Melike Polat*
Sizi biraz kendi özel gündemimle meşgul edeceğim. Şöyle başlayayım, ben kendimi yıllardır feminist olarak tariflerim. Gerek kendi hayatımda gerek kadın mücadelesi alanında elimden geldiği kadarıyla ataerkiye karşı mücadele vermeye çalıştım. Ve aynı ben 3,5 ay sonra evleniyorum. Evlenmek evet. Evleniyorum deyince evlenemedim takdir edersiniz ki. Çoğu insanın yaşadığı süreçlerden geçiyorum ben de. Nişan, ev eşyası, gelinlik vs vs.. Şimdi yeni bilince çıkardığım bir durumu sizinle paylaşmak istiyorum. Malum ev eşyaları alınırken bir çeşit iş bölümü yapılıyor. Bizim gibi ekonomik durumu çok iyi olmayan ve bu sebeple eşyalarını kendileri değil de aileleri alacak olan çiftler için şöyle durumlar ortaya çıkıyor. Bazı eşyaları “kız tarafı” alıyor, bazılarını ise “erkek tarafı” . Madem böyle, alacağız o zaman o eşyaları dedik, bunu dememizle birlikte şöyle bir listeyle karşı karşıya kaldık.
KIZ TARAFI: Yatak odası, bulaşık makinesi, çamaşır makinesi, mutfak eşyaları, küçük ev aletleri, nevresim-yorgan-bornoz takımları….
ERKEK TARAFI: Salon takımı, yemek odası, buzdolabı, televizyon.
Bir dakika yahu! Bu paylaşım rastgele yapılmış bir şeye benzemiyor dememle birlikte beynimde şimşekler çaktı. “Toplumsal cinsiyet rollerine uygun bir dağılım var burada” dediğim anda bütün taşlar yerine oturdu. Nasıl mı?
Yemek yapmak bildiğiniz üzere “kadının görevi”. Çalışsan da çalışmasan da o yemeği yapacaksın. Tencere, tabak, çatal, fincan, bardak, mutfak robotu gibi eşyaları kadın kullanacağı için bunları da kadın seçsin diye düşünmüşler, lütufta bulunmuşlar, sağ olsunlar. E yemeği yaptın, bunların bulaşığı ne olacak? Bulaşık makinesini de sen seç, sonuçta kullanacak olan sensin. Sıra geldi çamaşıra. Bir zahmet çamaşırları da yıkayıver, kocan mı yapacak? Çamaşır makinesini de al. Yalnız alırken dikkat et kullanabileceğin gibi kolay olsun, kafan karışır o kadar çok düğmeyle. Sonuçta bir erkek değilsin, ortalama üstü zekâ gerektiren bir şeyi kullanamazsın. Sıradaki gelsin. Yatak odası ve o yatağın üzerine serilecek çarşaf, yastık, yorgan… Kadının en önemli görevlerinden biri biliyorsunuz ki kocasını yatakta mutlu etmek. Git şöyle güzel bir yatak odası seç. Ama öyle güzelliğine aldanma, bak bakalım dolabın kullanımı kolay mı? Çamaşırları katlayıp ütüleyeceksin, onların düzenli durabileceği kadar raf ve askılık olsun. Sonra nevresim seçimine geç. Saten nevresimleri, kaz tüyü yorganları unutma. Kocan yatak odasına girdiğinde gözüne güzel görünsün. (Bu aşamada “çeyiz serme” diye bir olay var, her iki ailenin kadınları yeni çiftin evine doluşur ve çeyizde neler var tek tek bakarlar. Bak abartmıyorum tek tek. Bu olayın gerçekleşme ihtimalini savdık biz neyse ki.)
Gelelim “erkek taraf”ının alacaklarına. Buzdolabıyla başlayalım. Konumuz gene yemek arkadaşlar. Kocamızı doyurmak bizim görevimiz onu anladık. Eve ekmeği, yemeği getiren kocamız buzdolabını seçemeyecekse ne anladık? Ben de çalışıyorum, neden eve ekmek getiren kocam oluyor demeyin. Biliyorsunuz ki sizin maaşınız en fazla ev bütçesine “destek” olarak adlandırılır. İstersen işten daha geç gelen sen ol, buzdolabında yemek hazır olacak. Nasıl yaparsın bilemiyoruz ama buzdolabında yemek olmaması durumu anlaşılır bir şey değildir. Resmen “şok”. Bugün ne pişirdin diyerek kapağını açacağı buzdolabını da mı seçemesin adamcağız? Pekâlâ, beyimiz işten geldi, yemeğini rahatça yiyeceği yemek odasını da bırakın kendi seçsin canım! Sonuçta bütün gün yoruldu, şöyle sandalyeleri rahat olan bir yemek odası onun da hakkı ama değil mi? Yemek faslı bitti. (Bundan sonraki bulaşık, çay-kahve aşaması için Bkz. Üst Paragraf) Ne diyorduk, adamcağız yorgun argın işten geldi, ayaklarını uzatıp dinlenmesi gerekiyor tabii ki. Bunun için de koltuğun rahat olması lazım. En rahatının hangisi olduğuna evin erkeği karar verecek elbette. O, bütün gün eşşşek gibi çalışıyor, onun işinin yanında senin yaptığın iş ne ki? Peki, bunu da geçtik. Koltuğuna uzandı adamcağız. Haberdi, maçtı, belgeseldi, filmdi derken bir şeyler izleyecek ki kafasını boşaltsın. İşte o akşam aktivitesinin göz bebeği televizyona geldik. Bırakınız onu da seçsinler efendim, zaten sen anlamazsın öyle teknolojiden, görüntü kalitesinden falan.
İşte böyle sevgili kadınlar. Nasıl bir düzen kurmuşlar, ne yıkılmaz düzeniniz varmış arkadaş! diye diye sinirimden çatlıyorum günlerdir. Bir çamaşır makinesi alışverişi esnasında yaşadım bu aydınlanmayı, o gün bugündür bunu düşünüyorum. Toplumsal cinsiyet rollerini hep reddettim; ama ataerki kadına biçtiği rolleri her zaman gözümüze sokmuyor. Böyle mutluluklarının arkasına saklıyor bazen ve seni tuzağına düşürüyor. Ben o çamaşır makinesini alsam da toplumun istediği, dayattığı kadın olmayacağım.
8 Mart için son günler ve ben bu aydınlanmayı yeni yaşamış bir kadın olarak özellikle iki slogan için sabırsızlanıyorum.
“Dolapta zıkkımın kökü, sokakta isyan var”, “Bırak evi bok götürsün”