T24- Yassıada'da Menderes ve arkadaşlarının fotoğraflarını çeken emekli Astsubay İsmail Şenyüz Adnan Menderes’in idam kararının infazının ardından üst düzey yetkililer ile savcı ve hakimlerin darağacının yakınındaki gazinoda eğlendiğini ileri sürdü.
77 yaşındaki emekli Astsubay İsmail Şenyüz, o döneme ait hatıraları Zaman gazetesinden Abdullah Kılıç’a anlattı. Zaman gazetesinde bugün (17 Ekim 2010) yayımlaman “Önce Menderes’i astılar sonra gazinoda kutlama yaptılar” başlıklı söyleşinin tam metni şöyle:
Yassıada ve İmralı'daki tarihi fotoğrafları çeken 77 yaşındaki emekli Astsubay İsmail Şenyüz, Adnan Menderes'in son saatlerini Zaman Pazar'a anlattı. 17 Eylül 1961'de İmralı'da asılan Menderes'i fotoğraflayarak tarihe çok önemli belgeler bırakan Şenyüz'ün hatıraları da yine tarihe not düşecek cinsten. 11 ay, Yassıada'da yargılanan Menderes ve arkadaşlarının fotoğraflarını çeken Şenyüz, Menderes'in asıldığı günü hiç unutamıyor: "Öğleden sonra 14.30 sularıydı. Menderes asıldı. Daha birkaç dakika bile geçmemişti ki darağacının hemen yanındaki gazinoya geçtik.' diyordu."
Menderes'i kandırdılar
Şenyüz'ün anlattıklarına göre 17 Eylül sabahı Menderes'in odasına ilk önce aynı davada yargılanan eski bakan Ethem Menderes girdi. Ethem Menderes, Polatkan ve Zorlu'nun bir gün önce asıldığını ve Menderes'in de o gün asılacağını biliyordu. Hasta olduğu için idam kararının çıktığı son duruşmaya katılamayan Menderes ise olup bitenlerden habersizdi. Ethem Menderes'in eski Başbakan Menderes ile ne konuştuğu bilinmiyor ama Menderes'e idam edileceğini söylemediği kesin; çünkü doktorlar içeri girdiğinde Menderes hâlâ hasta ve bitkindi.
İşte o sabahı İsmail Şenyüz'den dinleyelim: "Sabah erkenden Yassıada'da biri profesör iki doktor, ada komutanı ve iki yüzbaşı ile birlikte Menderes'in odasına girdik. Ethem Menderes, odadan yeni ayrılmıştı. Bizi gören Menderes, hafiften doğrulmaya çalıştı. Doktor, 'Efendim sizi muayeneye geldik.' dedi. Menderes'i muayene etti. Komutan, o sırada fotoğraf çekmemi emretti. Menderes buna itiraz etti. 'Hastayım ve kıyafetim düzgün değil. Milletimin beni bu halde görmesini istemem.' dedi. Komutan ise, 'çekilen bu fotoğrafların eşine ve çocuklarına verileceğini' söyledi. Aslında maksat başkaydı. Çünkü basında Menderes'in hasta hasta idam edileceği yazılıyordu. MBK ise bunun önüne geçmek için 'Bakın Menderes hasta değil.' diye fotoğrafları servis edecekti. Bu sözler üzerine Menderes bir şey demedi. Yüzbaşı, Menderes'in başucundaki iki Kur'an-ı Kerim'i alıp yere bıraktı. Ben de o esnada birkaç kare çektim. Makinenin flaşı patlayınca yüzbaşı korktu. Elindeki Kur'an'lar az kaldı yere düşecekti. Sanırım yüzbaşı flaşları yıldırım sandı. Menderes o kadar beyefendi biriydi ki koltuğun altındaki dereceyi gömleğine silip öyle doktora uzattı. Doktor dereceye bakıp 'Efendim sizi hastaneye götüreceğiz.' dedi. Hastane dedikleri yer İmralı'ydı."
Menderes, askerlerin gözetiminde bir hücumbota bindirilerek Yassıada'dan İmralı'ya doğru yola çıktı. Çok sakindi. Kimseye bir şey sormadı. Beyefendiliğini hiç bozmadan denileni yaptı. İdama götürüldüğünü hissetmişti. Ama vakurdu, inançlıydı.
