P24 Bağımsız Gazetecilik Platformu kurucu üyesi, köşe yazarı Yavuz Baydar’ın Harvard Üniversitesi Kennedy Siyaset Yönetimi Okulu bünyesindeki Shorenstein Merkezi'nde geçen sonbahar döneminde Araştırma Görevlisi olarak hazırladığı “Bir Açıkhava Hapishanesi Olarak Haber Merkezi: Türkiye Gazeteciliğinde Yozlaşma ve Otosansür” başlıklı rapor geçtiğimiz günlerde üniversite tarafından yayınlandı.
Kapsamlı rapor Türkiye’de basın özgürlüğü ve bağımsızlığına yönelik tehditleri inceliyor, özellikle son dört yılda otosansürün medya haber merkezleri ve yazı işlerinde nasıl rutin uygulamaya, ve adeta bir “kültür”e dönüştüğünü örneklerle ortaya koyuyor. Baydar, Türkiye’deki medya kuruluşlarının güvenilirliğini kaybettiğini, insanların yönetimdeki yozlaşmaya dair önemli bilgilere erişimden mahrum edildiğini ve bunun Türkiye’nin gelişen demokrasisi için çok ciddi bir tehdit olduşturduğunu savunuyor. Raporda Türkiye hükümeti, gazeteciler ve uluslararası camia için tavsiyelerin yanı sıra, hükümetin medya üzerindeki baskısını, meslek hakkında kaygıları artan gazetecilerin görüşlerini belgeleyen ayrıntılı ekler de yer alıyor. Rapordan kısa bir bölüm şöyle: 2014 yılı, Türkiye gazeteciliğinin annus horribilis’i olarak yazılacak. Aralık 2013’ün son günlerinde, iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi’nin (AKP) dört bakanına yönelik büyük çaplı bir yolsuzluk soruşturmasını içeren iki polis operasyonunun ardından başladı. Skandalların dokunduğu isimler arasında hükümetle yakın ilişkileri olan bir dizi iş adamı, bürokrat, banka yöneticisi ve hatta dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın oğlu Bilal de vardı. Daha endişe verici olanı ise, bu soruşturmaların, üst düzey hükümet yetkililerinin İran’a yönelik yaptırımları bozma ve El Kaide’ye gönderilen paraları aklayan sermayedarlarla bağlantılarına işaret ediyor olmasıydı. Emniyet ve savcılar tarafından toplanan dosyalar ateşlenmiş fitil gibiydi: Rüşvet, yetkinin kötüye kullanılması ve iktidarın en yüksek kademelerine yayılmış geniş çaplı yolsuzluk belgeleriyle büyük bir organize suç ağını ortaya çıkarma iddiasında bulunuyordu. Ulusal medyadaki çürüme bu iddiaların tam ortasındaydı. Soruşturmanın, yasal dinlemelerle desteklenen önemli bir bölümü, sermaye sahiplerinin medyayı mali olarak tamamıyla AKP lehinde desteklemelerini içeriyordu. İş adamlarının ortak bir rüşvet fonuna ödenen hükümet ihalelerinden çıkar sağladığı bu müşterek çaba, “havuz medyası” terimini doğurdu. Bu çalışmanın eklerinde Türkiye medyasının nasıl otosansür hastalığına yakalandığını ve hükümet müdahalesine nasıl suç ortaklığı yaptığını ortaya koyan belgeler detaylarıyla sunuluyor. O anlamda ekler, bunların neden olduğunun arka planını tesis etmeye çalışan bu tanıtıcı makaleyle bağlantılı. Bu travmatik arka plan, 'felç' hali giderek artan bir medyanın varoluşsal bir seçime gitmekte olan Türkiye'de nasıl bir tarihî sınavdan geçtiğini anlatıyor.
Baydar'ın raporuna göre, Türkiye'de gazeteciliğin hayatta kalma mücadelesi, demokratikleşmeyi canlı tutmak, temel mesleki değerlere sahip çıkmak, ve iyice erimiş olan güvenilirliği yeniden tesis etme kavgasından başka bir şey değildir. Raporun İngilizce tam metnini okumak için… (PDF). Baydar’ın raporu Shorenstein Center tarafından yayımlandıktan sonra uluslararası medyada da haberlere konu oldu. Süddeutsche Zeitung'un raporla ilgili haberi: http://www.sueddeutsche.de/medien/medien-in-der-tuerkei-vor-erdoan-eingeknickt-1.2382974 El Pais'in raporla ilgili haberi: http://internacional.elpais.com/internacional/2015/03/09/actualidad/1425924276_043215.html