Sabah gazetesinden kovulan Ombudsman Yavuz Baydar, gazeteden nasıl kovulduğunu internet haber sitesi Al Monitor'de yazdı.
Yavuz Baydar yazısında Sabah gazetesinin manşetten verdiği bir haberde, AKP'nin Konda'dan kamuoyu ile ilgili araştırma ısmarladığını ve araştırmanın erdoğana sunulduğunu yazdığını belirterek, "Sonuçlar ve veriler ombudsman açısından relevant değildi; önemli olan haberde adı anılan araştırma şirketi KONDA'nın 'araştırma bizim, ama AKP bize bunu ısmarlamadı' şeklindeki itirazıydı" dedi.
Haberde yapılan düzeltmenin sıradan olsa da, okurun yanıltılması nedeniyle ele alınması ve kayda geçmesi gerektiğini belirten Yavuz Baydar, "AKP muhabiri düzeltmeyi görüyor, üstlerini arıyor. Yavuz'a baskı uygulanıyor. Yazıdaki değişim geri alınıyor" diye yazdı. Yazısında Baydar, başka bir üst düzey editörün mesajına da yer verdi: " Ertesi gün, bir başka üst düzey editör, Sabah ombudsman'ına gazetenin en üst makamından şu mesajı aktardı: 'Ombudsman Baydar artık bu gazeteye çakmaktan, sürekli olarak vurmaktan vazgeçsin, veya gitsin başka gazetede yazsın."
Yavuz Baydar'ın Al-Monitor'de yayımlanan yazısı şöyle:
Mayıs ayının başlarıydı. Galiba o ayın ilk Pazartesi günü, (gazete işten attığı ombudsman'ın dijital arşivini de ertesi gün kaldırdığı için bu bilgi net değil), okur temsilcisi köşesinde, bir önemli düzeltmeye yer vermiştim. Gazetenin, AKP'nin Ankara yakınlarındaki çalıştayına değindiği ve manşetten verdiği bir haberde, parti tarafından ısmarlanan ve başbakana sunulan bir kamuoyu anketinin sonuçları aktarılıyordu. Sonuçlar ve veriler ombudsman açısından relevant değildi; önemli olan haberde adı anılan araştırma şirketi KONDA'nın 'araştırma bizim, ama AKP bize bunu ısmarlamadı' şeklindeki itirazıydı.
Aslında sıradan sayılacak bir düzeltmeydi bu. Ancak, okurun yanıltılması nedeniyle ele alınması ve kayda geçmesi gerekiyordu.
Yazının basılmak üzere yazı işlerine gönderdildiği pazar gününün geç baskı saatlerinde, ombudsman hayli yoğun bir telefon trafiği yaşadı. Haberin yazarı, AKP'ye bakan muhabir, en erken baskıyı görmüş ve amirlerini 'devreye sokmuştu'. Ombudsman o gecenin geç saatlerinde yazısının içeriğini değiştirmesi için son derece anlamsız bir baskıya maruz kaldı ve her zaman olduğu gibi yazı içeriğine dış müdahale olamadı.
Ertesi gün, bir başka üst düzey editör, Sabah ombudsman'ına gazetenin en üst makamından şu mesajı aktardı: 'Ombudsman Baydar artık bu gazeteye çakmaktan, sürekli olarak vurmaktan vazgeçsin, veya gitsin başka gazetede yazsın.'
2004 Kasım ayında, bağımsız konumu hukuksal güvence altına alan özel sözleşmeyle başladığım okur temsilciliği serüveninde, o zamana dek yaşanan en ciddi sürtüşme eşiğiydi bu. Ombudsman dünyanın her yerinde zor bir iş yapar, okurla gazete arasında sıkışır ve kurum içinde persona non grata gibidir. İşin doğasıdır.
Ama bu mesaj, Türkiye'de medyanın tepetakla gidişine koşut tüm göstergelerin ötesinde, ombudsman için de 'geriye sayma'nın artık başladığının işaret fişeğiydi.
İşimi yapmaya devam ettim. O günlerde AB Komisyonu'ndan, Türkiye'de gittikçe kötüleşen medya durumu ile ilgili açık ve kapsamlı bir oturumda konuşmak üzere davet aldım. (Ve 20 Haziran'daki bu kalabalık toplantıda medya bağımsızlığının ve yolsuzlukları araştıran gazeteciliğin ülkemizdeki ölümünü anlattım.)
Kurumsal gerginlik sürerken, Gezi olayları patlak verdi. Gazete, 28 Mayıs'ta başlayan olayların haberciliğinde, okurları adeta çileden çıkartacak kadar kötü bir sınav verdi. Yağan eleştirilerin hakaret ve küfürlü olanlarını her zamanki gibi ayıklayarak, o ay peşpeşe üç pazartesi yazısı bu konuya ayrıldı. Ve her yazı, biraz daha gerginliği arttırdı.
Mayıs ve Haziran aylarında, Sabah Medya Grup Başkanı ve yayın kooridnatörü ile iki ayrı özel görüşme yaptım. İlki benim talebim üzerine oldu; diğeri de yönetimin.