İmralı'da deniz kabarmıştı
Bugüne kadar halkın dilinde bir efsane olarak anlatılan doğal olaylar da yaşanmaya başlamıştı. Şenyüz, 'Böyle bir fırtınayı daha önce de, sonra da hiç görmemiştim.' diye anlatıyor: "Her yer karardı. Deniz simsiyah olmuştu. Gökten boşanırcasına yağmur yağıyordu. Dalgalar hücumbotu sallıyordu. Batacağız sanmıştım. Kendimizi İmralı'ya zor attık. Akşama kadar da bu fırtına hiç dinmedi. Zaten bizden sonra da daha kimse gelmedi."
Sadece İmralı'da Menderes'in idam fotoğraflarını çekmekle kalmadı Şenyüz, Yassıada duruşmalarında da binlerce fotoğrafı o ve üç arkadaşı çekti. Aynı zamanda Genelkurmay Foto Film Merkezi'nin şefliğini de yapan Şenyüz'ün duruşmalarla ilgili pek çok anısı var. Yaşı ve yaşadıklarından dolayı bunların çoğunu unutmuş. Ancak yine de aklında kalanlar var. Özellikle hakim ve savcıların Menderes ve arkadaşlarına yaptıkları kaba ve çirkin muameleyi unutamıyor. Hakimlerin zaman zaman hakarete varan sözleri hâlâ kulaklarında: "Hakim ve savcıların hakaretlerini duydukça, tavırlarına şahit oldukça sinirleniyorduk, canımız sıkılıyordu. Menderes ve arkadaşları sürekli azarlanırken onların aleyhine ifade veren tanıklara iltifatlar ediliyordu. Mesela gariban takımı geliyor elini mikrofona yaklaştırırsa 'Çek elini mikrofondan.' diye azarlanıyordu. Öbür taraftan bir tanık gelip onların aleyhine konuşuyorsa ellerini sallayabilir, mikrofonu tutabilir."
Yassıada fotoğraflarımı yürüttüler
Yassıada ve İmralı'da çektiğim fotoğrafları 1978'de emekli olduktan sonra evimde saklıyordum. Sonra bir baktım, sakladığım yerde yoklar. Evi altüst ettim ama bulamadım. Anladım ki birileri götürmüş! Çok tarihi fotoğraflar vardı. Mesela Celal Bayar'ın hücrede resmi vardı. Kimseye vermemiştim. Bir tek benim albümümde vardı. Kim, niye aldı bilmiyorum.
Hatıra olarak Yassıada'nın bir fotoğrafını çerçeveletmek istedim. 1965'te Erzurum'da görev yaparken bir camcıya gittim. Ya çerçevelettiremedim. "Bakıp dalga mı geçeceksin bunlarla?" dedi camcı. "Çeken benim." dedim. "Hatıra olsun diye istiyorum." dedim. Salonun fotoğrafını çekmiştim. Sanıklar da vardı. Ama adam yapmadı, kimseye yaptıramadım çerçeveyi Erzurum'da...
Senaryo gereği fotoğraf çektik
27 Mayıs'tan sonra Menderes ve arkadaşları tutuklanıp Yassıada'ya getirildi. Ancak adaya inerlerken fotoğrafları çekilmemiş. Unutulmuş nedense. Birkaç gün sonraydı sanırım. Bir senaryo yazıldı. Hepsine takım elbiseleri giydirildi. Hücumbottan indiriliyormuş gibi yaptılar, biz de fotoğraflarını çektik. Celal Bayar, fotoğraf çektirmek istemedi. "Biz film artisti değiliz." dedi. Sonra 'Köpek Davası'nda da hakime bayağı kızdı. "Böyle basit davalar için beni buraya çağırmayın." dedi. "Hakkımda ne karar veriyorsanız verin." dedi.
O vatan hainiyle ne konuştun?
Yassıada'da sanıklarla ve onları ziyarete gelen yakınlarıyla tek kelime konuşmamız bile yasaktı. Rahmetli Menderes ile fotoğraf çekerken epey göz göze geldik. Ben kendisini severdim. Hatta arkadaşlarım bana Menderesçi derlerdi. Ama tek kelime konuşamadım. Korktum. Bir pazar günü sanık yakınları gelmişti. Görüşmeler bir barakada yapılıyordu. Bana bu barakayı sordu. Ben de 'Bilmiyorum.' dedim. Meğer Ada Komutanı Tarık Güryay, bizi izliyormuş, bu diyaloğu görmüş. Hemen beni çağırdı. 'Ne konuştunuz?' diye sordu. Hiçbir şey efendim, bana görüşmelerin nerede yapıldığını sordu, ben de 'Bilmiyorum.' dediğimi söyledim. Bana 'Onlar vatan haini, bir daha tek bir kelime konuştuğunu görmeyeyim.' dedi. Böyleydi uygulama. Adam istediğini yapıyor, astığı astıktı yani... Ya bilmiyorum, dedim ben, hakikaten pazar günü gidip de sanıklarla görüşmedim. Hangi barakada görüşüyorlar bilmiyorum yani. Bilmiyorum, dedim.
