı o parti kapatılan şu parti kapatılmasın. Böyle bir düşünce içinde olmam mümkün değil. Kaldı ki parti kapatıldıktan sonra o malzeme duruyorsa tekrar kuruluyor. Ben çocukluğumdan hatırlarım, Aziz Nesin’in hazırladığı muhalif bir “Kara Kedi” yayını vardı. Tabi ben o zaman çocuktum, bilmezdim muhalifin ne olduğunu. Her hafta kapatılırdı, sonra “Kapkara Kedi”diye tekrar çıkartılırdı. Dolayısıyla parti kapatmaların genel gidişata pek bir katkısı olmuyor. Güneydoğu hassas noktamız Yaşar Büyükanıt: Asker de insandır, basından da televizyon yayınlarından da etkilenebilir. Etkilenmemesi mümkün değil, mesela PKK’ya yakın bir organizasyonun mensubu çıkıp diyor ki: ‘29 mart seçimleri Kürdistan’ın hududunu çizmiştir’. (DTP Milletvekili Pervin Buldan) Şimdi terörle mücadele eden insanlarımızı düşünün. Bu söz karşısında mutlu mu olur? Hayır olamaz. Bir başka üye de kalkıp ‘Obama Türkiye’ye gelince, Güneydoğu için özerklik isteyeceğiz’ diyor. Şimdi bunlar askeri üzmez mi? Sadece askeri değil vatandaşı da üzer. Asker de etten ve kemikten yaraltılmıştır. Dolmabahçe’de Erdoğan’la herşeyi konuştuk RA: Ben kritik ve harkesin merak ettiği bir sorudan başlamak istiyorum; ünlü Dolmabahçe görüşmesi, sayın Başbakan ile yaptığınız. Ne konuştunuz efendim, çok merak ediyoruz ? YB: Teşekkür ederim bu suali sorduğunuz için, ben de zaten tahmin etmiştim. MAB: Başbaşa olan bir görüşmeydi, yani hiç kimse yoktu değil mi? YB: Yoktu, yoktu hayır. MAB: Şimdiye kadar belki ilk görüşmedir ki kimse birşey söylemedi. RA: Tutanak da mı tutulmadı? YB: Ben tutmadım. Sayın Başbakan’ın da not aldığını görmedim. MAB: Sonrası ne oldu? Bir gazeteci merakıyla soruyorum. YB: Bir sürü şehir efsanesi türetildi. Ben biraz şaşırdım. Çünkü bu gizli bir toplantı değil. Neden değil? Çünkü Dolmabahçe’deki Başbakan’ın çalışma ofisine resmî üniformam, forsum bir sürü basın ordusunun arasından geçtim girdim. Genel Kurmay Başkanı Başbakan’la çeşitli kereler görüşür. Şimdiki Gen. Kur Bşk. da programı müsait olduğu sürece her hafta başbakanla görüşüyor. Ben neden bu kadar merak edildiğini anlamıyorum. Her başbakanla görüşüldüğünde dışarı çıkıp biz şunları görüştük demek bir kere uygun olur mu? Uygun olmaz. Hassas konuları başbaşa konuşuyorsunuz. O size bir sürü önemli şey söylüyor, siz ona söylüyorsunuz. Milli Güvenlik Kurulu toplantılarında bir sürü hassas şey konuşuluyor; ama bir bildiri yayınlanıyor, o kadarla yetiniliyor. Peki o kadar mı konuşuluyor? 4 saat 5 saat. Herşey. Yani gizli görüşme olsa öyle imkanlarımız da var. Gidersiniz bir yerde oturursunuz başbaşa, ki öyle görüşmelerimiz de oldu. MAB: Ama bu görüşmelerin sonunda bu görüşmedekiler aramızda kalsın diye bir mutabakatınız oldu değil mi? YB: Olabilir tabii. RA: Biz merakla bu görüşmenin içeriğini öğrenmek istiyoruz. YB: Ben Başbakan ile çeşitli kereler başbaşa görüştüm. O görüşmelerde de hassas konular gündeme geldi. Ben kendi düşündüklerimi söyledim. Başbakan kendi düşündüklerini söyledi. Ama hiç birinden çıktıktan sonra da biz şunu konuştuk, bunu konuştuk, böyle birşey olmaz. Bu devlet terbiyesinde olmaz. Tabii çok çirkin, afedersiniz bu kelimeyi kullandığım için, çok çirkin iddialar da öne sürüldü. Efendim ben görüşmeye gittiğimde sayın başbakan önüme dosya atmış. Ne dosyası, eşimin evdeki harcamaları. Ben de eyvah demişim. Durum kötü. Ben artık konuşmayayım demişim. Bir köşe yazarı bunu dedikoduya dayalı olarak yazdı. Manevi tazminat davası açtık. Hem ben, hem de eşim. İkimiz de kazandık. MAB: Ama hiçbir açıklama yapılmayacak havası yüzünden çıktı bu. Başbakan en çok neyin üstünde durdu orada? YB: Ben birşey söyleyemem. Peki şunu da düşünmek lazım. Neden hiçbir şey sızmadı? Yani şu da var, Türkiye’de hiçbir şey sır kalmıyor. Ama şu da var. Bu o şantajın yapıldığı anlamına mı geliyor? 