Görüşmelerde ombudsman olarak şunu vurguladım: En önemli mesele kaliteli gazetecilik ise, Sabah'ın yapması gereken, editoryal bağımsızlığa ve etik kaygıya özen göstermek; okurlara bol ve doğru, adil haber sunmaktır. Bu gazete ombudsmanı sadece bunu denetler. Sabah kitle gazetesi ve 30 yıllık liberal bir kimliği var. Bu gazetenin Türk, Kürt, Alevi, dindar, laik, kentli, taşralı, genç, yaşlı çok çeşitli bir okur kitlesi var. Böyle bir gazete hiçbir zaman partizanlığı kaldırmaz, iktidar güdümünde çarpıtılmış habercilik bu okura ters teper. Ben işim gereği şikayetleri ve yorumlarımı sizlerle köşede paylaşmaya devam edeceğim. Köşe okurlara sizin sunacağınız açıklama, düzeltme ve gerekli özürlere de her zaman açık olacak. Eleştiri iyidir, çakmak veya vurmak diye algılanması, profesyonelliğe tekabül etmez.
Bu görüşmeler de boşa gitti. 20 Haziran'da AB'de 'Sesini Yükselt' konferansında, Türkiye gibi kilit demokrasiye geçiş ülkelerinde bağımsız-özgür medyanın olmazsa olmaz rolünü anlattım, ülke medyasındaki hazin durumu olanca çıplaklığıyla analiz etmeye çalıştım. 23 Haziran Pazar günü, Gezi olayları ardından uluslararası medyanın Türk medyası tarafından komplocu ilan edilip şeytanlaştırılmasını eleştiren genel bir medya eleştirisine yer vermiştim. Ancak bu yazı Sabah editörü tarafından, yetkisi olmadığı halde reddedildi. Bu yetmiyormuş gibi editör kendi köşesinde ombudsmana suçlamalar yönelten bir yazı yazdı.
Gazetenin kurumsal yapısına büyük zarar veren bu yaptırım üzerine iki hafta izne çıktım. Bu arada, kendilerinden gelen talep üzerine, medya sahipliğinin editoryal bağımsızlık üzerindeki olumsuz etkilerini Türkiye örneği üzerinden küresel boyutta ele alan bir yorum yazısını New York Times yayınladı. NYT, iyice boğucu hale gelen Türk medya ortamında bu yazının gerekli yankıyı yaratacağından emin olmasa gerek, alışılmamış bir yöntemle, yazının türkçe çevirisini de (20 Temmuz) IHT ile beraber yayına koydu.
21 Temmuz Pazar günü okur temsilcisi olarak Sabah'a yeni bir yazı daha gönderdim. Bu yazıda gazete-okur, editör-ombudsman ilişkilerinin ne olması gerektiği, yetki alanları ve özdentimin önemi üzerinde durulmakta, okura bir önceki yazıya uygulanan sansürün yanlışlığı anlatılmaktaydı.
Bu yazı da gerekçe gösterilmeden reddedildi.
İkinci sansürden iki gün sonra da, Sabah ombudsman'ının işine, New York Times başta olmak üzere farklı mecralarda gazeteye 'hakaret' ettiği gerekçesiyle son verildi. Oysa ombudsman 2004'te işe başladığından beri, sadece SABAH okur temsilcisi olarak değil, Uluslararası Ombudsmanlar Örgütü ONO'nun yöneticilerinden biri ve üyesi olarak, UNESCO Türkiye Ulusal İletişim Komitesi üyesi de olarak pek çok uluslararası toplantı, çalıştay ve rapor çalışmasına katılmış, eleştirel görüşlerini daima aktarmıştı.
Bağımsız ombudsman köşesinin bir değil iki kez sansürlenmesi, ardından işine son verilmesi, dünya medya özdenetim tarihinde bir 'ilk'. Sabah, online sitesinden ombudsman'ın bütün geçmiş yazılarına erişimi de bloke etti. Ayrıca muhtemelen bu post lağvedilecek.
Gelinen noktaya sadece üzüntü ve derin bir hayalkırıklığıyla bakıyorum bugün. 14 yıl boyunca Türkiye'nin çürüklerle kaplı, derin problemlerle boğuşan, mesleki icraatı yasal cenderenin altında kalmış medyasının halka güven verici bir haberciliğe kavuşması için kendi kapasitem yettiğince çaba sarfettim. Ve bu mücadele, sansürve işten atılmayla 'ödüllendirildi'. Bugün tüm bu görev dönemi bana bir tür 'yeldeğirmenlerine karşı savaş 'gibi görünüyor.
İşten çıkarılma tebligatı yapıldığının ertesi günü, yani 24 Temmuz, Türkiye'de sansürün kaldırılışının 105'üncü yıldönümü nedeniyle geleneksel 'kutlama' yapılıyordu.
Büyük ironi: Bu yıldönümü ben ve binlerce çaresiz meslektaşıma, editoryal felç halindeki medyamıza ve işlevi iyice köreltilmiş mesleğimize yapılanları acı bir şekilde hatırlatmaktan başka bir işe yaramadı.