T24 - Mısır'da yaşanan "devrim" İran'da yaşanan 1979 devrimine benzetilirken, Taraf Gazetesi Genel Yayın Yönetmen Yardımcısı Yasemin Çongar, "Cumhurbaşkanı’nın, bir yandan Mısır Devrimi’ni sahiplenmeye çalışan İran rejiminin, bir yandan da aynı Mısır Devrimi nedeniyle her zamankinden daha çok korktuğu günlerde, Tahran’a şaşaalı bir ziyaret gerçekleştirmekte beis görmemesine şaşırdım ben; Gül’e, herşeyden ziyade “demokrat” kimliği nedeniyle saygı duyan bir vatandaş olarak da doğrusu içerledim" dedi.1971 Tahran doğumlu gazeteci-yazar Farnaz Fassihi’nin Wall Street Journal’da anlattığı çocukluk izlenimlerini okuyorum. Fassihi, İran’da otuz iki yıl önceki devrim günlerinde, ailesinin yaşadığı büyük heyecanı tasvir ederken, şimdi Mısır halkı için büyük bir güven ve umut vesilesi olan “Kazandık”duygusunun aynısını, Şah’ı devirmeyi başaran İranlıların da taşıdığını hatırlatıyor.
Hâlihazırda, İran rejiminin dünyaya vermeye çalıştığı mesaj da, esasen, bu “benzerlik” üzerinden şekilleniyor. Mesela, İran devlet televizyonu, 11 şubatta Hüsnü Mübarek’in istifasını duyururken, Muhammed Rıza Pehlevi’nin de yine 11 şubatta devrildiğini vurgulamak için, ekranın üstüne “İki Devrim Arasında: İran 1979-Mısır 2011” diye bir bant atmış.
İran devleti, özel olarak da Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad, Mısır’daki değişimi “Bölge, Amerikan yandaşı liderlerden temizleniyor” basitliğinde anlayıp anlatmaya çalışıyor; Tahrir’den yükselen demokrasi talebinin geniş kapsamını es geçiyor, ve bence çok daha önemlisi, Mübarek’e başkaldıran Mısırlıların, ülkelerini topu topu on sekiz günde taşıdıkları yerin, bugünün İran’ından “daha serbest” bir yer olduğunu görmezden geliyor.
İran rejimi istediği kadar “İran 1979=Mısır 2011” denkleminde derman arasın, geçtiğimiz haftalarda bir milyon kişinin Tahrir Meydanı’ndan dünyaya haykırdığı talepler üzerinden yapılacak bir karşılaştırmanın bizi ulaştıracağı denklem, “İran 2009=Mısır 2011” eşitliğidir.
“Mısır’daki coşkulu kutlama manzaraları beni 1979’a götürse bile,” diye yazmış Farnaz Fassihi, “Mısırlı protesto eylemcilerinin talepleri, gazeteci olarak cumhurbaşkanlığı seçimleri ve sonrasını izlediğim 2009 baharında, Tahran sokaklarında işittiğim taleplerle birebir aynıydı. Tıpkı Mısırlılar gibi, İranlılar da demokrasi, ifade özgürlüğü ve daha açık bir toplum için bağırıyorlardı.”
Bu “ayniyet” İranlı muhaliflerin de dikkatinden kaçmadı, tabii. 1979’da devrimin neferleriyken, son dönemde rejime karşı muhalefetin öncülüğünü üstlenen İranlı iki lider Mir Hüseyin Musavi ile Büyük Ayetullah Mehdi Kerrubi, geçtiğimiz hafta, İran İçişleri Bakanlığı’na ortak bir mektup yazıp,“otokratik yönetimlere karşı özgürlük talebiyle harekete geçen Tunus ve Mısır halklarıyla dayanışmak için bir gösteri düzenlemelerine izin verilmesini” talep ettiler. İzin verilmedi. Üstelik, Musavi ve Kerrubi ev hapsine, yakın çevrelerindeki on beş muhalif de gözaltına alındı.
Buna rağmen, İran’da muhalefetin şemsiye örgütlenmesine dönüşmeye başlayan Yeşil Hareket’in binlerce yandaşı dün Tahran’da, Azadi ve İnkılâp Caddeleri’ni doldurup rejimi protesto etti. Kendilerine “25 Bahman” adını veren genç İranlı aktivistler ise aynı saatlerde, elli beş binden fazla takipçisi olan facebook sayfalarında “Özgürlüğü seven herkes sokağa çıksın” çağrısı yapıyordu. Ben bu yazıyı yazarken, Tahran’dan bir yandan çatışma haberleri gelirken, bir yandan Musavi’nin ev hapsinden kurtulup eyleme katıldığı bilgisi ulaştı.
İran’da 2009 baharındaki protestolar, milyonlarca kişiyi sokağa çekmiş; rejim 1979’dan bu yana en ciddi sarsıntısını yaşamıştı. Ama Besiciler boş durmadı; muhaliflere karşı büyük bir şiddet uygulayan bu paramiliter grup, Musavi’nin verdiği rakamlara göre, kendi yeğeni dâhil yetmiş iki kişiyi öldürdü. Yüzlerce kişi tutuklandı, işkence gördü. Sadece muhalif siyasilere değil, İranlı yazarlara, sanatçılara, üniversite gençliğine ve internet aktivistlerine yönelik baskı ve sansür yeni bir zirveye erişti.
İşte Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün dün Tahran’da, yüzünde sıcacık bir tebessümle tokalaştığı Ahmedinejad, böyle bir rejimin lideri; tartışmalı bir seçimle işbaşına gelmiş ve ayakta kalmasını baskıya borçlu bir adam. Artık Köşk’teki danışmanlarının azizliğine mi uğradı, yoksa “Tam da bu zamanda giderim, gerekli mesajları veririm” diye mi hesapladı bilmiyorum ama, Cumhurbaşkanı’nın, bir yandan Mısır Devrimi’ni sahiplenmeye çalışan İran rejiminin, bir yandan da aynı Mısır Devrimi nedeniyle her zamankinden daha çok korktuğu günlerde, Tahran’a şaşaalı bir ziyaret gerçekleştirmekte beis görmemesine şaşırdım ben; Gül’e, herşeyden ziyade “demokrat” kimliği nedeniyle saygı duyan bir vatandaş olarak da doğrusu içerledim.
Ziyaretin zamanlamasındaki tuhaflığı, Gül’ün Tahran’da Ahmedinejad’la ortak basın toplantısı sırasında verdiği “demokrat” mesajlar ya da İran lideriyle baş başa görüşürken yapmış olduğunu sandığım “halktan gizli” uyarılar ne ölçüde makulleştirebilir, emin değilim.
Gül’ün, Tahran’da 2003’te yaptığı o kuvvetli konuşmayı da bizzat hatırlatarak, “Hepimizin evimizin içini düzene koymamız gerekir” uyarısını, Ahmedinejad yanı başında dikilirken yinelemesi, halkların arzularını dikkate alma gereğinden dem vurup, siyasi ve ekonomik reformların önemini vurgulaması, kuşkusuz “onurlu” ama “yetersiz” bir tavırdır. Kameralar önünde, İran’da muhalefetin gördüğü baskıdan hiç söz etmeyen; kendisi içerde taltifle ağırlanırken, Tahran sokaklarında gençlerin maruz kaldığı şiddetten bîhabermiş gibi yapmak zorunda kalan bir lider olmayı ben Gül’e yakıştıramadım; bu müşkül durumu, onun da içine sindirememiş olmasını samimiyetle ümit ediyorum.