27 Nisan ve TSK dahil her şey ele alındı RA: 27 Nisan süreci sonrasında bu görüşmede TSK’nın AKP ve laiklikle ilgili kaygıları, hükümetin de TSK’nın konumu ile ilgili kaygıları konuşuldu mu? YB: Yanılmıyorsam 2 buçuk saate yakın bir süre her konu konuşuldu. Herşey konuşuldu. Ama her konuşulanı da dışarıya açıklamanın şeyi yok. MAB: Başbakan yahu neden bu muhtırayı yayınladınız diye sormadı mı? 27 Nisan’ı Başbakan’la daha önce konuştuk YB: Onu daha önce konuştuk. Dolmabahçe konuşmasından önce. Anlattım. Bunu yayınlamamıza neden olan şeyleri açık açık anlattım. RA: Örneğin şöyle bir cümleniz var mı efendim: Biz TSK olarak AKP hükümetini şöyle algılıyoruz, laiklikle ilgili şöyle bir kaygımız var; AKP hükümetinin de .... böyle bir cümleniz var mı? YB: Şimdi bakın öyle bir cümle değil, öyle breefinglerimiz var. Askeri şura 2 kez toplanır. Biri ağustos şurasıdır, terfiler vs. Bir de kış şurası vardır, şubatta. Biz buralarda bu konudaki görüşlerimizi çok da açık şekilde belirttik. Geçmişte olduğu gibi. Bununla Dolmabahçe’yle bağlantı kurmak bana göre çok mantıklı değil. RA: Peki bir mutabakat çıktı mı toplantıdan? Yani biz bundan sonra işi e maillerle, basın önünde açıklamalarla götürmeyelim diye. Sorun olduğuna görüşelim diye YB: Çok normal olarak. Yani usul bu zaten.RA: Ama 27 Nisan bunun dışındaydı. Bu teamüllere dönelim gibi bir mutabakat sağlandı mı? YB: Devlette kurumlar arasında uyum olması lazım. Bu uyumun sağlanmasından da Cumhurbaşkanlığı kurumunun sorumlu olması lazım. Çok saygı duyduğum halde Sayın Cumhurbaşkanı Demirel bir demeç vermiş, “görevdeyken düzeltselerdi” diye. Bundan Genelkurmay başkanı sorumlu değildir ki. Yetkili değildir ki. Bundan Cumhurbaşkanı yasal olarak sorumludur. ‘Çankaya’da başörtülü eş görmek beni incitmez’ RA: Cumhurbaşkanlığı sürecinde TSK nın sürece müdehale ettiğine dair çok ciddi kanı vardı kamuoyunda. YB: 27 Nisan bildirisinin Cumhurbaşkanlığı seçimiyle yakından uzaktan ilgisi yok. Ondan önce sizi 12 nisana götüreyim. 12 nisanda genelkurmayda basın toplantısı düzenledik. Orda bir soru üzerine Cumhurbaşkanı’nın aynı zamanda bir başkomutan olduğunu, dolayısı ile TSK’yı yakından ilgilendirdiğini, seçilecek cumhurbaşkanının Laik, demokratik, hukuk üstünlüğü kelimelerine uygun olacağını umut ediyorum dedim. Umut kelimesi var. RA: Bir sözünüz daha var. Cumhuriyete sözde değil özde sahip çıkan bir kişinin cumhurbaşkanının seçilmesini arzu ederiz. Böyle bir kaygınız mı vardı? YB: Bundan başka bir şey düşünülebilir mi? Yani seçilecek Cumhurbaşkanının anti laik- faşizan biri olmasını umut ediyorum denebilir mi? RA: Akıllara karpuz kabuğu düşürdü efenim bu deyim. Siz özde ve sözde ayrımı ile sözde laikliğe sözde sahip çıkan bir cumhurbaşkanı’nın varlığını topluma uyarmış oluyorsunuz. Şimdi siz Laikliğe özde sahip çıkan bir Cumhurbaşkanı’nın olduğunu düşünüyor musunuz? YB: Ben Cumhurbaşkalığı makamını işgal eden bir kişi için yorum yapmak en azından kişisel terbiyem açısından müsait değil. O makam ı Atatürk’ün makamıdır. Taktir edersiniz ki yorum yapmam doğru değil. MAB: Cumhurbaşkını’nın eşinin türbanlı olması gerilim yarattı mı? YB: hayır ama şu oldu. Sosyal hayatta bir takım kısıtlamalar oldu. Şimdi türban ile başörtüsünü karıştırmamak lazım. Arada çok büyük fark var. MAB: bu bildiri ak partiye çok oy kazandırdığı izlenimi oldu. Sayın Gül’de meydanlara çıktığında beni cumhurbaşkanı seçtirmediler dedi. Pişman oldunuz mu bu bildiriyi yayınladığınız için? YB: hayır. Bir kere anayasa mahkemesinin kararı bizi haklı çıkardı. Ne kadar isabetli bir şey yaptığımızı düşündük. Ayrıca aylara göre eğilimleri Tahran Erdem bey çıkarmıştı. ocak 2007 den itibaren sürekli artış var. 27 nisan bildirisinden önce %45ti. Tesir etmiştir, etmemiştir onu ben bilemem. Ergenekon doping etkisi yaptı Büyükanıt, Ergenekon çevrelerince kendisinin de hedef alınarak mağdur edildiğini söyledi. MAB: Ergenekon sizce bir komplo mu? YB: Bilemiyorum MAB: Algılamanız ne? Nasıl yorumluyorsunuz? YB: Tabii tam bir algılama yapamıyorsunuz. Samimi söyleyeyim değerlendirme de yapamıyorsunuz çünkü bilgilere sahip değilsiniz. Yani o bilgiler bende yok. Ben basına yansıyan yönleri ile biliyorum. Bir de tam o ilk tutuklanmalar