Uykularım kaçıyordu, 'rakı iç' dediler
İmralı'da Menderes'in idam fotoğraflarını çektikten sonra geceleri uyuyamamaya başlamıştım. Menderes'in o anları gözümün önünden hiç gitmedi. Gidip komutanıma durumu anlattım. 'Bir şey olmaz, akşamları yatmadan önce bir kadeh rakı al, bak nasıl uyursun.' dediler. O zamana kadar hiç alkol almamıştım. Artık rakı içip uyumaya başladım. Alışık olmadığım için tesir ediyordu yani. Öyle uyuyabiliyordum ancak. Sonra geçti. Ancak zaman zaman nüksediyor. O anlar hiç aklımdan çıkmıyor. Bir de bu fotoları benim çektiğimi kimse bilmez. Karım ve çocuklarıma söyledim sadece.
Menderes'in son saati
Menderes ile İmralı'ya indik. Ben önüne geçip fotoğraf çekmeye başladım. Menderes, iki askerin kollarında yürüyordu. Arkasında ise subaylar vardı. Hemen beni uyardılar. 'Önden çekme, arkadan çek, biz görünmeyelim.' diye... Çünkü arkadan gelenlerin hepsi subay. Kimisi İrtibat Bürosu'ndan, MBK'dan, kimisi 1. Ordu'dan, içinde hakimler de var. Onlar görünmesin diye önden çekilmesini istemediler. İdam işini sivil idarenin yaptığını anlatmak istiyorlardı. Ama ben şoka girmiştim. Çekemiyordum. Birisi 'çeksene' diye bağırınca o son yolculuk fotoğrafını çekebildim ancak...
Biraz daha ilerleyince idam sehpasını gördüm. İrkildim. Köşeyi dönünce, orada meydan var, meydanda sehpa var. Görecek o sehpayı, görünce ne yapacak diyorum ben kendi kendime. Hiçbir şey demedi, önüne bakarak yine sakin bir vaziyette sehpaya doğru yürüdü. Ama Menderes çok rahattı. İnançlı adam tabii, Allah'a kavuşacak. Bunları hesaplamış. Onun bu rahat tavrı beni de rahatlattı.
Menderes, adaya iner inmez komutanın odasına götürüldü. İdam hükmü okundu. "Menderes, Allah milletimize zeval vermesin." dedi. "İdama gitmeden önce hoca ile görüşmek ister misiniz?" dediler o odada. "Hemen beş dakika görüşeyim." dedi. Hemen orada beş dakika görüştü. Görüştükten sonra orada beyaz gömleği giydirdiler. Aşağı yukarı onbeş yirmi dakika geçti. Birileri iki de bir içeri girip çıkıyorlardı. Beni bekliyorlardı. "Daha hazır değil mi, daha hazır değil mi?" diye sıkıştırıyorlardı. Makinenin ayarlarını yapıyordum. İmamla görüştükten sonra orada beyaz gömleği giydirmişler. İdam sehpasına doğru yürümeye başladık. Sıralama böyle. Sehpada bir resim var. Hoca "Şehadet getirelim." dedi, kelime-i şehadet getirdiler. Orada boynunda iple sakin bir vaziyette durduğu bir resim var. Menderes'in yan etrafa doğru bakan resmi. Kime bakıyordu diye epey tartışıldı. Hocaya bakıyordu, beraber kelime-i şehadet getiriyorlardı. O resmi hiç unutamam.
Menderes, asıldığı andan itibaren dönmeye başladı. İdamlarda yarım saat sonra ölüm tahakkuk edermiş. Hep beraber daha fazla orada beklemeden yan tarafa gazinoya geçtik. Mini bir parti gibi bir şey hazırlamışlar. Adanın üzümünden ikram ettiler. Herkesle beraber yedik. Herkes mutlu, herkes sevinçli. Kuyrukların başı gitti diye, herkes neşe içindeydi. Yarım saat sonra biz doktorla beraber sehpanın yanına gittik; ölüm tahakkuk etmiş mi, etmemiş mi diye. Yarım saat içinde dili şişmişti. Doktor muayene etti. Öldüğünü söyledi. Helikopterle ayrıldık oradan...