görevi bırakmamdan kısa süre önce, temmuz başında yanılmıyorsam.. MAB: Engelleyemez miydiniz, komutanlarınızı koruyamaz mıydınız? YB: Peki... Çok güzel bir sual ama cephanelerim var... Bakın bu bana çok söylendi haklısınız. Özellikle emekli orgeneraller gidip lojmanlarından alınıyor. Niye Genelkurmay Başkanı buna mani olmuyor. MAB: Kendi arkadaşını korumuyor, silah arkadaşını korumuyor... YB: Silah arkadaşını korumuyor. Bakın TCK’ya ek olarak çıkartılmış bir yönetmelik var. Bu adli ve önleme aramaları. Bir şeyi ya bir adli savcı gelecek ya da bir önleme araması yapacaksınız. Yani efendim şuradan gelecek, kamyonun içinde terörist var diyecek, jandarma önleme alacak. Bu yönetmeliğin 14. maddesi bunu yorumluyor. Askeri mahallerde yapılacak arama. Askeri mahal nedir? Orduevi nedir? Askeri lojmanların olduğu diyelim ordu evindeki bir konut. 14. madde şöyle diyor: Askeri mahallerde yapılacak arama cumhuriyet savcısının talep ve katılımı ile askeri makamlar tarafından yerine getirilir. Bir insiyatif vermiş mi askere. Hayır. MAB: Yapamazdım diyorsunuz yani. YB: Yapamazsınızki. Kanun bu yani, durum böyle iken niye korumadın? Yani şunu diyebilir mi bir Genelkurmay Başkanı ya da yüksek rütbeli bir subay. ‘Ben kardeşim kanun manun anlamam giremezsin içeri’. İki tane de tank götürür. E nasıl hukuk devleti, nasıl hukuk devleti. Bu kadar açıkken maalesef. E rahmetli Uğur Mumcu’nun bir lafı vardır: Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan... Söylüyor geçen gün sizinle de sohbet ederken de söyledim. Bir beyefendi de sordu bir komutanımızın yanında oturuyordu. Dedimki açın hukuk okuyun dedim. MAB: Bu konuda hiç size niye korumadınız, niye şey yapmadınız diyenler oluyor mu? YB: Tabii. Ben de izah ediyorum MAB: Bu bir problem mi? YB: Problem değil. MAB: Yani TSK’nın içinde yaralanıyor mu insanlar? YB: Mesela benim onların içinde yıllarca beraber çalıştığım insanlar var. MAB: Bu konuda size; niye korumadınız, niçin? YB: Tabii. Ben de izah ediyorum. MAB: Bu bir problem mi? YB: Hayır problem değil. MAB: Ama TSK’nın içinde. YB: Tabii, tabii. YB: Çünkü mesela benim onların içinde yıllarca beraber çalıştığım insanlar var. MAB: Ergenekon’u nasıl görüyorsunuz? Düşmanca bir hareket mi? Emniyet’in komplosu olarak mı görüyorsunuz? Birçok masum insanın da bütün bu hengamenin içine çekildiği... YB: Şimdi Ergenekon o kadar genişlemiş durumda ki suça gerçekten bulaşmış insanlar olabilir. MAB: Mesela Veli Küçük sizin için nedir? YB: Emekli bir generaldir. MAB: Peki suça bulaşmış vs. YB: Şimdi bakın hukuki süreçte ben onu bilemem. Ne ifadesini gördüm ne de başka bir şey... Yani bakın vatan millet diye toplanmış, daha sonraysa başka yerlere gitmiş küçük gruplar olabilir. Bunların hepsini çözecek olan yargı. RA: Bakın şu belge Ergenekon iddianamesinin eklerinden. El yazısını tanıdınız mı? YB: Benim elyazım bu. İşte bakın ne alakası var bunun iddianameyle. Ablamın ölüm şeysi. RA: Ergenekon iddianamesinde Şener Eruygur’un ADD’deki odasında bulunan bir CD’de sizinle ilgili dosyalar çıkıyor? Bakın eşinize ait sağlık bilgileri bile var. Neden? Eruygur’dan bunları beklemezdim MAB: Toplamış mı bunları? YB: Valla ben bilmem bunu. Onu Şener Paşa’ya soracaksınız. Bakın daha önce de çeşitli karalama kampanyalarında benim gelmişimi geçmişimi döktüler. Ben de hiç tanımadığım akrabalarıma rastladım. Tabii kişisel verilerin toplanması yasal olarak suçtur. MAB: Bekler miydiniz Eruygur’dan böyle birşey? YB: Hayır. Hayır. MAB: Şaşırdınız mı? YB: Çok şaşırdım. Yani ne alakası var. Kızımın arkadaşları, ablamın rahatsızlığı. Yani ne alakası var. Ben anlayamadım. MAB: Eruygur Paşa ne yapmak istemiş? YB: Özden Örnek günlüklerine göre sizin Kara Kuvvetleri Komutanı olmanızı ve sonrasında Genelkurmay Başkanı olmanızı engellemek için yapılmış. Sizin pasifize edilip yerinize bir korgeneralin geçirilmesi gibi bir senaryo var. YB: Evet, evet. Ben de okudum onları. 1. Ordu Komutanı’ydım o ara. ‘Bu adamdan bize hayır gelmez. Altından bir Kor. Gen çıkartalım’ diye. MAB: O zaman mı başladı kampanya? Çünkü size karşı müthiş bir kampanya başladı. YB: Şöyle söyleyeyim, ben 1. Ordu Komutanlığı’na gelene kadar hakkımda en ufak bir şey çıkmamıştı. Sonra birdenbire, Allah Allah o adam ben miyim, bu kadar çıt çıkmayan, milyarlarca dolarlara imza atmış bir insan, birden bire bir kampanya. Yani bakın tekrarlıyorum benim bilmem mümkün değil ama o dönemde başladı. 2003’te başladı. RA: Örnek günlüklerinde Aytaç Yalman, Özden Örnek’e diyor ki: Büyükanıt’ın Genelkurmay Başkanlığı’nın önlenmesi için Eruygur Hükümet ile işbirliği yapmaya hazır. YB: Evet. Yani ben de basından okudum. RA: O dönemde sizin çevrenizde böyle bir mekanizmanın harekete geçtiğini hissediyor muydunuz? Önlem alıyor muydunuz? YB: Hissetmeyi bırakın, yaşıyordum. Yaşıyordum. Bakın bir gün internette bir haber dolaşmaya başladı. Bütün Türkiye’deki o patlamaları, çatlamaları yapan benim. Suyum, buyum, böyle karalamalar falan. Gönderen kim biliyor musunuz? Yani sim’i. Rahmetli ablam. Yani bu kadar. Onun ismini yazmışlar. Ablam. İş buraya kadar gitti. Yani bakın iki saat içinde 15 bin tane mail atıldı diyorum. MAB: Yani siz bir anlamda Ergenekon mağdurusunuz. YB: Evet, hakikaten öyle. Bu çeşit girişimler Allah’tan bende aşı etkisi yarattı. Direncim arttı. RA: Özden Örnek günlüklerinden.... Aytaç Yalman, Örnek’e Yaşar’la ilgili yapabileceğim bir şey varsa bilgim olsun diyor. Eruygur’a karşı. Sn Genelkurmay Başkanı’na sizin terfiniz konusunda herhangi bir telkinde bulunuldu mu efendim? YB: Benim bilgim dahilinde, hayır. MAB: O dönemde böyle hareketler olunca duyulmaz mıydı? Yani sonuçta siz ordu komutanısınız. YB: Bakın şunu söyledim. Birşeyler olduğunun farkındaydım. Ama ne yapanı biliyorum, ne edeni biliyorum. Hissediyordum tabii, hissetmez miyim. Tabii bu kuvvet komutanı olmamla birlikte kısa bir sukunet döneminden sonra Genelkurmay Başkanı olacak mı diye, sonra tavan yaptı. MAB: O zaman bunun ciddi olduğunu düşünüyorsunuz? YB: Yani bakın ben hukuk anlamında kendimi eğittim. Ciddi birşey söylerken özellikle kimseyi delil olmadan suçlamamayı öğrendim. Karargahta darbe planı bulamadım RA: Sayın Büyükanıt Sarıkız ve Ayışığı’ndan haberdar oldunuz mu? YB: Ağırlıklı olarak 2003-2004 periyodunda 1. Kuvvet Komutanı’ydım. İstanbul Selimiye’deydim. Böyle her zaman dedikodular olur, her zaman. MAB: Ama bunları duydunuz mu, bu dedikoduları? YB: Böyle Sarıkız- Yeşilkız diye dedikodu duymadım. Çünkü orduda olduğunuzda ilgi alanınız çok farklı. Orda kıtalarla ilgilisiniz. Benim de en sevdiğim işlerden bir tanesi. Dolayısıyla Ankara’da değildim. Onun için ben açık söyleyeyim. 12 Mart’da da 12 Nisan’da da basın toplantısında açıkladım. Genelkurmay’da da, Genelkurmay Baskanı olduğumda bir daha baktırdım. MB: Baktırdınız mı? YB: Evet, baktırdım. RA: Özden Örnek’e izafe edilen ve mahkeme kayıtlarından da büyük ölçüde doğrulanan günlüklerden bir bölüm okuyayım; MAB: Bir saniye çok önemli, araştırttınız yani? YB: Evet. Mümkün değil araştırmamak. Var mı bir şey, bilgi belge. Hiç bir şey bulamadım. Nitekim Sn. Genelkurmay Başkanı da yaptığı basın toplantısında (Genelkurmay Başkanı İlker Başbuğ’u kastediyor) benim 12 Nisan’daki sözlerime referans yaparak aynı şeyleri söyledi. MAB: Ama bilgi belge olmaz ki, şu olmaz mı; istihbarat görevlileriniz çağırıp böyle günlükler yayınlanıyor bir araştırın bunu? YB: Tamam, bir şey yok, belge yok. MAB: Ama dergide yayınlanmış. YB: Ben de dergiden okudum. RA: Sayın kara kuvvetleri komutanının ağzından Sn. Özden Örnek’e böyle bir konuşma yaptığı günlükte yer alıyor ve diyor ki; önceden nabız yoklandığı için hiç bir catlak ses çıkacağını zannetmiyorduk. Hatta Kara Kuvvetleri Komutanı Yaşar ile de görüşmüş. Burada sizi kastettikleri yer alıyor. Ben de bu konuyu çok merak ediyordum. Zira Yaşar ilerde ‘g’ olabilecekti. (Genelkurmay Başk. olabilecekti). Ama o da kendinden beklendiği şekilde, önümüzde iki seçenek var; ya bu iktidar’a hiç sesimizi çıkarmayacağız ya da sopa zoruyla istediğimizi yaptıracağız demiş. Kendisinden ben de bunu beklerdim, ama gene de onu takdir edip mümkün olduğu kadar kendisini korumamız lazım. diyor... Böyle bir konuşma oldu mu efendim? YB: Şimdi şöyle söyleyeyim; Özden Örnek çok yakın arkadaşım. Yurtdışında da beraber hizmet yaptık. Ailece çok yakınız. Böyle bir konuşmayı gördüm, basına da yansıdı. Hatırlamadım inanın. Hatırlayamadım, çıkaramadım. MAB: Normal olarak bakıldığında bir çok kişi; mantıklı diyor. Konuşmalar filan oturuyor, pek bir üfürülmüş değil. Size gerçekçi mi geldi yoksa dikkate bile alınmayacak gibi mi? Günlüklerde beni zehirliyorlar bile... YB: Tabii bakın bir karara varmak için belge lazım. Şimdi ben otururum sizin adınıza bir günlük yazarım. Bu kadar deyaylı yazabilir miyim, yazamam. Ama yazabilirim yani teknik olarak mümkün. Dolayısıyla bir yargıya varmak çok zor. RA: Günlükten sizi ilgilendiren bir başka bölüm okuyabilir miyim. YB: Çok var beni ilgilendiren bölüm, beni zehirliyorlar bilmem ne yapıyorlar. RA: Bir Türkiye tablosu çiziyorsunuz. Türkiye ve dünya tahlili yapıyorsunuz. Onu Özden Örnek günlüklerine almış. Ortaya koyulan stratejinin, bazı gerekli parametrelerin ilavesiyle gözden geçirilmesi uygundur. Vahim bir tablo jeopolitik açıdan ABD ve AB ülkemize Ortadoğu’da yeni bir rol biçmeye çalışmaktadır. Yeni model bir Türkiye yaratmaya çalışmaktadırlar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ABD’ye gittiğinde Fethullah Gülen ile buluştular. Ak ismi bilerek ve kasıtlı olarak Bediüzzaman yazılarından alınmıştır. ABD, AB ve Türkiye’yi manipüle etmektedir. Direnmenin başladığı yerde ekonomi bir silah olarak kullanılmaktadır. Pozitif davranmalıyız. Acaba zaman mı geçti, bence geçti death line seçimlerdir. Eylem planında tedbirleri sıralamak kolay ama uygulanabilir olmalıdırlar. Kamuoyu desteği için en önemli kaldıraç basın-yayındır bunu kullanmalıyız. Bu tahlili yaptınız mı? YB: Şunu yaptım, bu çok eklenmiş ama AK Parti çözümü doğrudur. İfade ettim. ‘Genç Subaylar enjekte edildi’ Rıdvan Akar: 2003’te meşhur ‘genç subaylar rahatsız’ açıklaması var. Bu genç subaylar sıkıntılarını, üstlerine yansıtırlar mı? Yaşar Büyükanıt: ‘Genç subaylar rahatsız’ ibaresi üretilmiş bir haberdir, birileri tarafından enjekte edilmiş. RA: TSK içinden birileri mi? YB: Hayır... Sadece bu kadarını söylüyorum ama enjekte edilmiştir. Mehmet Ali Birand: Neden? YB: Genelkurmay Başkanlığı üzerinde baskı yaratır mı düşüncesiyle üretilmiş bir şeydir. Tabi bunu bu kadar açık söylediğime göre itimat buyurun böyledir. Yoksa subayın genci yaşlısı yok. O zamanın Genelkurmay Başkanı Sayın Özkök tarafından da, hatta o onun zarif üslubunu aşan bir tepkiyle cevap vermiştir. RA: Bunu yapmalarının amacını TSK’yı siyasete sokmak, bir askeri darbe olmasını sağlamak olduğunu düşünebilir miyiz? YB: Yani darbe demeyeyim ama baskı hani tam sağ pres diyorlar ya. MAB: Peki bu durumlarda Genelkurmay’ın radarları nasıl işler? YB: TSK’ya bir sistem anlayışı içinde bakmak lazım, bir sistem bütünlüğü içinde baktığınızda bugun artık sistem mühendisliğide ön plana çıkmış bilim dalıdır.. Andıç olayı büyük bir hataydı Genelkurmay eski Başkanı Büyükanıt 32. Gün programında Andıç’ı da anlattı: MAB: Andıç olayını nasıl yorumluyorsunuz? Hâlâ kimse çıkıp da kimse o olayın yanlış olduğunu söylemedi, sanki çok normal bir şeymiş gibi. YB: Andıç olayı ortaya çıktığında ben Genelkurmay 2. Başkanı’ydım. Kıvrıkoğlu Paşa Genelkurmay Başkanı’ydı. Hakikatten imzasız bir taslaktı andıç. İsimler sıralanmıs ama imza yoktu (hiçbirinin). MAB: Andıç hata mıydı? YB: Evet evet evet... Karadayı’nın ses kayıtları RA: Sayın Karadayı’nın illegal olarak dinlenmiş bir ses kaydı var. Cumhurbaşkanlığı sürecinde farklı siyasi parti temsilcilerinin bu seçime girmemesi yönünde kendisinin telkini olduğunu anlatan ses bandı var. Sizin arka arkaya 12 Mart açıklaması, 27 Nisan açıklamanız, ardından Sayın Karadayı’nın girişimi. Bunlar siyaset değil mi efendim? YB: Benim Karadayı komutanımın olayına bir şey demem mümkün değil. Ne olduğu da belli değil. Dolayısıyla onları alt alta koymak elma ile armudu alt alta koymak gibi bir şey oluyor. Kusura bakmayın.. Kimse darbenin yararlı olduğunu iddia edemez Büyükanıt, 27 Nisan bildirisini değerlendirdikten sonra askeri darbelere ilişkin şunları söyledi: RA: Darbeler askere ve demokrasiye zarar verdi mi? YB: Çatışmalar sona erdi, sükunetin sağlanmasında yararlı oldu. Sigara, benzin, yağ bulamıyordunuz, nasıl ortaya çıktı? Bunlar darbenin yararlı yönleri. Ama genel anlamda darbelerin (ki ben darbe lafını kullanmayı pek sevmem) darbelerin pek yararlı olduğu söylenemez. Bunu ifade etmek dürüstçe bir söz olur. Emniyet telefonlarımı dinledi Hakkari’nin Şemdinli ilçesinde Umut Kitabevi’nin bombalanmasının ardından telefonlarının dinlendiğini belirten Yaşar Büyükanıt, adres olarak da Emniyet’i gösterdi. Büyükanıt, isim vermeden dönemin Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Sabri Uzun’un kendisinin şikayeti üzerine görevden alındığını belirtti. Şemdinli İddianamesi’nde kendisinin adını geçiren eski savcı Ferhat Sarıkaya’nın da görevden alınmasının yine kendi şikayeti üzerine geliştiğini ima etti. Sınırötesi kara harekatı, Kuzey Irak’taki PKK kampları ve TSK’nın PKK’ya karşı sürdürdüğü savaşa ilişkin değerlendirmelerde bulunan Yaşar Büyükanıt, emeklilik günlerine ilişkin de açıklamalar yaptı. Askerin siyasete karışmasını doğru bulmadığını da sözlerine ekleyen Yaşar Büyükanıt, Mehmet Ali Birand ve Rıdvan Akar’ın sorularını şöyle yanıtladı: RA: En çok merak ettiğim şey o. Emniyet sizinle ilgili bir araştırma mı yapmış. Neyi araştırmış sizinle ilgili? YB: Şemdinli olayları sırasında Meclis’e gidip Emniyet İstihbarat Daire Başkanı benim hakkımda uydurma beyanatlar veriyor. Ben bunu ilgili makamlara ilettim ve o adam hemen görevden alındı. RA: Savcının da işine son verildi. YB: Evet. Bu bir gerçek. Böyle birşey olabilir mi? Genelkurmay Başkanı olduğum dönemde telefonumun dinlendiğinden şüphe etmiyorum. RA: Ne yapmışlar peki? Nasıl araştırmışlar? Dinlendiğimden şüphe etmiyorum YB: Her şey MAB: Telefonunuz dinlenmiş mi? YB: Hiç şüphe etmiyorum. RA: Yani TSK Genelkurmay Başkanı’nın telefonunun dinlendiğine dair kafanızda hiç şüphe yok. Bu şifreli telefonlar da bu yüzden mi? Yani Emniyet’ten sakınmak için mi? YB: Hayır o bizim genel güvenliğimiz açısından. Şimdi şu var. Şemdinli olayları çok vahim birşey oldu. Haziran 2006’da bir yerde Suvari Günü kutlaması yapıyorduk. İki saat içinde 15 bin e-mail yollandı beni karalayan. RA: Amerika merkezli biryerden yollandığı iddia edildi. YB: Şimdi şu var. Bu iletişim öyle bir hale geldi ki, takip ediyorsunuz, ediyorsunuz, Amerika’da bir yerde ucu kayboluyor. Ama birşey var ki birkaç saatte 15 bin e maili ancak bir teşkilat atabilir. MAB: Kim peki bu teşkilat? YB: Onu bilmiyorum. Kesin bilmediğim birşeyi hayatımda söylemedim. Faili meçhul kaldı yani. RA: Siz TSK’nın Genelkurmay Başkanısınız ve dinlendiğinizden şüphe etmiyorsunuz. TSK’nın elinde yeterli teknoloji var ve bunu size söyleyebilirler. Söylediler mi? YB: Evet bu bana iletildi. Yani şu anda dinliyorlar diye değil de. Böyle bir tespit yapıldı. RA: Dinleyen kaynak kimdi? Emniyet miydi? YB: Bakın bilmiyorum onu. Bilmediğim şeyi söylemem. Astsubayı tanıyordum RA: Siz TSK’nın Genelkurmay Başkanısınız ve telefonlarınızın dinlendiği kanaatindesiniz ve bundan şüphe ediyorsunuz. TSK’nın elinde yeterli kaynaklar varki telefonunuzun dinlenip dinlenmediğiniz size söyleyebilirler.... Söylediler mi şu anda telefonunuz dinleniyor. Telefonunuzu dinliyorlar diye tespit yapıldı ve bu size iletildi öyle mi.. Dinleyen kaynak kimdi emniyet miydi YB: Bilmiyorum bilmediğim şeyi söylemiyorum . Emin olduğum şeyi söylüyorum.. Çünkü telefonu ölçebilirsiniz. Eğer telefonun voltajında düşüklük varsa o telefon dinleniyordur MAB: Ve siz dinlendiniz Emniyet tarafından dinlendiniz. YB: Bilemiyorum. Teknoloji o kadar gelişti ki, dışarıdan gidip dinleme cihazı falan da satın alabilirsiniz. O yüzden ben kesin emin olmadığım bir şeyi iddia etmem.. MAB: Şemdinli olayında neden savundunuz astsubayı? YB: Şimdi ben Kara Kuvvetleri Komutanı’ydım herhalde kalkıp iki tane astsubay, bir tane de itirafçıyı Ankara’dan sevk idare edecek halim yok bana gelene kadar yirmi tane amirleri var. Ben o astsubayı gerçekten tanıyordu. Ali Kaya, nereden tanıyordum, Çekiç Harekatı’nda benim yanımdaydı. Neden, emrinde bahsetmiştim iki üç bin tane peşmerge vardı onlarla iletişim kurmak için için kuzey ırak’ta o yanımda geziyordu danışmanlık yapıyordu. Ve hakikaten iyi bir astsubay. Ve ben “onu tanırım iyi çocuktur” dediğim zaman daha yargı süreci başlamamıştı bu çok önemli. MAB: Ama bir etki yapar tabii ki. YB: Tabii tabii... Ama bu nasıl bir etki ki sonra kalkıp beni idam etmeye kalktılar. Hiç etki yapmamış, demek ki benim söylediğimde şuydu; tanırım onu iyi çocuktur. Ama bir suç işlemişse cezasını çeker. Bunu kestiniz mi anlam gidiyor tamamen. MAB: Şemdinli’de ne oldu paşam, Şemdinli’de karışık birşeyler oldu.. YB: Karışık birşeyler oldu tabii ki de olmaması lazım gelen birşey. Beni tuttular ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile yargılamaya kalktılar . Niçin? Şemdinli ile ilgili değil benim Şemdinli ile ne ilgim var benim kuvvet komutanı olarak Şemdinli olarak iki kişiyi mi ben sevk ve idare edeceğim ben koca Kara Kuvvetleri Komutanı olarak. On sene geriye gittiler ben Diyarbakır’da görev yaparken çete kurmuşum.. RA: Kolordu komutanı olduğunuz dönemde değil mi? YB: Kolordu Komutanı, Birinci Kolordu Komutanı. Emrimde de seksendört bin korucu ve ve asker var. Beş ilden sorumlu . Siirt, Batman, Diyarbakır, Mardin, Urfa. Neye dayanarak? Bir meczubun ifadesine dayanarak, ne alakası var? Neye dayanarak, ifadesine dayanarak, hiçbir belge falan hiçbir şey yok. Ne alakası var çete kurmakla.. MAB: Dedikodudan gerçek olaylara geçelim. Amerika ile istihbarat alışverişi başladı, ardından bana söylediğiniz Kuzey Irak BBG evine döndürdük dediğiniz operasyonlar başladı. Korkmadınız mı bu kadar büyük riski alarak? Bütün TSK Kandil’i temizlemeye yetmez Y.B: Ben hiçbir yaptığım işleri kendime mal etmedim. Hep bir takım ile birlikte çalıştık. Artık şövalye dönemi kapanmıştır. Takım çalışması dönemindeyiz. Askerlik mesleğinin riski zaten kendi içinde de var. MAB: Biz sınırötesi operasyon için en kötü hava koşullarını araştırdık, o koşulları kendi lehimize cevirdik. İlk defa yapıldı değil mi? YB: Evet, ilk defa. 10 senelik en kötü havalara bakıldı, şubat çıktı. Hem kar durumu cok kötü hem ısı cok düşük. Onların başarılı olmasına bir darbe indirdik biz. MAB: Değdi mi? YB: Değdi tabii zaten bir günde hepsini bitiremezsiniz. MAB: Kandil’i TSK temizleyebilir mi? YB: Şimdi Kandil hemen hududumuzun ötesinde değil, Hakkari’den kuş uçuşu 100 km, çok kötü bir arazi. MAB: Yani bütün TSK’yı gönderseniz, temizlenmez mi? YB: Hayır, hayır arazi çok kötü çok uzun mesafe. MAB: Karayılan’ın açıklamaları... Siyasete girmeyeceğim RA: Siyasete girecek misiniz? YB: Ben bir insanın bir şey yapmadan once onu çok iyi bilmesi gerektiğini savunurum hep. İki şeyi hiç bilmem ve yapamam. Biri ticaret, biri siyaset. MAB: Teklif var mı? YB: Yok. Yani yeteri kadar devlete millete hizmet ettik. O yüzden ben artık üniversitelere gidiyorum. Konferanslar veriyorum. Yani bu yönde ilerliyorum. Gençlere bir şey verebilirsek. Bir iki şey bile akıllarında kalsa yararlı olurum diye düşünüyorum. RA: Devlet hasta mı şu anda? YB: Yani tam deyimi hastadan daha iyi en azından sorunlu desek, evet sorunlu yani kurumlar arası daha iyi bir iletişim sağlanabilir. Emniyet’le güven bunalımı var RA: Yani bir güvensizlik varmış gibi dimi? Askerle Emniyet arasında falan...askerle Emniyet arasında böyle bir kopukluk, güven bunalımı var mı? YB: işte ben Genelkurmay Başkanı’ydım söylüyorum evet. RA: Peki TSK’nın Emniyet’e yönelik, kafasında bu şüphenin güven bunalımının nedeni, kaynakları ne? YB: Mesela o zaman ki daire başkanını görevden attılar. Bir siyasi gidiyor bir generali katıyor yani şimdi nasıl güveneceksiniz? Ben diyorum ki güven bunalımı giderilmeli. Türkiye için hayati derece de önemli. RA: Aynı şey MİT içinde geçerli mi? YB: Eh yani bilemiyorum MİT’in şeyini. Bir tanesinde somuT bilgilerim var ama ben görevdeyken MİT’le çok yakın çalıştık. MAB: Peki herkes kendi istihbaratını cebine koyup saklıyor mu? YB: Şimdi toplumda çok yanlış bir kanaat var, Genelkurmay’ın istihbarat toplama örgütü yok. Genelkurmaya, askere bağlı bir istihbarat birimi yok. Asker, devletin istihbarat birimlerinden gelen bilgileri alıyor. MAB: Kendi istihbaratı yok mu askerin? YB: Yok, Jandarma’nın var. Başarı da başarısızlık da komutana aittir YB: Şimdi, ben Genelkurmay Başkanlığı’nın çeşitli rütbelerinde bulunarak en üst seviyeye geldim. Ayrıca üç yıl ikinci başkanlık yaptım. İkinci başkanlık Genelkurmay’da ikinci en büyük makam. Dolayısıyla, daha önce de çeşitli şeyler yaptım. Açık söyleyeyim herhangi bir fazla bir yük gibi gelmedi. Neticede sorumluluk komutana aittir. Başarı da başarısızlık da, tabii ki bu ufak bir yük değil. Tabii belki konuşmamızın ileriki zamanlarında Genelkurmay’da ne değişti, neler olduyu konuşacağız o zaman bu konularla ilgili daha detaylı bilgi vereceğim. Tabii! Onur, çünkü T.C kurulduğundan beri ben 25. Genelkurmay Başkanı’yım. Fevzi Çakmak çok uzun süre başkanlık yaptığı için pek genelkurmay başkanı gelip gitmemiş. 20 küsur senesini Fevzi Çakmak yaptığı için, bu kadar kişisel bir böbürlenme şeyi değil. Asker siyasete müdahil olunca önce kendi yıkılıyor, sonra ülke düzeni bozuluyor YB: Asker doğrudan, iç politikaya müdahil olduğu zaman önce kendisi yıkılıyor, sistemler bozuluyor sonra da ülke bozuluyor. Bildiğimiz iç siyasetle asker uğraşmamalı. RA: 1960-1970-1980 - 28 şubat ve 27 nisan bunlar siyaset miydi sizce...? YB: Şimdi, subay siyasetle uğrasır. Genelkurmay uğraşır siyasetle ama nasıl siyasetle güvenlik siyasetiyle uğraşır. Çünkü siyaset çok geniş bir kavram. Güvenlik siyaseti de askerin en önemli sorunu, bireysel açıdan asker siyasetle uğraşmaz. Zaten yasalar ile de bu yasak. Yasaları da buraya getirdim. Kastım iç siyaset olarak, askerin iç siyaset ile uğraşmaması lazım. MAB: Yakın geçmişi okumalıyız yani. YB: Tarih bir askerin en büyük silahıdır. Yakın geçmişe, uzak geçmişe bakmak gerekiyor. Ben silah arkadaşlarıma, okul arkadaşlarıma, öğrencilere hep bunu söyledim askerin en büyük silahıdır. Bilinçsiz olarak yorum yapmak doğru değil. Bunu bilinçli şekilde edinmek gerekiyor. İki periyodu subay çok iyi bilmeli. Tarih ilki 1830’lardan başlayıp, Osmanlı’nın yıkılışına kadar olan dönem. İkincisi belki de en önemlisi 1908-1918 İttihat Terakki Dönemi. Osmanlı bu dönemde çöküşe girdi, çöküş hızlandı. Bu dönemde askerin boğazına siyasete girmesi yatmaktadır. En büyük etken bu, çöküşte. Dağlıca ve Aktütün tartışması RA: Aktütün saldırılarında bir istihbarat zafiyeti olduğundan söz edilmişti, daha sonrasından TARAF gazetesinden iddia edilen kimi belgeler ortaya çıktı. Nasıl değerlendirdiniz? Sizin BBG evine döndü dediğiniz bir süreçte olduğu için sizin bu konuşmadan hareketle de kimi eleştiriler yapıldı. Bu süreci biraz anlatır mısınız? YB: Hiçbir zaman hiçbir ülkede, terör bağlamında istihbarat askerin istediği kadar yeterli olamaz. Her şeyi bilemezsiniz istihbarat işi çok zahmetli bir iştir. İğneyle kuyu kazmak gibi bir şeydir dağlıca olayına gelirsek, yayınlanan belgeleri de biliyorum esasında o belge birliklere gönderiliyor yani o bölgelerde hareketliliğin arttığı teyakkuzda bulunulması konusunda uyarıldığı birlikler uyarılıyor. Bir zafiyetten ziyade birlikler uyarılıyor. Terörle mücadelede hata da yapabilirsiniz. Hata yaparsanız bedelini ödersiniz. RA: Üniformayı cıkardığınız sabahı çok merak ediyorum. Ne yaptınız? YB: Sabah ne yaptım biliyor musunuz? Şortumu giydim, yürüyüş yaptım. RA: Siz izne çıktınız yatınıza Fenerbahçe bayrağı açıldı. YB: Bir itirafta bulunabilir miyim? Kesinlikle ben bayrak asın demedim. Teknenin sahibi bayan Beşiktaşlı bana jest olsun diye asmış.